Benimle Kal

İLKNUR İŞÇAN KAYA Benimle Kal |ÖYKÜ|

İLKNUR İŞÇAN KAYA
Benimle Kal |ÖYKÜ|
 
Giden, uçak değildi sadece. Mutluluğu, yüreği, ilgisi, uykusuz geceleri, emeği, anlamı da gidiyordu kızı ile. Tuttuğu yegâne el, en yakın sırdaşı, dostu gidiyordu.
 
Masanın üzerine bırakılmış, Nergis’in kaleminden çıkma mektubu okuduğundan beri, Suna Hanım’a bir haller olmuştu. Biriciği -kızı- yazdığı mektupla annesine veda ediyor, onun kendisini anlamadığı yönünde dil döküyor, yurt dışında yaşayan babasının yanına gitmesinin -artık- kaçınılmaz olduğundan bahsediyordu.
 
Havalimanına giderken -yol boyu- Nergis ile geçirdiği anları/anıları düşündü Suna Hanım. Birer fotoğraf karesi olup gözlerine yansıyanlar yüreğine akarken, yaşadığı tarifsiz acı gücünü eritmekle kalmıyor, yaşam sevincini uzaklaştırmaya, açıklara sürüklemeye yeminli gibi davranıyordu. Doğumundan bugüne dek yaşananlar kuytu köşelerde kalmasın diye beynini yoklamaya devam etti. Çaresizlik içinde “Gitmez, gidemez. Bir başıma büyüttüm onu!” sözcükleri döküldü dilinden.
 
İç sesinin yüksek volümlü dışavurumu nedeniyle taksi şoförü dikiz aynasından sık sık ona bakıyordu. Suna Hanım’ın yaşadığı tedirginliğe kayıtsız kalamadı. “Ciddi bir durum mu var hanımefendi? sorusuna, Suna Hanım sadece “Kızım gidiyor” diyebildi. Durumu anlayan taksi şoförü başka bir şey sormadı. Sorsa da cevap verecek bir muhatap bulamayacağını biliyordu. Başını salladı -bir annenin derin hislerini- anlamaya çalışarak.
 
En kısa zamanda müşterisini havalimanına götürdü. O, ayağında terlikleri, çılgınlar gibi giderken taksi şoförü, bu fedakâr annenin arkasından hüzünle baktı. Yoluna devam etti sonra.
 
Suna Hanım çıldırmış gibiydi. Sakin olmaya çalıştıkça, eli ayağı daha çok birbirine dolanıyordu. Yönlendirme oklarını ters görüyor, insanlara çarpıyor, başladığı noktaya tekrar dönüyordu. Gözleri iyi görmesine rağmen harfler, rakamlar, renkler tersine evrilmişti sanki.
 
“Dış hat… dış hat…” diye diye yürüyordu. Sonunda, aradığını bulamayan mantığı ile -iş birlikçisi- bitkinliğini dinlemeye karar verdi. Bir görevlinin yanına yaklaştı. “Almanya… Almanya uçağı kaçta kalkacak?” Görevli anlamaz halde Suna Hanım’a bakıyordu. Yüksek sesle sorusunu tekrar sorduğunda alacağı cevabı bilseydi sormazdı elbette. Ancak bir kere sormuştu işte. “Almanya uçağı kalktı.”
 
Pişmanlığın, boşluğun, korkunun tarifi imkansız cenderesine düşmüştü şimdi. Yaşadığı şaşkınlık, olan bitenin hayal olmasını ümit ederken, görevlinin sözlerindeki netlik ayna olup gerçekleri yansıtıyor, aşılmaz duvarının yükselen katılığı ile git gide eziliyordu.
 
Suna Hanım, yıkıntıların altında kalmış hissediyordu. Aynı görevlinin yardımcı olması ile bir koltuğa oturdu. Görevli “İyi misiniz?” dedi. “Sağ olun. Yalnız kalabilir miyim?” diyebildi.
 
Kıstığı, yaşını içeriye akıtan gözleriyle insanlara baktı. “Hadi toplanın gidiyoruz” dedi saçılmış duygularına, kırık yüreğine, oracığa bırakmaya kıyamadığı anılarına. “Ağlamak yok, kabullenmemek, hiç yok. İlk kez başımıza gelmiyor, değil mi?”
 
Geldiği gibi ayrıldı havalimanından. Sadece güvenini orada bıraktı.
 
Eve vardığında ne yemek yemek, ne de uyumak istiyordu. Düşünmek istiyordu sadece. Düşünmek. Günde kaç kez üzerinden geçtiği davranışlarını lime lime kontrolden geçirmek.
 
Kapıyı açtığında kızının kokusu hâlâ evdeydi. Bir de buram buram helva kokuyordu. Evet helva. Komşular yapmış olmalıydı. Gidenin ardından bir gönderme mi yapmışlardı? Umursamadı. En son bunu düşünecek haldeydi.
 
Kokusu Suna Hanım’a yine de güzel geldi. Sıcacık, paylaşımcı, dostça, aile olmayı hatırlatır nitelikte. Derken bir ses duyuldu mutfaktan…
 
“Anne!”
 
Benimle Kal  Benimle Kal

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir