Babıali

MEHMET ÇETİN Babıali

MEHMET ÇETİN
Babıali
 
Söze Babıali ne demek diye başlayalım.
Bilindiği gibi Babıali yüce kapı demek.
Osmanlı’da kullanılışı Devlet kapısı, yani hükümet, yani devlet, yani iktidar demek.
Çünkü Babıali, Cumhuriyet döneminde Valilik binası olarak kullanılan binanın adıdır aynı zamanda.
 
Bu bina büyüyen Osmanlı Bürokrasisi nedeniyle sadrazamlığın Topkapı Sarayı dışında ve Saraya yakın bir sadrazamlık binası yapma düşüncesinden doğdu.  1756'da Sultan III. Osman tarafından bu semtte yaptırılan Sadrazamlık Konağı ilk bilinen resmi nitelikteki Sadrazamlık yani hükümet binasıdır.
 
Bu bina birkaç kez tamamen, birkaç kez kısmen yandı. Değişti, restore edildi.
 
Önceleri binaya Sadrazamlık için yapıldığından “Paşa Kapısı” ve Hz. Süleyman'ın veziri olan Asaf’tan, dolayı sadrazamların zaman zaman Asaf ismiyle nitelendirilmelerinden dolayı, yeni yapılan bu konuta da “Bab-ı Asafi' denildi.
 
1808 yılında Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı sırasına çıkan ayaklanmada bir patlama sonucu bina bir kere daha tamamen yandı.  Yeniden yaptırıldı. Binaya dönemin padişahı II. Mahmut’tan dolayı Mahmud-ı Adli dendi.
 
Bu isim zamanla Bâb-ı Adl ya da Bâb-ı Adli isimlerine, deyimine dönüştü.
19. yüzyılın ikinci yarısında da “Babıali” oldu.
Bir de bir darbenin adıdır Babıali…
Babıali baskınının…
 
Bâb-ı Âli Baskını, Osmanlı İmparatorluğu'nda 23 Ocak 1913 günü Enver Bey ve Talat Bey'in başını çektiği bir grup İttihat ve Terakki üyesi tarafından hükûmet binası Bâb-ı Âli'nin basılmasıyla gerçekleştirilen askerî darbenin adıdır. Bu baskın sırasında Harbiye Nazırı Nâzım Paşa öldürülmüş, Sadrazam Kâmil Paşa'ya zorla istifası imzalattırılmıştır. Darbe sonrasında iktidar İttihat ve Terakki'nin eline geçmiştir.
 
Osmanlı hükümetinin Babıali’de çalışmaya başlamasıyla yeni ortaya çıkan Türk basını da haber kaynağına yakınlık gerekçesiyle bu binanın çevresinde yerleşmeye ve yapılanmaya başladı.
Ve Babıali bir binanın adı olmaktan çıkarak bir muhitin adı oldu.  Sirkeci'den başlayıp Babıali binasının önünden geçerek giden Cağaloğlu yokuşunun iki yanındaki ve yan sokaklarındaki matbaa ve gazete binalarını kapsayan yerin adı Babıali olarak anılmağa başlandı.
 
Babıali bir süre sonra bir mesleğin ve bir sektörün adı oldu aynı zamanda.
Yakın zamana kadar, yani 1980’li yıllara kadar, yani medyanın yerini henüz basın almamışken, yani basın-yayın organları İkitelliye taşınmamışken Türk basınının yoğunlaştığı bölgeyi ve Türk basınını ifade etmek için kullandığımız bir deyimdi Babıali.
 
İşte Necip Fazıl’ın “Babıali” kitabı Türk basınının yoğunlaştığı bu bölgeyi ve basın sektörünü, bu sektörde çalışanları anlattığı bu eserin adının kısa hikâyesi.
 
Bu semtin hikâyesi ile Türk basınının doğuşu ve teşekkülü arasında ilginç bir benzerlik hatta kader ortaklığı var.
 
Hikâyenin bir yerinde “Osmanlı hükümetinin Babıali’de çalışmaya başlamasıyla yeni ortaya çıkan Türk basını da haber kaynağına yakınlık gerekçesiyle bu binanın çevresinde yerleşmeye ve yapılanmaya başladı.” demiştik.
 
Bu sadece haber kaynağına yakın olma amaçlı bir tercih değil “Güce, devlet gücüne yakın olma, devlet gücünden yararlanma ve zamanla devleti yönlendirme stratejisine yönelik bir tercihti. Padişahlıklarda kaçıncı güç olduğu meçhul ama Demokrasilerde 4. Güç olan basınının 1. Güce yani siyasi iktidara yakın olma isteği Türk basınının her şeyini belirledi. Yandaşlık, karşıtlık, yandaşlık ve karşıtlık adına yabancı misyonlarla işbirliği vs.
Ve bürokratik vesayetle hedef ve işbirliği.
 
Yine hikâyenin bir yerinde “Babıali baskınından bahsetmiştik.  Adı Babıali olan bir hükümet darbesi. Osmanlı dönemindeki bir baskınla aynı adı taşıyan Türk basını, yani Babıali kaderin bir cilvesi olarak günümüze kadar her hükümet darbesinin hazırlayıcısı, destekçisi ve suç ortağı bir güç olarak varolageldi.
 
Ve Babıali’nin yani Türk basınının değişmeyen bir özelliği var. Kayıtsız şartsız batıcı olmak, milletin ve değerlerinin karşısında en azından uzağında olmak.
Babıali’yi milli bir problem haline getiren en önemli neden budur.
 
İşte Necip Fazıl’ın Babıali adlı otobiyografik eseri, daha açık ve net ifadesiyle hatıraları içinde yaşadığı bu çevreyi anlatıyor.
Bu eseri konuşmak için böyle uzun bir giriş gerekti.
 
Şimdi müsaade ederseniz bu hatıra kitabı bağlamında biraz Necip Fazıl’dan bahsetmek istiyorum.
Çünkü bir hatırayı değerli ve önemli kılan hatıra sahibinin değerli ve önemli bir kişilik olmasıdır. Her hatıra yazarı ile anlamlı hale gelebilir ve tarihi, edebi, siyasi ve toplumsal bir konuma oturtulabilir.
 
Bilindiği gibi Necip Fazıl ülkemizin en büyük ve önemli şair, yazar ve mütefekkirlerinden biridir. Sadece bu özellikleri bile onun hatıralarını değerli ve önemli kılmak için yeterlidir.
Ama bu kadar değil.
 
Necip Fazıl, çocukluğunu Osmanlı döneminde yaşamış, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ilk gençlik yıllarını idrak etmiş, tek parti dönemini, çok partili dönemleri safha safha görmüş, darbe ve muhtıraları, soğuk savaş yıllarını izlemiş bir gazeteciydi aynı zamanda.
Elbette böyle bir kişiliğin hatıralarını daha da önemli kılar.
 
Ama Necip Fazıl’ın hayatını, yaşadıklarını ve hatıralarını dolayısı ile Babıali isimli eserini önemli kılan asıl nokta onun “tek ve gerçek bir muhalif” olmasıdır. Ülkede kurulan sistem dahil bütün siyasi ve ideolojik akımların lanetli gördüğü bir fikrin, bir imanın ihya ve inşasına dayalı muhalefet yapan tek aydındır.
 
Türkiye’de elbette Sosyalizmden milliyetçiliğe ve liberalizme kadar çok sayıda muhalif aydınımız, entelektüelimiz vardı. Ama o muhalefetlerin hepsinin dünya sisteminde de bir karşılığı, bir destekçisi vardı. Sözgelimi sosyalist muhalif aydınlarımız vardı. Bu aydınlarımızın muhalefeti de elbette kendi şartlarında anlamlı ve değerliydi. Ama sosyalizm dünyada yürürlükte olan sistemin sol kanadıydı ve belli ölçüde geçerli kabul edilen bir ideolojiydi. Bir sosyalist aydın bir baskıyla, maddi ve manevi sorunla karşılaştığında içerden ve dışardan çok sayıda destekçisi vardı. Nazım Hikmet’in sığınabileceği bir sosyalist Rusya vardı. Askeri darbelerle başı belaya girenlerin kaçabileceği batılı ülkeler ve bu ülkelerin sol güçleri vardı.
Ama Necip Fazıl’ın savunduğu dünya görüşü milli idi ve kaçacak bir yeri yoktu.
 
Daha da önemlisi Türkiye’de komünistler dahil solun çok önemli bir kısmı ya Kemalist ya Kemalizm’le müttefiktir.  En azından Kemalizm’in geleneksel değerlere karşıtlığı noktasında görüş birliği içindeler.
 
Bugün ünlü ünsüz neredeyse tüm Türk Marksistlerin Kemalist saflarda bulunmasının kökleri bu görüş birliğinde aranmalıdır.
 
Yine Türkiye’de sermaye ile solun bütün çeşitleri arasında İslam’a, milli değerlere karşı bir dayanışma vardır.
 
Necip Fazıl sadece sisteme muhalif değildi, sisteme muhalif olan ama dünyadaki sistemin bir parçası olan muhaliflere karşı da mücadele ediyordu.
 
Babıali okunurken bu hususlar dikkate alınmalıdır.
 
Necip Fazıl, bir sanatçı, bir aydın olarak muhalif değildi sadece. O aynı zamanda bir aksiyon adamıydı.
 
Ve son olarak Necip Fazıl, kenarda kalmış, sistem dışı bırakılmış bir kesimden çıkmış bir muhalif değil, sistemin içinden çıkmış bir muhalifti.
Necip Fazıl bu yüzden affedilmedi hiçbir zaman. İçinden geldiği sözüm ona seçkinlerin ne kadar kof, yetersiz, taklitçi, kokuşmuş ve kim bilir kaç yüzlü olduğunu ortaya koydu.
 
Bütün bunlar Babıali’nin ne kadar değerli olduğunu ne kadar önemli olduğunu hatta ne kadar vazgeçilmez olduğunu göstermektedir.
 
Nitekim Necip Fazıl, Babıali eserini bir yazarın tanığı olduğu ve önemli gördüğü olayları, şahısları, dönemleri, mekanları, akımları anlatmakla yetinmez. Hatta hatıralarını yazmasının asıl sebebi davasıdır. “Büyük, öksüz ve hor” bir davanın öncüsü olarak toplumun, sistemin, fikir ve sanat ortamlarının bir tasvirini yapmak, mücadelesine bir temel, bir zemin oluşturmaktır, yapmaya çalıştığı.
 
Adını kitaplardan, gazetelerden öğrendiğimiz yüzlerce siyasetçi, sanat ve edebiyatının her alanından sanat ve fikir adamı, gazeteci, ilim adamı resmi geçit yapar Babıali’de.
 
Kafamızda canlandırdığımız bu isimlerin bir kısmının düştüğü acınası haller, ahlaki zaaflar hayretler içinde bırakır bizi. Bazen içimizi acıtır. Bazen keşke bilmeseydim dedirtecek kadar yanlışlıkla girdiğimiz bir gerçek yüzler galerisinde dolaştırır bizi.
Bu açıdan bakıldığında Babıali bir hatıra kitabı değil, bir tez kitabıdır. Babıali’nin en güçlü ve bazen en zayıf tarafı budur.
 
Necip Fazıl kendini çok anlatan bir yazardır. Belki de kendini çok anlatma ihtiyacına sürüklenmiş bir yazardır.
 
Bu eser, hakkında kayda değer bir yazı yayılmamış. Muhataplarının çoğu sessiz kalmış, Babıali esnafı, Babıali kitabını sessizliğe mahkûm etmiştir.
 
Muhafazakâr çevrelerin itirazı ise bellidir.
 
Necip Fazılın bu eserini okumadan yakın tarih anlaşılamaz.
 
Babıali ile birlikte okunması gereken eserler vardır.
Mesela Mahmut Çetin’in “Boğazdaki Aşiret” kitabı.
 
_________________________________
Mehmet Çetin’i Rahmetle ve Özlemle Anıyoruz
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir