Hoşgörüyle Yakalanan Mutluluk

İLKNUR İŞCAN KAYA Hoşgörüyle Yakalanan Mutluluk

İLKNUR İŞCAN KAYA
Hoşgörüyle Yakalanan Mutluluk
 
TDK hoşgörü kelimesini, “Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu, müsamaha, tolerans” olarak tanımlar. Cemil Meriç ise hoşgörü ile alakalı, “En büyük ihtiyacımız hoşgörü, en büyük düşmanımız ön yargıdır.” der. Tüm dünyada sevgi ve hoşgörünün sembolü olarak anılan Hz. Mevlâna yedi öğüdünden alıntıladığımızda, “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol. Hoşgörülülükte deniz gibi ol.” der.
 
Kavramsal olarak ise hoşgörü, kendi yaşam tarzımıza uymayan farklı inanç, düşünce ve davranışlara müdahale etmemektir.” şeklinde ifade edilir.
 
Hoşgörü… Tarihin başlangıcından bu yana, hayatın anlamından, dinlere; ilişkilerden, topluma; fertten aileye kadar uzanan, bu geniş yelpazeyi ifade etmek için, üzerinde çokça kafa yorulan, önemi şüphe götürmeyen bir değer. O halde bizler de hoşgörülü olmayı çok önemli bir vasıf kabul etmeli ne kadar hoşgörülüyüz ne kadar affediciyiz, kendimize sık sık sormalıyız.
 
Olan bitenleri anlayışla karşılayabiliyor muyuz? Müsamaha gösterdiğimiz hususlar ne seviyede?
 
Hiddet ve asabiyette ölü gibi, hoşgörülülükte deniz gibi miyiz? En büyük ihtiyacımızı ne ölçüde karşıladık; en büyük düşmanımızdan ne kadar uzağız? Hoşgörü günden güne erozyona uğrarken, değerlerimizi koruyor, ölçüden şaşmıyor, bitmek bilmeyen, sabrımızı yoklayan olumsuzluklardan kendimizi ne kadar koruyabiliyoruz? Bu konuda beslediğimiz ümit derecesi nedir, ne noktadadır?
 
İğneyi kendimize çuvaldızı başkalarına batırmak hususunda nerelerdeyiz? Kendimizi eleştirebiliyor, yanlışlarımızı ve doğrularımızı iyi tahlil ederek doğru çıkarımlarda bulunmayı başarabiliyor muyuz?
 
Hoşgörünün ters istikametinde sert ve kaba davranışlar sergilemek, bu davranışlarla örülü bir yaşam tarzı varken, kontrolün ne kadarını elimizde tutabiliyoruz? O halde, hoşgörünün bir parçası olan tahammüle de değinmeliyiz. Olan bitene tahammül gösterebiliyor muyuz? Farklılıklara, bizden farklı düşünenlere dayanarak, toplumun yapı taşı ailemizden başlayarak, büyüyerek devam eden sayısız olgunun yaşandığı bu silsileye katlanabiliyor muyuz? Yoksa bedenimizde yaşanan deprem acımasızca yıkıp geçiyor, onarılması güç hasarlar bırakıyor, dönüşü imkânsız tahribatlara mı sebebiyet veriyor?  Uzak tutabiliyor muyuz sevdiklerimizi, çevremizi, zaman zaman yoklayan bu sarsıntılardan… Onları yıkmadan geçmeyi, susmayı, kendimize hâkim olmayı başarabiliyor muyuz?
 
Hoşgörü… Beğenilecek yönleri bulunanı görme yetisi…
 
Kırmadan, dökmeden yaşayabilme meziyetine sahip olmak bir yaşam stilinin ve kalitesinin göstergesi iken; küçük küçük başlangıçlarla, inceliklerle, önceliğimiz hâline getireceğimiz yaşam tarzımız, çevremizden başlamak üzere, büyüyerek katlanacak; güzellik ve iyiliğin çoğalmasıyla hoşgörünün, olumlu iletişimin egemen olduğu bir dünyayı önümüze serecektir. Paylaşılan mutluluklar, geliştirilen empati, hissettiren ve ortaya konan değerler… Yapımızda mevcut olan, ancak yüreğimizle ve aklımızla yönlendirebildiğimiz tüm olumsuz duyguları, nehir, deniz, göl kıyılarından topladığımız; doğaya verdiği zararlarda hemfikir olduğumuz atıklar gibi, kendimizden uzaklaştırmalıyız. Zararlıları, olumsuzlukları ortadan kaldırdıkça bedenimiz tazelenecek, düşüncelerimiz berraklaşacak, yaşamdan daha çok zevk alarak, insan olmanın ayrıcalığını ve önemini, ruh ve beden birlikteliğinin dengeli uyumuyla keşfederek, yaşamımızı huzurla devam ettireceğiz. Güzellikleri çoğaltarak, sonuçları doğru okuyarak mutluluğu yakalamak, işte o zaman mümkün olacaktır.
 
Değerli halk şairimiz Yunus Emre’nin dediği gibi,
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim, sevilelim
Dünya kimseye kalmaz…

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir