Dostluk Üzerine

EYYÜP AY Dostluk Üzerine

EYYÜP AY
Dostluk Üzerine
 
Babama ve Şerif Amca’ya, Ruhları Şad Olsun…
 
Dostluk söz konusu edildiğinde, bilge Çiçero’dan önce, babam gelir aklıma. Onun, Şerif Amca’yla olan dostluğunu her anımsadığımda bir sevgi tomurcuğu bitiverir kalbimde. Onların dostluk ikliminde filizlenen bu sevgi tomurcuğu, büyür büyür yayılıverir göğüs kafesimin her köşesine. Çocukluk anılarıma eşlik eden iki damla gözyaşı süzülür göz pınarlarımdan, bıyıklarım nemlenir, iç(imi) çekerim; hâlâ derin bir boşluk var yüreğimde. Oğlum Muhammed Rauf’a bir ‘baba dostu’ bırak(a)mayışımın hüznüdür, ruhumu kanırta kanırta boşaltan yara…
 
Şerif Amca Ağası olduğu aşiretten biricik oğlunun kanlar içindeki cesedini bırakarak, yirmi yıl önce göç etmişti babama. Köyde bulunduğu her akşam, mırranın refakat ettiği muhabbete gelirdi Şerif Amca. Babam, Şerif dostunu yirmi küsur yıllık misafirliği boyunca ayakta karşıladı, bir gün dahi sektirmeden. Babam ayağa kalktığında, köylülerimizin hepsi selama dururdu Şerif Amca’ya. Divandaki yeri hep boş tutulurdu. Onun yerine oturmak kimsenin haddine olmadığı gibi, aklından geçiren dahi ol(a)mazdı. Birkaç yıl önceydi, soğuk bedenine baba ocağından bir avuç toprak serpilsin diye aşiretine döndü, Şerif Amca. Dostluğa dair sözlerime, babamın Şerif Amca’yla olan dostluğunun ellerine buseler kondurarak başlamam, bilge Çiçero’yu, dostu Cato’yu ve bilge Çiçero’nun dostluk üzerine söylediklerini küçümsediğimden değil, daha yakın, daha naif ya da daha romantik bulduğumdandır belki. Yoksa bilge Çiçero’nun Dostluk’unu okuduğumda duyduğum hazzı, hâli hazırdaki dostluklarımda tadabilmiş değilim ne yazık ki.
 
Çiçero, Taroslu Arkhytas’tan naklen der ki: “Biri, göğe yükselip evreni ve yıldızların güzelliğini seyretseydi, bu seyir ona hoş gelmeyecekti; ama yanında, gördüklerini anlatacak bir dostu olsaydı, bundan çok hoşlanacaktı”. Bununla yetinmez Çiçero ve devam eder: “Dost, sanki insanın bir ikinci kendisidir. Bu duygu insanda ne kadar da içtendir! İnsan hem kendini sever, hem de bir başkasını arar; sanki iki ruhtan bir tek ruh yaratmak üzere (kendi) ruhunu onun (dostun) ki ile birleştirmek ister.” Babamın ve bilge Çiçero’nun dostlukları; dostluğun, hamulesiyle aşkın olandan fezeyan eden ulvi değerlerle mündemiç, ontolojik bir şey olduğunu kavrattı bana. Verili bir paradigma olarak inşa edil(e)mezliğine inandırdı beni. Buradan da kognitif verilerden muhassal, epistemolojik bir zeminde inşa edilen dostlukların, ancak modern zamanlara özgü dostluklar olduğuna ve onlarsız da yaşanabileceği hükmüne vardırttı beni.
 
Dostluk konusunu geleneksel, hatta arkaik bir bağlamda yansıtıyor oluşum; dostlukların günümüzde geçirmekte oldukları zafiyetlere bir telmihtir aslında. Dostluğun, daha özel bir ifadeyle, dostluklarımızın teşne olduğu felaketler, modern zamanların, zamana ve mekâna göre değişen ve süfli emelleri önceleyen dostluk paradigmasının çekim alanına yuvarlanıyor olmasından mütevellidir, kanımca. Çiçero’nun övgülerine mazhar olan Cato’nun dostluğu, gerilerde, arkaik Yunan’da kaldı. Allah’ın Resulü Hz. Muhammed ve dostlarının, köklerine, Arş’ın eşiğinden fışkıran pınardan arı duru can suyu taşıdıkları dostluklarına ne demeli! Müşriklerin, “Dostun Muhammed ‘Cebrail ile birlikte, gecenin bir vaktinde Kudüs’e, oradan da Sidretü’l-Müntehâ’ya uçtum,’ diyor.” mealindeki alaylı sözlerine: “O mu söylüyor?” sorusuna, “Evet” yanıtını alınca: “O söylüyorsa doğrudur.” diyen Hz. Ebu Bekir gibi sıddık dostlar. Bizim ve atalarımızın dostları.
 
Son sözü Çiçero’ya bırakıyorum: Tanrı, dostluğu, erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir, hataların yardakçısı olsun diye değil. Uyarmak, uyarılmak, birini sertliğe kaçmadan yapmak, ötekini sabırla, karşı koymadan kabul etmek, gerçek dostluğun özelliklerinden biri olduğu gibi, dostluk için yaranma, dalkavukluk ve yaltaklıktan daha büyük felaket olamaz. İşte, insanların peşinde koşmaya değer sandıkları her şeyi: şerefi, ünü, erdemi, ruhun sükûnet ve sevincini içine alan bir(likte)liktir. Bütün bunlar var olunca, hayat mutlulukla doludur. Bunlar olmadan hayatta mutluluk olmaz. Mademki bu bir(likte)lik en iyi ve üstün iyiliktir; onu elde etmek istiyorsak, erdem kazanmağa çalışalım. Erdemsiz ne dostluğa ne de istenilen ruh sükûnetine erişebiliriz.
 
Ankara / Keçiören 1995
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir