Melik İsm-i Celili ve Saatler

MEHMET ALİ BAL

MEHMET ALİ BAL
Melik İsm-i Celili ve Saatler
 
Melik İsm-i Celili “Mülkünde istediği gibi tasarruf eden” manasını içermektedir. Bu mana içinde iki ayrı mana gizlidir. Birincisi, Allah (cc) “Mülkün sahibidir”.  Mülk ise görünen ve görünmeyen bütün âlemlerdir. Allah (cc) bütün bu âlemlerin yegâne sahibi ve yaratıcısıdır. Mülkü daimidir.  Diğer manası ise Allah (cc) mülkünde yegâne ve mutlak surette hükümdardır. Yaratmasında şeriki olamayacağı gibi (Şirk mümteni’dir) melikliğinde de şeriki olamaz. Tevhidi hakikat çerçevesindeki meliklik ise ezel ve ebedi kapsar, o halde Mülkü daimidir, saltanatı daimidir.
 
Melik kelimesi ile mülk kelimesi aynı köktendir. Mülk kelimesi için genellikle “Servet, varlık, mülkiyet” gibi anlamlar verilmiştir. Melik için ise “En üst otoriteye sahip ve egemen Padişah, hükümdar, monark, kral” manaları verilmiştir. Mülk ve melekût aynı köktendir. Her ikisi de dini ıstılahta Allah’ın (cc) hususi ve mutlak yarattığı varlık âlemini ifade ederler. Hatta bu âlem bizim yaşadığımız âlemden daha da esrarlı ve başka boyutta bir âlemdir.  Melek “Ruhani varlık kategorisidir”. “Mülk, hüküm, sultan ise mutlak otorite, egemenlik, yasa, kumanda etme fonksiyonu” gibi anlamlara sahiptir.
 
Allah’ın (cc) isimlerinin her biri hem merkez hem de bir diğerinin yörüngesinde isimlerdir. Birisini diğerleri tavsif ve tavzih eder, yani güzel isimler hem müstakil manaları olan isimlerdir hem de her müstakil manası olan ismin sıfatlarıdırlar. Melik İsminin içinde yer aldığı esma Kuranda olanca canlılığı ile zikredilir: “O öyle Allah’tır ki, O’ndan başka ilah yoktur! (O) Melik’tir (Mülkünde istediği gibi tasarruf edendir), Kuddüs’tür (Her noksanlıktan münezzeh olandır), Selam’dır (Her kusurdan ve afetten salim olandır), Mümin’dir (Çokça emniyet verendir), Müheymin’dir (Her zaman gözetip koruyandır), Aziz’dir (Kudreti daima üstün gelendir), Cebbar’dır (Dilediğini yaptırandır), Mütekebbir’dir (Büyüklük ve yücelik kendisine mahsus olandır). Allah, (Onların) ortak koşmakta olduğu şeylerden münezzehtir” (Haşir/ 23). Eğer tefekkür ve tespih çerçevemizi genişletmek istersek ayetin öncesi ve sonrasında zikredilen isimlere de atfı nazar etmek gerekir. Önceki ayette “O öyle bir Allah’tır ki, O’ndan başka ilah yoktur! Gaybı ve şehadeti (Gizli olanı ve görüneni) hakkıyla bilendir. O, Rahman’dır (Bütün mahlûkata rahmet edendir), Rahim’dir (Müminlere çok merhamet edendir) (Haşir/ 22). Dikkat edilirse esma sayılmadan önce, tevhit hakikati zikredilmektedir. Zira isimler tevhit hakikati ile hakiki manalarını kazanmaktadırlar. Sonraki ayette ise “O, Halik (Her şeyi yaratan), Müsavvir (Her mahlûka suret veren) Allah’tır. Göklerde ve yerde ne varsa, O’nu tespih eder. Çünkü O Aziz’dir (Kudreti daima üstün gelendir), Hakim’dir (Her işi hikmetli olandır)” (Haşir/ 24). Artık son ayete gelindiğinde Allah (cc) bizden kendisini bu isimlerle anmamızı istemektedir. Bu ne güzel bir murattır! Dikkat edilirse 23. Ayette zikredilen isimlerin başında Melik İsminin yer alması sanki diğer isimlerin Melik isminin sıfatı olduğunu düşündürtmektedir. Hatta diyebiliriz ki, diğer Esmayı Hüsna’yı düşünürsek, hususi Zat ismi dışındakiler Melik İsm-i Celilini tavsif etmektedirler. 
 
Allah’ı (cc) anlatan kelimeler ki hepsi güzel kelimelerdir ve hepsi Allah’a aittir, O’nundur. Güzel isimlerin hepsinin O’nun olduğu gibidir.
 
O güzel kelimelerin ve isimlerin manaları Allah’a aittir. Kelimeler de manaları da Allah tarafından yaratılmışlardır. Münezzeh ve mukaddes olan Zata ait manalarını bilemeyiz. Ancak beşerin akli seviyesiyle, O’nun (cc) tarafından bize bildirildiği kadarıyla bilebiliriz ki (Bakara/32’de buyrulduğu gibi “Melekler: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Bizim senin öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Hem her şey, bilen ve hikmet sahibi olan Sensin” dediler”), manaların mutlak ve nispi veçheleri vardır.
 
Mutlak manalar münhasıran Zatı Bari’ye aittir. Nispi manalar mutlak manaların gölgeleridirler. Mutlak manalara bakan yüzleri itibarıyla vardırlar. Nispi manalar bir nevi Zatı Bari (cc) dışındaki “Yaratılmışlar, Allah’ın (cc) mahlûkatı” gibidirler. Rahman Suresinde de zikredildiği gibi “Kâinatta bulunan her canlı fanidir (yok olucudur). Ancak Yüce olan ve ikram sahibi Rabbimizin Zatı kalacaktır (Kalıcıdır)” Rahman/ 26,27). Her şey Allah (cc) ile olan münasebeti ölçüsünde kıymet sahibidir. O’na bakan yüzü itibarıyla vardır. Nispi ile itibari kelimelerini ilişki görmek icap eder.
 
Bu yüzdendir ki, özellikle büyüklük, meliklik, Rab olma keyfiyeti, yaratma, vs. ifade eden kelime ve manaların nispi gölgelerinin çok dikkatli ve uyanık olarak kullanılması gerektiğini anlıyoruz. Mesela, Hazreti Peygamberimize, Kendisinin (cc) Habibi Ekrem’ine, hidayet meselesinde hakiki ve mutlak hidayet sahibinin kendisi olduğunu buyurmuştur. Bu bütün hidayet davetçileri için de hep göz önünde tutulması gereken bir kriterdir: “Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah dilediğini hidayete erdirir; O hidayete erecek olanları daha iyi bilendir” (Kasas/ 56). Hidayet verme konusundaki bu ikaz, Allah’ın (cc) mutlak hidayet sahibi olduğunu hatırlatmaktadır. Tabi ki, bu ayetin elbette teselli etme, iltifatta bulunma gibi hususiyetleri de vardır. Benzeri bir ayet “Müşrikleri öldüren siz değildiniz, fakat Allah öldürdü onları. Onlara doğru toprak atarken, sen atmadın, fakat Allah attı. Allah kendi keremi ile müminleri güzel bir sınavdan geçirmek için bunu böyle yaptı. Hiç kuşkusuz Allah işiten ve bilendir” (Enfal/ 17)  ayetidir. Burada kullanılan “Fakat” bağlacı Türkçemizdeki “Ama” kelimesinin değil, “Ancak veya sadece” kelimelerinin karşılığıdır. Sonrasında gelen amilin dışındaki her amili reddetmektedir. Devasa kâinatların yaratılması, en karmaşık galaksi veya okyanus sistemlerinin yaratılması gibi büyük tecellilerin yanında, müşriklere taş atan ve yüzlerine toprak saçan Peygamberine (sav) en küçük ve sınırlı bir eyleminde bile “O toprağı sen atmadın, fakat Allah attı” hükmüyle istikameti gösteren Allah’ın (cc) Zatının yukarıdaki hususiyetlerini tavsif eden isimleri ve manalarının sahipliği konusunda son derece gayyur olduğu ifade edilmektedir.
 
Bu yüzden büyüklük, kudret, zenginlik, yaratma, vb. ifade eden mana ve sıfatların yeryüzündeki gölgelerine yaklaşımda bunların hakiki ve mutlak sahibinin bir lahza dahi unutulmaması üzerinde durulmuştur. Melik isminin yeryüzündeki gölgesi olan “Dünyevi meliklerin” icraat ve davranışlarının her seviyesinde, özellikle de nusret ve zafer geldiğinde tevazu; zahiri hezimetler geldiğinde de tam teslimiyet ve rıza elzem görülmüştür. Zira ne zaferin ne de hezimetin hakiki sahibi dünyevi melikler olamazlar. Hazreti Peygamberin Mekke’nin Fethinde şehre girişi, Hazreti Ömer’in (ra) Kudüs’ ün anahtarlarını almaya gidişi, Yavuz’un Mısır Fethi sonrası halkın alkışlarının önünü kesmek için İstanbul’a geceleyin girişi Hak nezdinde yüksek zatların ahlak ve hassasiyetlerini göstermektedir. Kim unutur İspanya Fatihi Tarık Bin Ziyad’ın büyük zaferi sonrası toprak hücresinde Allah’a (cc) yalvarışını ve iç muhasebesinde bulunuşunu? İslam’ın başta Peygamberimizin Asr-ı Saadet dönemi olmak üzere parlak fütuhat ve medeniyet dönemleri böylesi tevazu örnekleriyle doludur. Çünkü Hakiki Melik Mutlak Melik Allah’tır (cc).
 
Dünyevi padişah ve meliklerin kibirlerine “Kibriya” değil, “Tekebbür” uygun görülmüştür. Türkçemiz bu kötü mü kötü manayı ifade eden kelimeyi “böbürlenme” olarak zapt etmiştir. Bu ses ve şekil olarak da manayı tam karşılayan bir kelimedir.
Edep ve tevazu dünyevi meliklerin, hükümdarların elzem tamamlayıcısıdır. Hatta Müslüman Meliklerin hakikilerini sahtelerinden tevazu ve edepleriyle ayırt edebiliriz. Tevazu ve edep bir güneş gibidir kuşkusuz. Saklanamaz, örtülemez; yokluklarında da insanlar kandırılamaz.
 
Allah (cc) mutlak manada “Malik-ül Mülktür”, mülkün sahibidir. Allah (cc) ezelden ebede, zahir ve batını itibarıyla yoktan var ederek yarattığı her şeyin Melikidir de. Her şey Zatı Bari’si dışında kalan bütün yaratılmışları ifade eder. Varlık âleminde en küçük bir nokta kadar yer yoktur ki, Allah’ın (cc) mülkü olmaktan ve O’nun melikiyetinin hükümranlığı dışında kalmaktan beri olsun. Dolayısıyla yeryüzü üzerinde, Malik-ül Mülkün Mülkünü temellük etmek isteyen dünyevi melik sıfatını taşıyan kişiler gülünç durumlara düşerler. Kuranı Kerim bu sınıftan olan Şeddat, Firavun, Calut, vb. büyük tağutları bize anlatır. Melik ve hükümranlık verdiği peygamberleri zikrederken de “Mülk ve hikmeti” birlikte zikreder. “Onları Allah’ın izniyle hemen bozguna uğrattılar. Davut Calut’u öldürdü. Allah O’na (Davud’a) mülk ve hikmeti verdi. Ve Ona dilediğinden tam manasıyla öğretti…” (Bakara/ 251). Büyük inkârcıların temel özelliği gerek servetlerinin gerekse maddi kuvvetlerinin çokluğuyla övünmeleri olarak öne çıkmaktadır. Cezalandırma ve tehdit ana araçlardan biridir. Müslüman Meliklerine ise Mülk ile birlikte hikmet de verilmiştir. Tek başına mülkün önemi de yoktur, faydası da. Hikmetin elbisesi edep ve tevazudur kuşkusuz.
Hele ki, her şeyi yoktan var eden Allah (cc) huzurunda edep ve tevazu Peygamberler için belki de farzlardan biridir. Bu yüzdendir ki, Hazreti Peygamberimiz (sav) Cebrail’e (as) günlerdir ağzına bir lokma koyamaması durumunu ifade ettiğinde, (Bir rivayete göre İsrafil (as)) tarafından kendine “Allah’ın (cc) selamı getirilir. Ve gelen melek O’na (sav) “ Melik peygamber mi yoksa kul peygamber mi olmak istersin?”  teklifini getirir. Hazreti Peygamber (sav) bu Hak’tan gelen bu teklif karşısında şaşırarak Cebrail’e (as) bakar. Cebrail (as) “Ey Allah’ın Resulü Allah’a karşı mütevazı ol!” der. Allah Resulü (sav) aynı şeyi kabul eder “Kul bir peygamber olmak isterim” der. (Müsnet, 2/ 231).
 
“Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin. Hayır senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kadirsin!” (Ali İmran/ 26).  “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir” (Fetih/ 7). Ey Kudreti sonsuz Allah’ım bizleri Melik isminin tecelli ve cilveleriyle feyizli kıl. Bir mümin kul olarak yaşamayı ve Melik isminin semasına kabul edilecek rıza ve tevazu ve edep ile yaşamayı nasip et. Zira ki, Melik olarak senin atiyyelerini (Hediyelerini) ancak Senin matiyyelerin (Taşıyıcı ve yüklenicilerin) taşıyabilir (İ. Rabbani). Ey Aziz ve Melik isimlerinin sahibi olan Allah’ım, bizleri bu isimlerinin tecelli ve tezahürlerine uygun yaşamayı, yetişmeyi, hudutlarına uymayı nasip et. Amin.
 
Melik ism-i celilinin bizim dünyamıza basit bir yansımasını da paylaşmak istiyorum. Mademki biz öyle bir Yaratıcıya inanıyoruz ki, O Aziz’dir, Mümin’dir, Müheymin’dir, Melik’tir. Öyleyse bizim kültür-sanat ve davranış kodlarımız, yaşama tarzımız ve özellikle de kişisel kullanım araçlarımız inandığımız Zatın (cc) isim ve sıfatlarıyla insicam içinde olmalıdır. Özellikle Melik İsm-i Celili Müslümanların özerk, egemen ve başka hâkim gelenekler karşısında İslam’ın özgünlüğüne sahip olmalarını gerektirmektedir. İçinde bulunduğumuz lüks saat ve aksesuar sektöründe de kişisel kullanım araçlarımızın özgün bir damga taşımaları, kişisel özelliklerimizin özel karakterini yansıtmaları, egemen çizgiler ve tasarımlar içermeleri beklenir. Zira melik sıfatını ve tezahürünü ancak melikin matiyyesi (Taşıyıcısı, yüklenicisi) karakterine sahip araçlar, semboller ve tasarımlar temsil edebilir.
 
Biz de ticari hedeflerimizi yükselen ve yeni bir kültür-sanat kıvamına erişen müşteri kitlemize hitap edebilecek ürünlerle desteklemeyi amaçladık. Ürün tercihimizde özgünlük, bireysellik, benzemezlik gibi özellikleri olan nitelikli ürünler etkili oldu. Hala da gelişen bu sektörü takip ederken benzeri stratejiyi ve kültürel tercihlerimizi önde tutuyoruz. Bu son derece dinamik alana hâkim olmak için sürekli kendimizi geliştiriyoruz. Bu gelişimin en temel karakteri özgün ve egemen oluşudur. Sadece kendi kültür kodlarımızla ana hatları belirlenmiş bir tasarım ve kombinasyonla bu alanın en iyi, en nitelikli ve en yeni ürünlerini sunmaya çalışıyoruz.
 
 
 
ROTAP- banner-

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir