Muahhir İsm-i Celili

MEHMET ALİ BAL
Muahhir İsm-i Celili
 
“El-Muahhir İsm-i Celili” öz olarak "Dilediğini sona alan, erteleyen, alçaltan" demektir. Geniş kapsamlı olarak “Tehir eden, istediğini erteleyen, geriye bırakan; takdimi hak edeni takdim edip ileri geçiren; tehiri hak edeni tehir edip erteleyen, geri bırakan” manasında düşünülmektedir. Tevhit akidemiz çerçevesinde düşündüğümüzde “Mutlak manada dileğini sona alan, erteleyen, alçaltan Yegâne Muahhir Allah’tır (cc)”. Şirkin reddi manasına aldığımızda da “O’nun sona almayı, ertelemeyi ve alçaltmayı dilediği hakkında hiçbir gücün aksi bir tasarrufa yetmemesi, bunun imkânsızlığı” söz konusu olmaktadır.
 
“Mukaddim ve Muahhir” İsimleri (Ki bu İsimlerin birlikte zikredilmesi gereklidir) mutlak ve hakiki tercihin, kastın ve iradenin yalnızca Allah’a (cc) ait olduğunu ifade ederler. Tevhit akidesinin zamansal boyuttaki tecellilerini gösterirler. İlk baştan kabul edilir bir prensiptir ki, “Doğum ve ölüm” insan iradesinin, başka herhangi bir mahlûkun iradesinin haricindedir. Hayat ve ölümün sahibi, öldüren ve dirilten Allah (cc) hayat ve ölümün veriliş vaktinin de mutlak sahibidir, irade edicisidir.
 
İnsan aklı, isyan ve tuğyana saptığında, verili dünya hayatı içinde sahip kılındığı geçici, nispi ilim ve kudret ile kendisinde zaman zaman –Haşa- yaratıcılık tasavvur etmiştir. Hâlbuki O’nun bu temelsiz iddiası “Mukaddim ve Muahhir İsimlerinin” de tecellileriyle darmadağın olmaktadır. Bir kere bu iddia sahibi kendisi bu mutlak takdirin kabza-i kudretindedir, bizatihi kendisinin ne yaratılışına ne de ölümüne vakit ve mahiyet olarak müdahale edemez. Haddine mi düşmüş? “De ki: Size vaat olunan bir gün vardır ki, siz ondan ne bir saat geri kalırsınız, ne de ileri geçebilirsiniz.” (Sebe/30)
 
Şu halde anlıyoruz ki “Takdim ve tehir meselesi” tamamıyla Tevhit Akidesinin tezahüründendir. Bu tezahür ve tevhit marifeti her düzeyde karşımıza çıkmaktadır. Mesela Allah (cc) dinin ve akidenin ve esmanın hükümlerini, manalarını ve tezahürlerini bu takdim ve tehir ile mutlak kemalde inşa etmiş, yaratmıştır. Biz kulları bu hüküm, mana ve tezahürlerinden ne birini ötekisinden öne geçirebilir ne de diğerini bir başkasından geride bırakabiliriz. Nitekim Allah (cc) bazı kullarını diğerlerinin önüne geçirmiş, bazı kullarını da sona bırakmıştır. Bazılarını bazılarına üstün kılmıştır. Mesela Peygamberimiz (asm) Hatem-ül Enbiya’dır, Habib-i Ekrem’dir, diğer Peygamberlere üstün kılmıştır, öne almıştır. Mesela salih ve ihlaslı amel sahiplerini öne almış, Kendi iradesini ve rızasını öncelemeyenleri de geride bırakmıştır. Kardeşinin sunduğu kabul ve kendi sunduğu da daha az kabul edilen Âdem’in (as) evladından biri bu takdim ve tehir iradesinin, kudretinin tasarrufunu anlayamamış, kabul edememiş, içinde nifak ve isyan doğmasına engel olamamıştır.
 
Keza tarihi süreçlerde güç ve servet ve iktidar bakımından öne alınmışlar ile geriye bırakılmışlar hakkında İlahi maksat ve tercihi anlayamayabiliriz. Hâlbuki bunda Tevhidin sırlarından bazı sırlar da gizli olabilir. Kabulü ve hoşnutluğu Allah’a ait olan amellerin, tutumların ve kriterlerin böylesi bir İlahi tercihi davet ettikleri anlaşılabilir. Her hâlükârda bazılarını öne alma bazıları da geriye bırakma Allah’ın (cc) yed-i kudretinde ve hususi tercihinde olan bir husustur. Kullarının bunu tenkide, şikâyete, tavzihe haklarının olmadığı bir hakikattir. Mukaddim ve Muahhir isimlerinin başka isimlerle irtibatları bağlamında Hâkim İsm-i Şerifini, Alim İsm-i Şerifini zikredebiliriz. Zira bu öne alma ve geriye bırakma tasarrufları bizatihi yaratma kadar mühim tasarruflardır. Zira bu zamansal öne alma ve geriye bırakma ile varlığın yaratılış ve hikmet mimarisi teşkil olunmaktadır.
 
Hayatın, ölümün, rızkın verilmesinin, derdin ve dermanın yaratılmasının, varlıkların hayatlarının belli kısımlara bölünmesinin ve her devre sonunda yeni bir hayat biçimin yaratılmasının ve benzeri yaratmaların hepsi Muahhir ve Mukaddim isimlerine taalluklar vardır.
Muahhir isminin bir tecellisi olan, Allah’ın (cc) kullarını günahları sebebiyle hemen cezalandırmayıp geriye bırakması bu meyandadır. "Eğer Allah, zulümleri (Günahları) yüzünden insanları hesaba çekiverseydi, yeryüzünde kımıldayan tek bir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onları takdir edilen bir müddete kadar geciktirir. Müddetleri (Ecelleri) de geldiği zaman, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler (lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûne)” (Nahl/61). O saat geldiğinde ise ““Doğrusu bu azap (kıyamet), onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık ne geri çevrilmesine güçleri yetecek, ne de kendilerine mühlet verilecektir” (Enbiya/40). "Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka "Onu ne alıkoyuyor?" derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gün, kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur" (Hud/8)
 
Yukarıdaki paragraf bizi artık kıyamet meselesine getirdiği için Muahhir İsm-i Şerifi ile Kıyamet arasındaki ilişkiyi tefekkür edebiliriz. Kıyamet günü Muahhir İsminin büyük tecelli günüdür kuşkusuz. Ertelenen bütün hesapların, nihai anlamada alçaltılacak olanların, bazı yüzlerin kararacağı ve bazı yüzlerin beyazlayacağı gündür Kıyamet günü. Bu imanın cüzlerinden bir cüzdür. Zira henüz gayptadır. Biz bize tebliğ ve emredildiği şekilde, imanın diğer esaslarına olduğu gibi Kıyametin kopacağına da hesap gününün geleceğine de inanırız. Kuran bu konuda şek ve şüpheye yer vermeyecek bir kesinlikte: “Size vaat edilen mutlaka gelecektir. Siz onun önüne geçemezsiniz.” (En’âm/134) buyurmaktadır. Ancak bu lihikmetin ertelenmiştir: “Biz onu ancak sayılı bir müddetin sona ermesi için erteledik” (Hûd/104). Ve Kıyamet saatini bilmek ancak Allah’a (cc) mahsustur: “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah’a mahsustur” (Lokman/34).
 
Bu Günde ki Allah (cc) Muahhir İsminin de tecellisiyle Kıyameti kopartacak, bir hesap günü açılacak, o günde bazı örnekleri dünyada da görüldüğü gibi zelil olanlar aziz olanlardan tefrik edilecek, haklarında nihai karar verilecek, bu büyük günün öncesinde olduğu gibi sonrasında da Allah (cc) Evvel ve Ahir, Zahir ve Batın, Mukaddim ve Muahhir isimlerinin de ifade ettiği gibi O (cc) var olarak kalacaktır. Zira öne alan Evvel’dir, Varlığı Ezelidir. Sona bırakan Ahir’dir, varlığı Ebedidir. O Mukaddim’dir, Muahhir’dir (cc).
 
Peygamberimizin (asm) yaptığı rivayet edilen aşağıdaki dua Mukaddim ve Muahhir isimlerini vesile kılmakta, her iki ismi de “La İlahe illa Ente” hüküm cümlesine yani tevhide bağlamaktadır: "Allâhümmağfirlî mâ kaddemtü¸ vemâ ahhartü¸ vemâ esrartü¸ vemâ a’lentü¸ vemâ esraftü¸ vemâ ente ta’lemü bihî minnî¸ ente'l-mukaddimü ve ente'l-muahhir¸ lâ ilâhe illâ ente".
"Allah'ım! Şimdiye kadar yaptığım¸ bundan sonra yapacağım¸ gizlediğim ve açığa vurduğum¸ ölçüsüz bir şekilde işlediğim ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de Sen¸ geride bırakan da Sensin. Senden başka ilâh yoktur" (Hadis-i Şerif’i zikreden Ramazan Altıntaş, Kategoriler: 148. sayı, Somuncubaba.net).
 
Biz de Hazreti Peygamberimizi (s.a.v.) ve duasını anarak Mukaddim ve Muahhir olan Rabbimizden (cc) diliyoruz: “Ya Zat-ı Mukaddim ve Muahhir! Bizim evvel ve ahir günahlarımızı affet. Bizi öne aldıklarının ve aziz kıldıklarının seviyelerine çıkart. Başımız dara düştüğünde, zillet üzerimize tül gibi örtüldüğünde, “A’da (Düşmanlar) bizi zelil kıldığında” bizi sabır ve iman ile Muahhir ve Mukaddim İsimlerinin tecellilerinin hakikatini bilmeye teşne kıl. Bizi Senin hoşnut olduğun ve Senden hoşnut kullarından eyle. Derdin ve dermanın, zillet ve izzetin verilme zamanını tayin eden Sensin, bizi nihai safhada aziz eyle. Bizi Mukaddim ve Muahhir İsimlerinin hakikatine erdir. Âmin.”
 
ROTAP- banner-

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir