Select image to upload:
Mümit İsm-i Celili - Asanatlar

Mümit İsm-i Celili

blank

MEHMET ALİ BAL
Mümit İsm-i Celili
 
“El-Mümît” ism-i celili öz olarak "Her canlıya ölümü tattıran, her canlıyı mutlak öldürme kudretine sahip olan" demektir. Allah (cc) “Her şeye hayat veren mutlak ve zatından Hayat sahibi (Muhyi ve Hay) olduğu gibi “Her canlıyı öldürendir, yani öldürme kudretine sahip olandır”. “O kullarının üzerinde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (Görevli) elçilerimiz onun canını alır. Ve onlar (Görevli melekler) görevlerinde asla kusur etmezler” (Enam/61).
 
Hayat veren (Muhyi) ismine mazhar olan canlılarda nasıl yüksek, revnaktar ve şevkli bir neşe varsa “Mümit İsm-i Celilinin” üzerinde tecelli ettiği canlılarda “Bir korku, ürperti ve derin dehşet” hüküm sürmektedir. Kuran’daki o yalın, basit ve muhteşem ifadelere bakalım: “Her canlı ölümü tadar (Tadacaktır, tadıcıdır)…” (Enam/35); “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır” (Nisa/78); ve “Deki, sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır” (Cuma/8) Ölümden nasıl kaçılsın ki? Bir kere Mutlak Kudret Sahibi ve Mümit İsminin Sahibi Allah (cc) “Ölümle görevli meleklerinin görevlerinde asla kusur etmeyeceklerini buyurmaktadır. Ölümün her nerede olursa olsun her canlıya ulaşacağı ve ölümün adeta her canlının içinde var edilen hayat kodlaması gibi bir içsel ölüm kodlaması olduğu (Her canlının ölümü “Tadıcı” olması) buyrulmaktadır.
 
Ölüm hakikatinin bu dehşete düşüren yönünden dolayı başka ifadelerle ölümü anlatmışızdır. “Ecel şerbetini içmek” deyişi bu çerçevede bir halk deyişidir. O dehşetli ölümün gelişini “Ecel şerbetinin içilmesiyle” aşina kılmış ve kalbimize yaklaştırmıştır. Ölenler için söylediğimiz “Dar-ı bekaya irtihal etti”, “Hakka yürüdü” gibi ifadeler de bu kapsamdadır. Müslüman insanımızın ölüm hakikati ve Mümît İsminin tecellisini anlatma biçimleridir. Ölüm hakikatinin yukarıda anlattığımız dehşetinden dolayı Allah (cc) ölüme giden yolları yaratmıştır: yaşlılık, hastalık, zorda kalmışlık, hakiki ebediyet duygusunun bu dünyada verilmesi, vb. Aynı zamanda İslam kaynaklarında anlatılan hadise bunu ifade etmektedir. Azrail (as) Allah’a (cc) “Kulların nez-i ruhtan dolayı benden küsecekler, şikâyet edecekler” mealindeki sözüne karşılık Allah’ın (cc) “Ölüme yani Azrail’in görevine ait vesileler yaratacağım” hükmü ölüme nasıl aşina kılındığımızı, Hazreti Azrail’in (cc) görevini icrasını kolaylaştıran vesilelerin, yolların nasıl yaratıldığını bize göstermektedir.
 
Tabiatta ölümler canlı bir bahar âleminde değil, “Hüzün mevsimi” sonbaharda” gelmektedir. Önce meyveler olgunlaşmakta, tohumlar tekevvün etmekte ve dökülmekte, yapraklar sararmakta, en nihayetinde hayat suyu ağaçların ve bitkilerin dallarından, saplarından (Nez-i ruh gibi) süzülüp ayrılmaktadır. Her varlık için doğum, yaşam, olgunlaşma ve ölüm süreçleri takdir ve tasavvur edilmiştir Allah (cc) tarafından. Ve bütün bu süreçler kendi içlerinde bir tedricilik ilkesine bağlıdırlar. Yalnızca insan olarak aklımız tedrici süreçlerin bütünü kavrama kabiliyetine sahip olduğundan ölüm korkusu benliğimizde yer etmiştir, zaman zaman da ölüm dehşetini bize hatırlatmakta ve yaşatmaktadır.
 
“Mümît İsminin” tecellileri bütün canlılara şamildir. Aslında ölümü tadacak olan her canlı bir kategorinin ifadesidir. Bu kategori “Yaratılmış olma” kategorisidir. Adeta ölüm hakikati “Tek Yaratıcı, Hayat verici” olan Allah’ın (cc) tevhit hakikatine iman edemeyen ve etmeyen akıl ve şuur sahipleri için ağır bir hatırlatıcıdır. İman dairesinde olup da ölümden korkanların “Korku ve kaygılarını” Allah (cc) giderir. Ancak iman dairesi dışında olan ya da bu dairenin gereklerini ağır neticeler doğuracak şekilde ihmal eden asiler, şirke koşanlar ve inkâr edenler için hakiki planda korktuklarından daha dehşetli bir ölüm olduğu gibi dünya hayatı içinde de bu korku sürekli kalıcıdır ve “Gurur kırıcıdır, azgın inatları tahrip edicidir”. “Ölmekten korkmuyorum, ancak ölmek zoruma gidiyor” diyen bahtsız, Allah’ın (cc) yaratmış olduğu ölüm hakikatinden hazımsızlık duymaktadır. O’nun (cc) vermiş olduğu hayat hakikatini gasp etmeye kalkışmaktadır. Bilse ki inkârı kaçtığından daha büyük bir dehşetin sebebidir.
 
Hakikat planında, İslam’da “ölüm ve sonradan diriltme”  son derece dinamik bir döngü olarak vardır. “Nasıl olsa öleceğiz” şeklindeki kaderci ve miskin anlayış, Müslüman dünyasının son yüzyıllarda içine saplandığı bir yanlış anlayıştır. İslam’da var olan ise “Öldükten sonra diriltileceğiz, işlediklerimizden hesap vereceğiz, güzel amellerimiz sonsuz ahiret meyveleri verecekler, burada yaşadığımız en küçük bir güzellik bile orada devasa çiçekler açacak” anlayışıdır. Bu öldükten sonra dirilmek hakikati Kuran’da canlı, ikna edici ve muhteşem ayetlerle anlatılmaktadır.  Araf/57, Yunus/45-46, İsra/49-50 -51, Hud/7, Nahl/38, Rad/5-2 ayetleri bu ayetlerden sadece örneklerdir.
 
Allah (cc) bu hakikati ihtişamlı tevhit hakikati kapsamında şöyle buyurmaktadır: “Allah gökleri gördüğünüz şekilde, direksiz olarak yükseltendir. Sonra kudretiyle arşı istila etti (arşın üzerine istiva etti), güneşi ve ayı da kullarının menfaatine tabi kıldı. Bunlardan (Güneş ile aydan) her biri belirli bir vakte kadar dolaşıyor. Bütün işleri O idare ediyor: ayetleri açıklıyor ki, sizler Rabbinize kavuşacağınızı şüphesi bilesiniz” (Rad/2). Yine takip eden ayetlerden “Ey Resulüm, eğer kâfirlerin seni yalanlamasına şaşıyorsan, asıl şu sözleri şaşılacak şeydir: “Biz bir toprak olduğumuz zaman mı cidden yeni bir yaratılışta olacağız (Öldükten sonra yeniden mi diriltileceğiz?)”. İşte bunlar Rablerini (Hükümlerini) inkâr etmiş olanlardır; bunlar boyunlarında (Kıyamet gününde) demir halkalar bulunanlardır. Bunlar Cehennemliktirler; ebedi olarak orada kalacaklardır” (Rad/5) ayeti Rabbimize kavuştuktan sonraki hayat döngüsünün uzantısını aynı ihtişamla emir buyurmaktadır. Evet, ebedi ve mutlak hakikat açısından baktığımızda inkarcıların inkarı, inadı ve azgınlığı ne kadar da şaşılacak bir şeydir!
 
Bu hakikatler muvacehesinde anlıyoruz ki, bu dünyada yaşadığımız hayat ve ölüm Allah’ın (cc) yaratmış olduğu “Hayat düzeylerinden, kategorilerindendir”. Dolayısıyla ölüm bu farklı düzeylere geçişte bize verilen hayat unsurlarının ve sistemlerinin tamamının tasfiyesi, nez’ edilmesi ve yeni hayat düzeyi için hazırlanmasıdır. Yeniden Allah’a (cc) döndürülecek ve hesabımızın görülecek olması göstermektedir ki, ölüm sadece hayat varlığımızı değil, hayatımız süresince işlediklerimiz, işlediklerimizin başkaları üzerindeki etkileri gibi sayısız hayat fonksiyonlarının tasfiyesidir. Dünyevi anlamdaki tasfiyeden şu farkla ayrılır ki, ölümle tasfiye edilen bütün bir hayat ve o hayata dair en küçük noktalar bile zayi edilmemekte, yeni yaşam düzeyimiz olan kabir, berzah, kıyamet, ahiret hayatlarımızda kendi mahiyetinden yeşermekte ve çiçek açmaktadır. Cennet çiçekleri olan ameller ile Cehennem zakkumunu netice verecek olan “Seyyiatı” hatırımıza getirelim.
 
İslam akidesi çerçevesinde oluşan İslam tefekkürünün çok boyutluluğu üzerinde durmak istiyorum. Ölüm hakikati (El- mevtu hakkun) kuşkusuz bütün canlılar ve özellikle de hesap vermeye ehliyetli yaratılmış akıl ve şuur sahipleri açısından en büyük hakikattir. Bu hakikat asi, mütemerrit ve şirk koşanları daimi bir azapta bırakırken; sadık ve müstakim müminleri salih amele davet eder, bütün seyyiattan da men eder. Bu seyyiat içerisinde “Hukukullah” gibi Allah’ın (cc) hususi sınırlar çizdiği “Hukuk-u ibada” karşı ihlaller vardır. Ölümü her hatırladığımızda, seyyiatımızdan titrer, kendimize çeki düzen veririz. Zira ölüm hakikatini başka hayat düzeyleri takip eder. “Haşir” yani “Yeniden diriltme” akidemizin tamamlayıcı boyutudur. Dünya şartlarında “Doğmak” ölümün habercisi ise “Ölüm” de haşrin habercisidir. “ölmek için doğuyorsunuz, harabiyet için bina ediyorsunuz”  nidasında bulunan melek aslında ebedi hayatın davetçisidir. Her sabah bize bu hakikati hatırlatmaktadır. Kumaş, altın ve dünyevi güç kokan şehrin pazarları ve sokaklarından geçerken, dünyevi mülk ve zenginliklerimizin içinde uyanırken az dikkat etsek bu nidayı duyarız.
 
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz olarak ifade buyurduğu ve bizim de tekrar ettiğimiz “La ilahe illalahu vahdehu la şerike lehu, lehu’l mülkü ve lehu’l hamdü ve  Hüve ala külli şey’in kadir” cümlesi (Bir manada da adeta tevhit duası) bir rivayette “Yuhyi ve Yümit” hayat verir ve ölüm verir, bir başka rivayette ise “Biyedihil hayr” (Hayırlar elindedir, kabza-i kudretindedir) ziyadesiyle gelmiştir. Biz de sıklıkla tevhit cümlesi mahiyetindeki bu duayı tekrar ederiz.
 
“Ey Mutlak Mümît olan Allah’ım! Bizleri çizdiğin sınırlar içerisinde hayırla yaşat ve hayırla öldür. Ölümü bizler için günahlarımızın, azgınlıklarımızın karşısında “Acılaştırıcı olarak zikrettiğimiz bir olgu” kıl! En sevgili kulun Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) mübarek dilinden dökülen “Allahümme er-refik-al ala” sözlerinin manasının esintilerine ölüm anında mazhar kıl. İman ve tevhit ile ölmeyi müyesser eyle ya Hazreti Mümît (cc)! Âmin.”
 

 

ROTAP- banner-

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir