Heykel, Tılsım ve Profan (II)

EYYÜP AY
Heykel, Tılsım ve Profan (II)
 
Dokunmak temellük etmektir…

İnsan bedeni bir tabudur. Ona dokunmak onun mahremiyetini ortadan kaldırır. Modern batı uygarlığında tek tabu sanırım insan bedeni kalmıştır. Dokunmak ya da dokunabilir olmak mahremiyeti ortadan kaldırdığı gibi bir temellük eylemidir aynı zamanda. Bir metafor olarak dokunma eylemi bir yandan ilgiyi, sevgiyi bir yandan da temellükü daha doğru bir deyimle yönetilebilirliği/manipüle edilebilirliği de imler. İlkel kültürlerde insanlar bir tanıma/tanışma eylemi olarak dokunmayı ya da koklamayı tercih etmiş, deneyimlemiş ve bunu bir örf haline getirmişlerdir. Örf geniş anlamıyla tanıma, bilme ya da toplumsal konsensusu izhar eder. Doğadaki diğer varlıklar da üç aşağı-beş yukarı benzer eylem ve deneyimleri insanlarla paylaşır.

İnsanlığın ilkel tutum ve yaşam biçimlerini betimleyen Paleolitik çağdan itibaren insanlar doğanın ve doğaüstü varlıklarının güç ve kabiliyetlerine ilgi göstermiştir. Bu bağlamda doğadaki yırtıcı hayvanları, şimşek, yıldırım, rüzgâr, fırtına ya da deprem gibi doğa fenomenlerini, Mevsimler, Ay, Güneş, Yıldız(lar) gibi astral fenomenler ile doğum, ölüm gibi varlığa ilişkin olguları da doğaüstü varlıklar ile ilişkilendirmiş, onların oluş ve eylemlerine ilişkin maddi ve manevi kültür yaratmışlardır. Yaşamsal deneyimlerinden ve belki bazen vahyi bilgilerden kendi varlıkları ile bu varlıklar, fenomenler arasında bir ilgi/ilişki olduğu çıkarımına ulaşmış ve bunu anlaşılabilir, sürdürülebilir ve en önemlisi de yönetilebilir kılmak için çareler üretmişlerdir. Bu bağlamda büyü, ritüel ve tabu gibi kültürel formlar Heykel, Tılsım ve Profana ilişkin süreçlerin sergüzeştlerini bize betimler.

İster mağaralardaki betim ve figürinler, ister yerleşik hayatın şafağı olan Neolitik Çağ’ın Ana Tanrıça figürinleri ve duvar betimleri aynı süreçlerin birer tezahürü olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda Arkeologlar ve Antropologlar arasındaki süregelen tartışma ve yorumların problemlerine fazla girmeden konuyu biraz daha anlaşılır kılmağa çalışayım. İster mağara betim ve figürinleri olsun ister Neolitik Çağ figürin ve duvar boyaları olsun tılsım ya da profan bağlamları henüz tam anlamıyla anlaşılabilmiş ya da konsensuse ulaşılabilmiş şeyler değildir. Şanlı Urfa’daki Göbekli Tepe yapıları ile orda bulunan tasvirler istisna edildiğinde herkesin hem fikir olduğu konu; MÖ. 3. Binlere kadarki uygarlıklarda insan boyutunda bir heykelin bulunmadığı, bulunan figürin, idol ve amuletlerin herhangi bir tanrıyı sembolize etmediği daha çok sihir, büyü, muska ve bazen de seksüel eğitim araçları olarak tılsım ve profan işlevleri olduğudur. Ancak yaygın kabule göre MÖ. 3.Binin başlarından itibaren tanrıların, tanrısal ve doğal fenomenlerin Antropomorfik bir form almaya başladığıdır.

Tılsım ve bazen profan işlevleri olan bu tasvir, figürin ve amületlerin doğa ve doğaüstü varlıkların insan yaşamı üzerindeki kontrol edilemeyen güçlerini, temellük etmek, büyü ve ritüel aracılığıyla manipüle etmek ve böylece sırlarla dolu vahşi doğadaki insan varlığını ve neslini sürdürülebilir kılmak için önemli işlevler icra etmiş olmalılar. Bu bağlamda ister arkeolojik ve antropolojik veriler, isterse kutsal metinler (tezkiye etmemekle birlikte), insanlığın bu az bilinir dönemlerine ilişkin anlatımları büyük oranda örtüşmektedir. Bu bağlamda daha önceki yorumların aksine (Çatalhöyük ve Hacılar Neolitik ve Kalkolitik Çağ figürinleri ana tanrıça betimleri olmadıkları artık en çok tercih edilen görüştür) mağara tasvirleri ile yerleşik hayatı en iyi betimleyen Çatalhöyük figürin ve duvar boyaları, bereketli bir avlanmayı, neslin devamının yegâne imkânı olan doğum ve seksüel deneyimi garanti altına almak için ortaya konmuş majik ve profan eylemlerin birer betimi/kanıtı olarak yorumlanmalıdır. Şu halde insan elinden çıkmış her betim, illa da tılsım ve/veya majik anlamı olan birer saptırıcı put değildir. Nitekim bir önceki yazımızda atıfta bulunduğumuz Hz. Süleyman kıssasındaki tasvirler de aynı şekilde profan bir bağlamda zikredilmişlerdir. Esasen Eski Tunç Çağına kadarki süreçte insandaki ve onun yarattığı kültürlerde tanrı mefhumu henüz tam olarak tekâmül etmemiş, berraklaşıp, bir şekil/form almamıştır. Hatırlanacağı üzere Hz. İbrahim kıssasında da buna bir miktar değinilmiştir. Hz. İbrahim Allah tarafından henüz bir feta/delikanlı iken seçilmiş olmasına karşın onun tanrı arayış ve tanrıyı buluş şekli ile iman ettikten sonra dahi tanrının ölüyü diriltme konusundaki kabiliyet ve imkânına ilişkin tereddüt ya da mutmainsizliği insan varlığının tanrıya ilişkin zihinsel ve ruhsal kavrayışının bir serencamını bize tasvir eder.  Heykelin doğuşu ve Putçuluk bir sonraki yazımıza kalsın…

 

Yorum yok

  1. Nurbanu Gülaçtı

    İnsanoğlunun serüveni, modern dünya ile Arkeoloji ekseninde işe yarar bir sentez çıkarmışsınız. 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir