MEHMET ERDOĞAN
Gönlümün Bir Parçası Sende Kaldı Etyopya
İki yıl aradan sonra tekrar Etyopya’ya gidiyoruz. 7 Eylülde İstanbul’dan havalanan uçağımız beş saat sonra başkent Addis Ababa’ya indi. Yine Türkiye Diyanet Vakfı tarafından vekâlet yoluyla kurban kesim kampanyası için buradayız. Bu defa 20 kişiyiz ve herhangi bir ücret almadan gönüllü olarak geldik. Müslüman kardeşlerimize hizmet yolunda ülkemizi ve milletimizi temsil etmenin gururunu yaşamak çok güzel bir duygu. Tarifsiz bir heyecan ve keyif içindeyiz. Arkadaşlarımız ekip ruhuyla ve fedakârca çalışmaya hazır.
Otelimize yerleştikten sonra iş bölümü yaptık ve iki gün içinde bölgelerimize dağıldık. Arkadaşlarımızı tekbirler eşliğinde görev yerlerine uğurladık. İlk defa gelenleri tecrübeli ve bölgesini tanıyanların yanına verdik. Ne yapacağımızı ve nasıl hareket edeceğimizi biliyoruz. Sağlığımıza ve güvenliğimize dikkat ediyoruz. Ülkemizin merhamet elçisi olduğumuzu aklımızdan çıkarmıyoruz. Habeşistan Kralı Necaşî’nin ülkesindeyiz. İlk Müslümanların ilk hicret yurdunda Müslüman kardeşlerimizle tarihi ve bayramı yaşayacağız. Bu şuurla hareket etmeye çalışıyoruz.
İkinci gün cuma namazı için Addis Ababa Din Hizmetleri Müşavirliğimize gidiyoruz. Mustafa Acar, kurucu müşavirimiz. İki yıl önce birlikte gelmiştik. Çok güzel işler yapmış, çok güzel projeleri var. Uzun uzun konuştuk; fikir alışverişinde bulunduk. Türkiye, Etyopya’da din hizmetleri alanında da iddialı. Buradaki Türk toplumuna ve Müslümanlara çok güzel hizmetler sunuyor. Müşavirliğimiz, kurumsallaştıkça bu topluma din hizmeti alanında örnek olacak inşallah.
Geçen yıl Türkiye’den bir din görevlisi arkadaşımız gelmiş, ramazanda teravih namazı kıldırmış, Türk toplumunun çocuklarına Kur’an-ı Kerim okumayı öğretmiş. Müşavirliğimizin çok güzel ve pırıl pırıl bir mescidi var. Burada cuma namazı kıldık. Yine ilkler yaşadık: Bir Türk din görevlisi Etyopya’da Türk Din Hizmetleri Müşavirliğinin mescidinde Türk toplumuna ve Etyopyalı Müslümanlara cuma namazı kıldırıyor, Türkçe hutbe okuyor, ilâhî mesajı gönüllerimize akıtıyor. Secdeye 1400 küsur yıl önceki ilk Müslümanların duası olarak alnımızı koyarken kalkmak istemiyoruz; bu huzurda duruş bitmesin istiyoruz.
Müşavirliğimizde açılışı bayram sabahı yapılacak olan “15 Temmuz Şehitleri Fotoğraf Sergisi” çalışması var. Anadolu Ajansının çektiği fotoğraflardan 30’u çerçevelenerek Müşavirliğimizin bahçesinde sergilenecek. Müşavirimizle fotoğrafların takılacağı demirden panolar yaptırdık. Bu vesileyle Bursalı bir mobilya imalâthanesine gittik. Bir baba ve iki oğlu on yıldır burada mobilya işi yapıyor. Pano yaptırmak istediğimizi söyledik. Malzeme eksiği vardı, bizim de zamanımız sınırlıydı. Bunun üzerine Erzurumlu bir vatandaşımızın metal fabrikasına yönlendirdi bizi. İstediğimiz panoları orada demirden yaptırdık. Onlar da on yıl önce buraya gelmişler. Üç ortak olarak su kuyusu açan makine yaparak işe başlamışlar. Sonra yatırım yaparak işi büyütmüşler; askerî malzemeler, vinçler, beton dökme makinaları vs. üretmeye başlamışlar. Fakat sorunları var; yardım ve teşvik alamıyorlar, iş garantileri yok ve en önemlisi ülke dışarıya kapalı. Buradaki küçük ölçekli yatırımcı devletler arası güvenceye ihtiyaç hissediyor. Türk müteşebbisinin geçmişte Libya’da yaşadığını yaşamak istemiyorlar. Bu yüzden biraz cesaretsiz ve heyecanlarını yitirmiş görünüyorlar.
Bugün cumartesi. Oteldeyim. Addis Ababa’da kalan arkadaşlar kurban kesim yerlerini incelemeye gitti. Ben, dinlenmeye ve kitap okumaya karar verdim. Akşam Müşavirliğimizde sergi alanını düzenlemeye gideceğim. Elimde J. M. Blaut’un Sömürgeciliğin Dünya Modeli / Coğrafî Yayılmacılık ve Avrupa-merkezci Tarih adlı kitabı var. Dergâh Yayınları tarafından neşredilmiş. Çevirisi oldukça başarılı. Kitabı Etyopya özelinde ve Afrika genelinde hissederek okumaya çalışıyorum. Yazar, Avrupa mucizesi efsanesini sorguluyor. 19. yüzyıl ortalarında Avrupalıların coğrafya kitaplarında Avrupa dışı dünya hakkında yer alan düşünceleri şöyle tahkiye ediyor:
“Afrika ve Asya’da yaşayan halklar yalnızca aşağı olarak değil, bir yanlarıyla da şeytansı olarak betimleneceklerdi. Onlar Tanrı’nın inayetini kabule yanaşmayıp onun gözünden düşmüşlerdir. Zalim ve vahşi Afrikalılar için yapılabilecek en iyi şey onları verimli olacakları bir işe yerleştirmek ve Hristiyanlaştırmaktır. Çinliler ve Hintliler, bilinmeyen nedenlerle kendi barbar medeniyetlerini kurabilmişlerse de Avrupalı ve Hristiyan olmadıklarından medeniyetleri uzun zaman önce duraklamaya ve gerilemeye başlamıştır. Tüm ihtişamlarına rağmen asla ‘gerçek’ medeniyet olmamış zalim ‘şark despotlukları’dırlar. Yalnız Avrupalılar gerçek özgürlüğü tanır.”
Bugünün Avrupası kendi dışındaki dünyaya sanki farklı bakıyor. Zihniyet aynı. Üslûp ve araçlardaki değişiklik kimseyi kandırmasın. Geçmişte ve günümüzde böyle düşünen Avrupa kibirli, bencil, zalim, sömürgeci ve emperyalist olduğundan insanlığa sadece felâket getirmiştir. Son iki yüzyılda dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan bütün savaş ve terörün, akan kan ve gözyaşının sorumlusu emperyalist batı dünyası ve onların uşaklarıdır. Bu yüzden Avrupa’nın aklı-felsefesi, bilimi-teknolojisi ve sanatı-edebiyatı samimî değildir. Bunu Etyopya’da bütün yalınlığıyla görebiliyoruz. Öyleyse yapılacak çok işimiz var. Sömürüye maruz kalmış milletlerin, ezilmişlerin, mazlumların uyanışında daha çok rol almaya devam etmeliyiz. Mazlum milletlerin umudu olmanın ne demek olduğunu Afrika’yı görmeyen anlayamaz. Müslümanı-Hristiyanı biz Türklere gerçekten bir umut ve güvenle bakıyor; siz Avrupalı değilsiniz, siz farklısınız diyorlar.
Türkiye olarak Avrupalıların, batı dünyasının korkulu rüyası olmaktan mutluluk ve gurur duyuyorum. Osmanlının torunu olmanın bir ayrıcalık ve şeref olduğuna inanıyorum. Bu konuda gerçekçi, objektif falan olmanın, ya da böyle davranmaya çalışmanın bir zaaf olduğunu, tersine sübjektif olmanın bir erdem olduğunu düşünüyorum.
Küçük küçük hikâyeler dinliyoruz; 15 Temmuz darbe teşebbüsü Etyopya’nın Müslüman toplumunda tıpkı Anadolu’nun şehirlerinde olduğu gibi yankı uyandırmış. Müslümanlar camilere, Müşavirliğimize ve Büyükelçiliğimize akın etmiş. Merakla olup biteni anlamaya çalışmışlar. Kur’an-ı Kerim okumuşlar ve topluca dua etmişler. Darbe teşebbüsü gecesi Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Atatürk Havalimanındaki basın toplantısını heyecanla dinlemişler, tercüme edip sosyal paylaşım sitelerine koymuşlar. Dünya Müslümanlarının ve mazlum milletlerin batı emperyalizmine karşı Türkiye’yi nasıl bir umut olarak gördüklerine burada bir kez daha şahit olduk. Gözyaşlarıyla ve gururla küçük hikâyeler dinledik. Tarihe şahitlik etmenin ürkütücü bir tarafı olduğunu da söylemeliyim. Türkiye, son 15-20 yılda sıkıştırılmış yüzyılları yaşıyor. İleriye doğru çok daha güçlü umutlarımız var; ama geriye dönüp baktığımızda yaşananlar, aşılan engeller, alınan mesafeler ürkütüyor. Bu 15-20 yılda yaşananların farkında olanlar, Allah’ın yardım elinin şahitleridir. Umudu besleyenin bu şuur olduğunu unutmayalım.
Bayram namazını Din Hizmetleri Müşavirliğimizin mescidinde kılıyoruz. 100 kişiden fazla cemaat var; mescit dolup dışarıya taştı. Biz, dışarıda hasırların üzerinde yer bulabiliyoruz. Aklımızdan memleketimiz, ailemiz geçiyor; gönlümüzden Mekke-i Mükerreme. Şimdi hacılar Mina ile Harem arasında koşuşturuyor. Müşavirliğimizin nezih bahçesinde bu duygularla tekbir getiriyor, dünya Müslümanlarının sesine eklemlenmeye, karışmaya çalışıyoruz. Dualar müşterek; Müslümanların birliği ve kardeşliği. Namazdan sonra büyükelçimiz fotoğraf sergisini açıyor. Başta 15 Temmuz şehitleri olmak üzere tüm şehit ve gazilerimize dua ediyor, Fatiha okuyoruz. Fotoğraflara birer birer bakarken 15 Temmuzu yeniden yaşıyoruz; acı çekiyor ve yüreğimiz kanıyor. Ne hain mahlûklarmış bunlar! Yaptıklarına, yapmak istediklerine inanamıyoruz. Etyopya’dan bu bayram sabahı Fetullahçı Terör Örgütünün lideri ve mensuplarına, ülkemize kasteden bütün örgüt ve şer odaklarına bir kez daha lânet ediyoruz. Rabbim vatan, millet ve din düşmanlarına fırsat vermesin diyoruz. Âmin.
Bayram namazından sonra kurban kesmek için acele bölgelerimize gidiyoruz. DİB-TDV, bu yıl Etyopya’da 8 bölgede vekâlet yoluyla 23.486 küçükbaş hayvan kurban kesti. 135 ülkede toplam 250.054 kurban keserken Etyopya’nın payı bu oldu. Ben, görevli olduğum bölgede 1070 kurbanın kesilmesine refakat ettim. Önce vatandaşlarımızın isimlerini okuduk, vekâletlerini verdik, ardından tekbir ve besmelelerle Allah’a adadığımız kurbanlarımızı kestik. Derisi yüzülenler yıkanıp kamyonlara yüklendi. Yükleme sırasında kurbanları birer birer saydık. Dolan kamyonları dağıtım bölgelerine gönderdik. Dağıtım bölgelerindeki arkadaşlarımız önceden tespit edilip kart verilen ihtiyaç sahiplerine izdihama yol açmadan bir düzen ve nizam çerçevesinde kurbanları verdi. Akşama doğru herkes görev alanından otele dönerken kazasız belâsız görevimizi yapmanın mutluluğu içindeyiz. Yaşadıklarımızı birbirimize anlatıyoruz. Gerçekten her bir arkadaşımız kahramanca görev yapmış. İkinci güne çok az kurban kaldı.
Boş kalan yarım günlerimizde şehri gezmeye / tanımaya çalışıyoruz. Dikkatimizi çeken şeyleri gece yatmadan yazıyorum. Başkent Addis Ababa’nın en muhkem binası Afrika Birliğinin (African Union / AU) binasıdır, Çinliler tarafından yapılmış. Tren yolu ve Addis Ababa-Nazret arasında 100 km uzunluğundaki paralı otoyol, Çinliler tarafından yapılmış. Çinliler bunları yapıp Etyopya’ya bağışlamış. Karşılığında ne götürmüş, bilen yok.
Bu ülkenin yeraltı kaynaklarını İsrail, ABD, İngiltere, İtalya, Çin ve Rusya Federasyonu insafsızca sömürüyor. Ülkede misyoner ve ajanlar cirit atıyor. Halk sefalet içinde yüzüyor. Her şey var, ama hiçbir şey yok! Yönetim kuşatılmış; bağımsız hareket etme şansı ve kabiliyetini yitirmiş durumda. Vatandaşından korkuyor ve bu yüzden insan hakları ve özgürlükler baskı altında. Az sayıda olduğu söylenen elit çevre ve zenginler yurt dışında yaşıyor. Verimli ve zengin bir coğrafya, nüfus var, ancak eğitim ve hedef yok. Herkes, belki yöneticiler de günübirlik yaşıyor. Görev bilinciyle kafamızda projeler geliştiriyoruz. Uyuyan devi uyandırmaya çalışıyoruz. Afrika’yı namusumuz addediyoruz. Çok işimizin olduğunu, çok çalışmamız gerektiğini düşünüyoruz. Fedakârca çalışacağız, yılmayacağız, bizden sonraki nesillerin sonucu görmesini sağlayacağız. Biliyor ve inanıyoruz ki batının çöküşü elimizden olacak.
Bir gün Din Hizmetleri Müşavirimiz Mustafa Acar’la Addis Ababa’da Somalililerin yaşadığı bir mahallede gezmeye gittik. Gündelik hayata dair izlenimler edinmeye çalıştık. Sokak aralarında, alışveriş yerlerinde dolaştık. Yenilip içilen yerlere girip çıktık. İnsan yüzlerine, ilişkilerine baktık. Yoksulluğun, sefaletin, çaresizliğin binbir hâlini gördük. Bir Müslüman mahallesi olarak diğerlerinden belki ahlâken biraz farklıydı; hepsi bu. Gerisi Etyopya ortalaması.
Yine Mustafa Acar’la şehri dolaşırken gözümüze Bahai Center ilişti; Bahaîliğin Etyopya’daki merkezi. Zile basıp içeri girdik. Orada bulunan görevli üç kişiyle Bahaîlik ve bu ülkedeki faaliyetleri üzerine konuşmaya çalıştık. Bahaîliğin bir din olduğunu söylediler. Temel inançlarını ve dünyaya vermek istedikleri mesajları büyük bir sempatiyle anlattılar. Merkez büyükçe bir bina. Israrla ne iş yaptıklarını, bağlılarının ne kadar olduğunu ve bu ülkedeki faaliyetlerini sormamıza rağmen bir cevap alamadık. Yerel dilde basılı bazı yayınlarını gördük, ancak yöntemlerine dair bir izlenim edinemedik. Bahaîliğin bütün dünyada İsrail’in güdümünde olduğu bilinen bir gerçek. Etyopya’da da İsrail’in çıkarlarına hizmet ettikleri kesin.
Bugün 15 Eylül. Arkadaşım Sinan İnanlı ile birlikte sabah gün doğmadan Mekelle’ye gitmek üzere havaalanındayız. Mekelle, Tigray eyaletinin başkenti. Habeşistan Kralı Necaşî’nin kabrinin bulunduğu şehir. Uçak biletlerimizi önceden aldırdık. Yabancılara özel tarife uyguluyorlar, oldukça pahalı. Bir saatlik mesafe 1000 TL civarında. Uçaktan başka seçenek yok. Karayolu hem uzun sürüyor hem de güvensiz. Mekelle Havaalanında Bekir Asar karşıladı bizi. Kiraladığı bir taksiyle geldi. Süleymancıların burada açtığı bir Kur’an kursunun yöneticisi. 30 yaşında ve Çorum’un Sungurlu ilçesinden. 6 yıldır burada görev yapıyor, evli ve bir çocuğu var. Ailesi yanında. Bu iyi. Yardımcısı yeni gelmiş, 24 yaşında, bekâr, Bartınlı bir vatandaşımız. Önce kahvaltı için Kur’an kursuna gidiyoruz. Türk usulü bir kahvaltı iyi geliyor.
Sonra yola koyuluyoruz. Sinan İnanlı, Bekir Asar, ben ve Mekelleli şoförümüz. Necaşî’nin kabrinin bulunduğu Necaş köyüne gideceğiz. Köy, Mekelle’ye 60 km kadar uzaklıkta. Etrafı seyrede seyrede gidiyoruz. Giderek dağa tırmanıyoruz. Rakım 3000 metreyi geçecek. Bir dağ köyü Necaş. Yolda bir ilçe ve bir beldeden geçiyoruz. İçecek bir şeyler alıyoruz. Taş evler dikkatimizi çekiyor. Sorunsuz, güvenli ve güzel bir yolculuk yapıyoruz.
Necaş köyüne varıyoruz. Bayram olduğu için TİKA’nın (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) şantiyesinde kimse yok. Doğruca adaletli Habeşistan Kralı Necaşî’nin (en-Necaşî Ashame b. Ebcer) huzuruna yöneliyoruz. İlk muhacir sahabeleri kabul eden ve onlara sahip çıkan Necaşî’nin kabrinin başındayız. Onu, Ca’fer b. Ebu Talib’in huzurunda okuduğu Meryem Suresinin ilk ayetlerini (1-22) okuyarak selâmlıyoruz. Ardından Yasin ve Nebe Sureleri ile kısa surelerden bazıların okuyup dua ediyoruz. Diğer sahabe kabirlerine de Fatiha okuyoruz. İlk hicretin zorluğunu, kralın Müslümanları karşılamasını ve onlardan etkilenerek Müslüman oluşunu, Peygamber Efendimizle mektuplaşmasını düşünüyor, tarihten günümüze hızlı bir yolculuk yapıyoruz.
Aklımıza Medine-i Münevvere’de Ravza-ı Mutahhara, İstanbul’da Eyüp Sultan ve Yûşa aleyhisselâmın kabri, Diyarbakır Eğil’deki Elyesa ve Zülkifl aleyhisselâm ile Sur’daki sahabe kabirleri geliyor. Necaşî’nin mekânının manevî bir uğrak yeri olmasını, hacca veya umreye gidenlerin burayı da ziyaret etmesini, oluşacak gönül bağlarının Etyopyalı Müslümanları dünya Müslümanlarıyla kaynaştırmasını hayal ve umut ediyoruz. Hayaller, umutlar ve heyecanlar içinde dalıp gidiyoruz. Kâh parçaları birleştiriyor, kâh ayrıntılara dalarak kaybolup gidiyoruz. Bir ara zihnimin boşaldığını, bedenimin fazlalık olduğunu, zamanın ve mekânın donduğunu hissettim. Ürperdim.
Necaşî ve diğer 15 sahabenin kabri ile cami ve çevresine yönelik restorasyon ve düzenleme işini yöneten TİKA’nın iki sene içinde kendine yakışmayan bir performans sergilediğini düşünüyorum. İki senede ancak bir arpa boyu yol alınmış. Etyopya’nın gerçekleri ve zorlukları bilinmeyen şeyler değildi. Bu ülkede sadece TİKA iş yapmıyor ki. Üstelik TİKA’nın yaptığı başka işler var, yani bu ülkede en tecrübeli kurum.
Gördüğümüz ve çok üzüldüğümüz acı gerçekleri şöyle sıralayabilirim: (1) Başta işin sahibi yok. (2) Ziyaretin çok olduğu bayram haftası şantiyede kimse yok. Mühendisler tatil için Türkiye’ye gitmiş. (3) Türkiye’den gelen malzemelerin zemin çalışması yapılmadan yerine konulması bir facia ve sorumsuzluk örneği: (a) Cami inşaatı devam ediyor; taş ve mermer kaplama, çevre genişletme, sıva, boya-badana vs. işleri bitmeden soğutma petekleri yerlerine takılmış. (b) Aynı şekilde ahşaptan yapılı o güzelim giriş kapısı yerine takılmış. (c) Yine çevrede Türkiye’den gelen çardaklar, toprak zemin kabaca düzeltilerek yerlerine konulmuş. Bunların zeminleri, taş, beton veya mermer yapılmayacak mıydı? Bu işlerin hak edişlerini ödemek için başka bir yol ve yöntem yok muydu? İllâ yerine konulmaları mı gerekiyordu? İnşaat bitene kadar bunların ciddî zarar görmeyeceğini kimse garanti edemez. Sonra zararı kim ödeyecek? Yazık değil mi milletin malına?
Bunlar bizim işten anlamayanlar olarak gördüklerimiz. Duyduklarımız ise hiç hoş şeyler değil. TİKA bu işi yapamıyorsa, beceremiyorsa veya önemsemiyorsa başka kurumlara devredebilir. Türkiye bunu hak etmiyor. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanımız Binali Yıldırım bunu hak etmiyor. Hele bu toprakların İslâm mührü olan Necaşî bunu asla hak etmiyor. Lütfen biraz görev ve sorumluluk şuuru diyoruz.
Necaşî’nin türbesi ve çevresini ziyaret ettikten sonra köyün karşısındaki dağın zirvesinde bulunan bir Ortodoks kilisesini ziyarete gittik. Sarp ve patika yollardan yürüyerek tepeye, kiliseye ulaştık. Müthiş bir mekân. Karşıdan Necaşî’nin türbesi ve camii görünüyor. Biri bir sırtta, biri bir tepede iki dinî mabet; biri Müslüman, diğeri Hristiyan mekânı. Birlikte Necaş köyünü gözetliyorlar. Etkilenmemek mümkün değil. Dağa tırmanırken gördüğümüz din büyüklerinin mezarları da etkileyici. Kilisenin öyle büyük bir çanı yok. Dibindeki bir ağacın dalına bağlanmış küçücük bir çan var. Etraf süslü, resimli falan değil. Sade ve otantik. Tevazu bütün mekâna sinmiş. İki yıl önce geldiğimde bir ayine rastlamıştım, bu defa kilise kapalı.
Görebildiğimiz kadarıyla Etyopyalı Ortodoks Hristiyanlar çok eski inanç ve kültürlerini muhafaza ediyorlar. Coğrafya bakir, ama insanlar yoksul. Onları hayata bağlayan belki de sadece inançlarıdır. Duyduğumuza göre batıdan gelen Katolik misyonerler Etyopya’daki Ortodoks Hristiyanları da hedef alıyormuş. ABD’nin burada yüzlerce Katolik kilisesi yapım izni aldığını hayret ve dehşetle öğreniyoruz. Bu yüzden buradaki Ortodoks Hristiyanları seviyoruz. Onlar da batı karşısında mazlum.
Zirvesinde kilisenin bulunduğu dağdan, Necaşî’nin türbesi ve Necaş köyünden içimiz huzurla dolarak ayrılıyoruz. Aşağıda, gelirken içinden geçtiğimiz bir beldede öğle namazı kılıyoruz. İçecek bir şeyler ve meyve alarak yanımızda getirdiğimiz yiyeceklerle yolun kenarındaki bir tarlada piknik yaparak karnımızı doyuruyoruz. İkindi sonrası Mekelle’ye varıyor, Süleymancıların Kur’an kursunda biraz dinleniyor, çay içiyor, ardından şehri dolaşıyor ve akşama doğru Addis Ababa’ya gitmek için havaalanına gidiyoruz. Uçağımız havalanıp Mekelle’den ayrılırken dolu dolu bir gün geçirdiğimizi düşünüyoruz.
Biz Mekelle’ye gittiğimiz gün bir grup arkadaşımız aralarında para toplamış, kılık kıyafet ve okul malzemesi almış ve onlarca yetimi giydirmek ve sevindirmek için kıskanılacak hayırlı bir iş yapmış. Yetimleri güldürmüşler, kendileri ve ülkemiz için yetim duası almışlar ve Maun Suresinin bereketini yaşamışlar. Mekelle’den dönünce kendilerini kutladık.
Etyopya’da ikinci cuma namazını, başkent Addis Ababa’nın Markato bölgesinde bulunan ülkenin en büyük camiinde, Mescid-i Enver’de kılıyoruz. Mescid-i Enver, tek kubbeli ve çok sütunlu bir cami. Cuma namazı için tıka basa dolu, cemaat dışarı taşmış. Boğuk sesle Suudî tarzı Arapça bir hutbe dinliyoruz. Kardeşlikten söz ediliyor. Namazın sonunda uzunca bir dua, cemaatin coşkusu ve âmin sesleri dikkat çekici. Namaz çıkışı dilenciler, Etyopya’nın dayanılmaz gerçekliği! Her şeye rağmen tat aldığımız bir cuma namazı kılıyoruz.
Ertesi gün kendimize zaman ayırıyoruz. Arkadaşlarımızın 14’ü Türkiye’ye döndü. Biz kalan 6 kişi de işlerimizin gerisini toparlayıp üç gün sonra döneceğiz. Sabah kahvaltıdan sonra Etyopya’nın güneydoğusunda Addis Ababa ile Oromiya eyaletinin başkenti Nazret arasında yer alan, Nazret’e yakın göller bölgesine gittik. Gölün kenarında yabancılara hitap eden turistik bir tesiste yemek yedik. Çok güzel ve doğal bir yer, etrafı gezdik. Tabiî lüks olduğu için yerli halka hitap etmiyor. Müşterileri zenginler ve yabancılar. İkinci bir yere gittik, kahve ve tropikal meyve suyu içtik, orası da aynı; lüks, halka hitap etmiyor.
Akşam ise Etyopyalı bir aileye yemeğe davetliyiz. Bize kurbanlık hayvan tedarik eden bir kardeşimiz. Yatsıdan sonra eve vardık. Çeşit çeşit yemeklerle dolu güzel bir sofrayla karşılaştık. Misafirperver bir aile olduğu belli. Ev sahibinin bizden başka Pakistanlı bir misafiri daha var. Onu sevmedik. Benazir Butto hayranı bir kişi. Merhum Muhammed Ziyaü’l-Hak hakkında olumlu şeyler söylemiyor. Yemek sonrası biraz Türkiye’den, İslâm dünyasından konuştuk. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın adı geçince ev sahibinin gözleri parladı, dua etti. Etyopyalı Müslüman bir ailenin evinde misafir olmak çok güzel bir şey, bugün onu yaşadık.
Son iki gün organizasyona yeni katılan arkadaşlarımız Addis Ababa’yı gezdi, aileleri için alışveriş yaptılar. Etyopya’da yağmur mevsimi; havalar serin. Son gün kalan ve seneye kullanabileceğimiz eşyaları Müşavirliğe götürüyoruz. Ardından yol hazırlığı yapıyoruz. 20 Temmuz saat 01.45’te uçağımız kuzeye, Türkiye’ye doğru uçarken 12 gün süren Etyopya’daki görevimizi kazasız belâsız tamamlamanın mutluluğu içindeyiz.
Son olarak Türkiye Diyanet Vakfının Etyopya’daki 2016 yılı kurban ekibini; başta ekip sorumlusu Yüksel Sezgin olmak üzere vakfın personeli Ali Atılkan, İsmail Erbaş, Cihat Bayrak, Çetin Özdemir, Mustafa Eşer, Sinan İnanlı, Nedim Yürekli, Resul Kavak, Ömer Durumlu, Azizhan Karaoğlu, Hasan Kader ve Hasan Ilıca; Diyanet personeli İsmail Özçelik; gönüllü olarak gelen Erkam Gürbüzel, Emre Deniz Demirez, Murathan Karakaya ve Yahya Uyar ile Türkiye’de okuyan Etiyopyalı öğrenci Envar Hasan’ı özverili ve başarılı çalışmalarından dolayı tebrik ediyorum. Böyle bir ekipte görev yapmak gerçekten keyifliydi. Ayrıca DİB Addis Ababa Din Hizmetleri Müşavirimiz Mustafa Acar’a da yardımlarından dolayı teşekkür ediyoruz. TİKA’da şoför olarak çalışan ve Hristiyan olan Samson Wondemagegen Seıfu da unutmak mümkün değil. Ekibimizin her işine bizden biri gibi koşup durdu.
Elveda Etyopya, seni unutmayacağım, gönlümün bir parçası sende kaldı.