İnsanoğlunun Hayat Mücadelesi Devam Ediyor Ateşle İmtihanı da…

MÜŞTEHİR KARAKAYA
İnsanoğlunun Hayat Mücadelesi Devam Ediyor Ateşle İmtihanı da…
 
İnsanlığın varisleri başta peygamberler olmak üzere, hangi dine mensup olursa olsun, yol göstericileri yaradılış öğretisine uygun olarak insanlığı tekrar yüceltmek ve ayağa kaldırmak için çabalayıp durdular. Dünyayı, kandan, kaostan, keşmekeşlikten, kalleşlikten, zulümden ve fesattan kurtarmak için gayret sarfettiler. Ama bunun yanında insanlığın düşmanları da boş durmadılar, insanı kaosa, karanlığa, fitneye, istibdada sürüklemek için; ki, onların bu cehtleri ekmeklerine yağ sürmek içindir; çabalayıp durdular. Bizim insanlık serüvenimiz, her aklı başında bulunanın dediği gibi, Habil ile Kabil’in varolma mücadelesinden başlar, kıyamete kadar sürer.
 
Günümüze dek süren bu mücadele ve serüven, sınav kaidesi olarak hep varolacaktır. Kimi kaybedecek kimi kazanacaktır. Kimi Kabil’in safında yerini alacak, kimi Habil’in. Kimi bu sınavın farkında olacak, kimi farkında bile olmayacak. Bilinen o ki, bilmemekten, farkında olmamaktan çok bilerek saflarını belli etseler, etmeseler yol hep bir tek yere çıkar.. O yer; bir düşünürün deyimiyle: “Zaman gaddar ve haşin bir öğretmendir, önce imtihan eder sonra ders verir”. Ya da: “….. bütün öğrencilerini öldürür…”
 
***
 
Bütün peygamberlere bakın, öğretileri ve ilahi mesajları aynıdır, evrenseldir. Bir millete de gelmiş olsunlar, bir yöreye veya bir coğrafyaya da olsa öğretileri aynıdır. Geniş kapsamlıdır. Sonradan sapıtan sapıtmıştır. O yoldan çıkanlar veya o yolu iyi hazmedememiş olanların eklemeleri bir yana, yeni öğretiler ve israiliyat (israil milleti tarihte bunu en çok yaptıkları için bu adla adlandırılmışlardır) üretenlerin kendilerine göre bir amaçları vardır. Belki zaman, belki yer, belki şartlar, belki sosyolojik etmenler, belki güç dengeleri bunları yeni bir din yaratmaya götürüyor olabilir ama aslolan şey, bu yeni dinler, eski dinlerin ve öğretilerin yerine geçememesi. Evrenselliklerini kaybetmesidir. İnsana ve insanlığa iyi olan şey iyidir. İlahidir. Kötü olan şey, ilahi değildir, yani ilahtandır ama yaptırtan güç, erk, kudret ilahi değildir. Hayri ve şerri yaratan Yaratıcı, hayrın ve şerrin akabinde neler getireceğini, nasıl meyve vereceğini de öğretmiştir, belirlemiştir.
 
Hz. İsa örneğinden yola çıkarak çarpıcı bir örnek sunmak istiyorum. Gerçi okuyanlarımız bilir ama benim, hep düşünegeldiğim için bunu kendi kendime bir ders olarak mütalaa ettiğimi düşünün. İncil, müjde demektir. Muştu, ilahi muştu, müjde. Hz. İsa söyleyerek, birebir yazdırarak yazılmamıştır. Göğe çekildikten sonra havariler (taraftarı, yandaşları-özellikle ilk iman eden oniki kişi) onun söylediklerinden ve öğrettiklerinden yola çıkarak yazmışlardır. Bir nevi nasihat ve yol gösterme metinleridir. Şiirseldir, diğer kadim kitaplar gibi. Yalındır. Fakat hikaye anlatır gibidir, yani İsa’nın yaşadığı yıllar içinde yaptıkları ve söylemiş olabilecekleri anlatır. Asıl benim anlatmak istediğim şey İncil’in içindekileri anlatmak değil. Önemli bir farkı ortaya sermek.
 
Konsoller tarafından kabul edilen son dört İncil’i yazan Matta, Lukas, Markos, Yuhanna’nın kendi anlatımlarında, hemen hepsinde İsa’dan bahsederken Allah’ın oğlu, Rabbin oğlu diye anlatırlar. Bunlar kendi cümleleri. Anlatış şekilleri de hemen hemen benzerlik gösterir ve öyküseldir. Fakat dört İncil’de de İsa’nın kendi ağzından verdikleri sözleri söylerlerken; Allah’ın oğlu şöyle dedi derlerken; “Ben insanoğlu, şu vakte kadar… insanoğlu sizden ayrıldıktan sonra… insanoğlunu ele verecek…” gibi Hz. İsa hep kendinden “insanoğlu” diye bahseder. Cümlesi biter bitmez de yazan kişi devreye girer ve Allah’ın oğlu böyle dedi der. Kafamı kurcalayan bu sözler, aslında ilahi mesajın nasıl doğruluk kazandığının bir göstergesidir. Kimse kalkıp “siz Allah’ın oğludur diyorsunuz ama o kendine insanoğlu diyor” demiyor.
 
Belki bunlar çok konuşuldu, tartışıldı, yıllarca üzerinde duruldu, kimin niyeti, kimin kısmeti bilinmez, ama İseviler bu yollarından ayrılmadılar. Bu da ayrı konu. İlahi öğretiye baktığınızda aynı öğreti. Hz. Musa’nın getirdiği şeriat ile Hz. Muhammed’in getirdiği şeriat arasında çok büyük farklar yok. Sosyal yönden zaten din nasihattir. Bütün semavi dinlerde katl, zina, yalan, ana-babaya itaatsizlik, içki, kumar, yalan yere şahitlik yapmak yasaktır. Bu durumda eğer İseviler şirke düşüyorlarsa bunun müsebbibi kim veya kimler? Şimdi diyeceksiniz Muhammedi’ler çok mu öz ve kusursuz olan ve hiç bir sapma göstermeyen son dine layıkıyla iman ediyorlar? Ali Şeriati doğru söylemiyor muydu? “Bu din benim dinim değil.”
 
***
 
Yakın tarihimizin üzerinde çok durduğu, yeni ütopyalar ve senaryolar düzenlediği “medeniyetler çatışması” da sona eriyor. Dinlerin kutsal mesajlarının öngördüğü birlik, beraberlik, dünya kardeşliği tezi yeniden canlanmaya başlıyor. Doğanın insanoğluna öngördüğü yıkımlar, yakın bir gelecekte herkesi bağlayacaktır. Buna süper güçler de dahil, Afrika’nın balta girmemiş ormanları da. Bütün ideolojiler iflas edecektir. Zaten bunları biliyoruz. Bizim bilmediğimiz veya unutmak istediğimiz şey: bomba ve kurşun sesleri altında uyumaya çalışan çocukların hesaplarını tutan bir kudretin varlığı… Bu gücün ve adil hükümranın elbette kendine göre hesabını er geç bizden alacağıdır.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir