Hayat Edebiyat Siyaset

MEHMET RAGIP KARCI

MEHMET RAGIP KARCI
Hayat Edebiyat Siyaset
 
Kullandığımız kavramların hayatımızda oynadığı rolü düşünmeye çalışmak, sanatçıların yaptığı işin zorluğunu doğru algılamamıza yarayacaktır. Günlük konuşmalarımız sırasında kullandıklarımızla aynı olsalar bile sanatçının bir sihirli yük yükleyerek kullandığı kavramlar sıradan bir konuşmacı olarak, bizi hem ilk bakışta hem de son kararda bir şaşkınlığa düşürebilir. Düşürebilmelidir de. İlk elde zamanla ilgili olan bir sözü ele alalım. İyi akşamlar demek bir iyi dilek olmakla birlikte bir vaktin geldiğini veya o vaktin içinde bulunduğumuzun bilgisini de taşır.

Oysa Amerika’da biriyle yapılan bir telefon konuşması sırasında geçen “iyi akşamlar” sözü, telefon edenin telefonun öteki ucundakini bilmem ama, o telefon konuşmasına şahit olanlar tarafından “tî ”ye alınabilir. Burada yapılan yanlışın Amerika ile ülkemiz arasındaki saat ve zaman farkıyla ilgili olduğu anlaşılmış olmalıdır. Peki, böyle bir muameleye maruz kalmamak için saat farkıyla ilgili bilgiye mutlaka sahip olmak gerekli midir? Bu soru bize taşıdığımız her bilgi ile ilgili olarak ahlâkî olanı edinme düşüncesi de vermelidir. Peki, bu anlattıklarımın edebiyat ve hayatla ne ilgisi var diye sorulabilir. İlk bakışta yoktur. Ancak böyle bir durumun vukuu sırasında takınılacak tavrın, hayatın edep yönü ile olan ilgisi için yukarıda anlatmaya çalıştıklarımla ilgisi vardır. Edebiyat tabiatı itibariyle şehirli bir iştir. Bu bakımdan Medine’de gelişmiş bir idrâk ve davranış seviyesini ifade etmek için adını da kelimenin kendisine bağlı olarak almıştır. Bu duruş ve idrâki taşıyanlara da medenî diyorlar. Bu bakımdan medenî insanda bulunması tabii görülen hallerden birinin de edep olması bu sebepledir. Şöyle denebilir mi? Medîne (şehir)içinde hayat süren insanların davranışlarında adalet, edep ve hayâ sınırlarını gözeterek yaşadıkları bir mekândır. Bedevîlerin de kendi aralarında bu hukuku korumaları mümkündür. Ancak korudukları hukuk, başkalarına karşı kazanmış oldukları maddî üstünlüğü kaybetmeme hukukudur. Şehirli için adalet, edep ve hayâ dediğimiz sınırlar bediî bir seviyeyi ifade etmektedir. 

İnsanoğlu kendisiyle ilgili olan bilgi ve görgü alanlarında ilk elde farkına varmadan insanlar arasında hep bir üst yetki katmanını kollar. Bu katmanın iktisabı sadedinde yapılan her davranışın haklı veya haksız olması, hesaba bile alınmaz. Farkına varıldığında büyük lezzetler ve hazlar ifade eden ve adına makam da diyebileceğimiz bu iktidar durumu etrafındakileri kendine ait  “lütfedilenle yetinilen” bir alan içinde kuşatmak ve gerektiğinde kullanmak üzere elinde de tutmasına yarar. Bunu başaramaması durumunda bile, hiç olmazsa nefsine ait bir tatmin zemini bulmaya çabalar. Bir de iktidarların elde edildikten sonra korunmaları meselesi vardır.  İşte burada “siyaset” zeminine ihtiyaç duyulur. Siyaset zemini de bir çeşit iknâ odalarına benzeyen ve küçük kıyaslamalar ve mantık oyunları ile siyasete olan ihtiyaca inandırılmış zihinlerin kuşatılması için hazırlanmış güzel sözlere muhtaçtır. Siyaset alanları için bu güzel sözlerin arkasında bir hakikat bilgisinin bulunması gerekmez. Hatta bu sözlerin kendilerinin bile bir hakikate ihtiyaçları yoktur.  Hattâ edebiyat, siyaset erbabı için insanların sadece konular veya konu mankenleri olarak kısa süreli kullanım tarih ve alanlarını lisân-ı münâsiple belirleyen bir iştigal alanıdır. Bu sebeple edebiyatın varlığı edebiyatçı ile kâim değildir. Yeter ki edebiyat olsun ve bu siyaset alanında siyasetçinin işine yarasın. Aslında bu karşılıklı gelişen bir vakıa olmakla birlikte genellikle edebiyatçıların kaybettiği bir oyundur. Bu da edebiyatçıların genellikle siyâset- edebiyat arenasında, tuzağa düştükten sonra uyandıkları bir kumar olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçi artık edebiyatçılarımız da siyasete soyunmuşlar ve hemen akabinde yepyeni siyaset libaslarını bu defa giyinerek icra-yı siyaset ve edebiyat etmektedirler. Bu sebeple edebiyat da, siyâsetin vehmettirdiği iktidarlar için, siyaset erbâbının oynadığı oyunun aynısını oynamaya başlamıştır. Bu yüzden siyâsetin kullandığı âletleri kendi iştigal sahası olan zihin ve idrâk zemîninde işe yarar kılmaya çalışmaktadır. İşte edebiyatın düştüğü perişan hâlin sebebi, kendine konu olarak seçtiği toplumu “ti”ye alan ahlâkî yapının siyasetin ruhuna işlemiş olmasıdır.

Başlıkta sözü geçen her unsur kendi başlarına bir şey ifade ederler. Meselâ hayata bizi hesaba katmadan da sürüp giden bir zaman parçası diyebilir miyiz? Ancak bu zaman parçasını kendine ait bir mânâ alanı bulması, yâni kendisinden söz edilebilmesi onu yaşayanların olması ile mümkündür. Kendini yaşayan birileri yoksa hayat donuk ve her hangi bir kıymet-i harbiyesi olmayan bir şey olarak kalır. Bu şeye anlam veren bir sürü unsur vardır. Edebiyat ise aslında hayatı önemli kılabilecek değerleri idrâk etmemize yaraması bakımından önemli olmalıdır. Oysa her sanat gibi edebiyat da hayatı insan için çekilmez kılan unsurların bertaraf edilmesi hususunda yapılacak her türlü eyleme bediî ve insânî bir ruh katmayı amaçlayan bir araç olarak ele alındığında insanlığın yarasına merhem olabilir. Bu eylem siyasi de olsa…

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir