Rızam Var Rıza’ya

İLKNUR İŞCAN KAYA Rızam Var Rıza’ya |ÖYKÜ|

İLKNUR İŞCAN KAYA
Rızam Var Rıza’ya |ÖYKÜ|
 
Adımı Sabriye koymuş annem. Sabredeyim, ulu orta tepkiler vermeyeyim, yaban topraklarda açan çiçeklerimi yoldurmayayım diye…
 
Sineye çekerim zoruma gidenleri… Dilim lâl, kulağım sağır, gözlerim görmez olsun. Dünün birinde, topraklı yoldan geçen mevtadan farkım; bir nefes alışım, bir verişim olsun… Ve bekleyeyim gelmeyecek mahur günleri… En güzel esvaplarımda sergiye çıkmış taze taze otlar gibi… Yok yoook! Daha güzeli, kırlarda yeşeren otlara sarılmış, renk renk çiçekler gibi…
 
Yaşım kırkı geçti. Yüzümü ziyaret eden çizgileri saymaz oldum. Ayrılmak istemiyorum; sararmamış başaklar gibi toyluğumdan…
 
Hâlâ çeyiz işlerim umutlarıma. Kahve takımları örerim sabahtan akşama. Sedirleri düzeltir, havalandırırım çöküvermiş minderleri… Duruşumu bozmaz, ruhumu sunuveren, çiçekli yemeniler bağlarım başıma.
 
Kimse kapımı çalmaz. İzlediğim filmlerde karşıma çıkan sahneler neden hayatıma uğramaz? İyi kötü bir damım, sürgüsü bozuk bir kapım var. Sadece… Sadece, hafif aksar ayağım…
 
Çocukluk çağlarım… Evimizin damında çatı yoktu o vakitler. Oyundan başımızı kaldırmazdık. Ben evin büyük kızı Sabriye. Sabriye aşağı, Sabriye yukarı. Büyümüş rolü yapan bir sabi iken daha…
 
Şaşkın kelebekleri değil, çekirgeleri bile takibe almış Sabriye. Anasının biricik yardımcısı -ama- çocuk Sabriye. İşlese de pişirse de süpürse de aklı oyunda Sabriye’nin…
 
Ne de sevinçliydim o gün. Kardeş olsa bu kadar sevilmez. Teyze çocukları gelmiş evimize. Yenmiş, içilmiş, gülünmüş, eğlenilmiş. Gidecekleri sıra -şimdilerde süsü kalmamış- süslü Nazan’ın bebeği damda kalmış. Bir adım da basma ya da pazen olmalıydı ya, neyse…
 
Dama koştum. Karanlık mı karanlık… Ayağımdan yer kaydı sanki. Hâlâ zelzeleyi suçlarım. O sıralar Allah’tan zelzele oldu da kendime nefretim biraz hafifledi.
 
Gözümü açtığımda, bir haftadır hastanede yatıyordum. Ben canımın acısından inlerken, anam işbilir (?) bir kırıkçıya bacağımı göstermiş. Çok hızlı müdahalede bulunmuşlar. Neticesini öğrendiğimizde artık çok geçti. Ağrılarım dayanılmaz olup, kendimden geçince hastaneye gittik ama kalakaldım on santim kısa bacağımla…
 
En çok hayata eksik kaldım, kısa kaldım. Yetişemedim… Acımasızlığına, ruh okşamaz gerçekliğine, söz dinleten liderliğine… Sabriye’yim ya sabrettim…
 
Güvercinler besledim, tavukları yemledim. Ak tayımı tımarladım. Taradım da taradım didik didik hatıralarımı.
 
Hava soğuk… çok soğuk. Odun atmak lazım sobaya. Bir de… Bir de “Evet!” demek lazım Rıza’ya. Evet!
 
Sermek lazım gözlerimle yaren kanaviçeleri. Sepet içinde, meyve motifli dantel perdeleri… Tazelemek lazım susuz kalmış ümitleri… Sunmak için Rıza’ya; tamiri gereken, su sızdıran ruhla… Taşı çatla(t)mış sabırla… Rızam var Rıza’ya…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir