Sonsuza Kadar

İLKNUR İŞCAN KAYA Sonsuza Kadar |ÖYKÜ|

İLKNUR İŞCAN KAYA
Sonsuza Kadar |ÖYKÜ|
 
Çiçekler topladı kadın… Mor, kırmızı, sarı… Başlarında gezdirdi bakışlarını. Dudaklarına bir gülümseme oturdu. “Hatırlar mısın?” dedi. “Evlenmeye karar verdiğimiz gün de buradaydık.” Çiçeklerden gözlerini kaldırarak, çevresine baktı. Üç beş metre ilerideki -gözüne biraz küçülmüş gelen- kayayı işaret ederek, “Şu kayayı kararımıza şahit tutmuştuk.” İçini çekti, bakışlarını gökyüzüne çevirdi; nerede olduğunu kestiremediği kuşlara… Gözlerinden düşen damlaları hızlı bir hamleyle sildikten sonra, kararlı adımlarla yaklaşarak adamın yanına oturdu. Eski hatıraları diriltmek üzere orada değillerdi sonuçta.
 
Kadının gözleri çiçeklerindeydi yine. Adamınki elinde çevirdiği kuru otlarda. Otlarla konuşur gibi, “Kararlı mısın?” dedi. Kadın da çiçeklerle konuşur gibi, “Kararlıyım…” dedi. Adam yutkundu. Onları bekleyen paylaşımın vücut ısısını artırdığı her hâlinden belli oluyordu. Elektriğe bağlanmışçasına hareketlenen dizleri, ayakları durumunun habercisi olabilirlerdi.
 
Kadın tekrar konuşmaya başladı; bu işin ona kaldığını hissetmişti… Yıllarca aynı yastığa baş koyduğu kocasını iyi tanıyordu. İki çiçek dalını, ayırdı demetten. “Kuş sende kalsın, kedi bende…” dedi. “Olur.” dedi adam. Büyük lokma yemeği hiç sevmezdi zaten. O yüzden, “Ev sende kalsın, araba bende” dedi. “O halde bankadaki para da sende kalsın” dedi kadın.
 
Adam her şeyini kaybetmiş vaziyeti ile ne konuşmak ne de maddiyat içeren hiçbir şeyi istemediğini, bu saatten sonra onun için kıymetsizliğini dile getirecekti ki, annesinin sözleri set çekti sesine, aklı söyleyeceklerinin üzerini karaladı. “Her şeyi o kadına bırakma, çoluğun çocuğun var. Ele güne muhtaç olursun; akıllı ol oğlum.” Yutkundu… Kişiliği ile olacakların arasında sıkışan bedeninden bezdi. Nefes almakta zorlandığını hissetti. Gömleğinin yaka düğmesini açarak biraz olsun rahatlamak istedi. Yaşadığı dakikaların hemen bitmesini istiyordu ama en önemli paylaşım henüz gerçekleşmemişti.
 
Kadına baktı. Dağları darmadağın, gemileri suya gömülmüş, yüreği ateş içinde. Aydınlığı, fırtınaları karşılayan sema sanki… Rengi değişmiş, kararsızlaşmış… Yanardağ olup yanıyordu iç alemi. Kadın devamlı çiçeklere bakıyordu; göremedi bu viraneyi. Silüetini sislerin sildiği şehirlere bürünen, et ve kemikten resmini okuyamadı karşıdakinin. Susuz kalmış şelale gibi anlamını git gide yitirirken; neler olduğunu göremiyordu kadın.
 
Kaçamak bakışlarıyla çevresindeki tüm taşları neredeyse saymış olan kadın sustu… Adam da sustu. Dile gelecekler canını ikiye bölmek gibi… Eli kolu gibi… Ağaçsız, şu dağda tek başına kalmış kuru meşe gibi hissetti adam; kalbi alınmış gibi kadın. Parmakları yok gibi hissetti adam; ölmek üzere gibi kadın. Dallarını yitirmiş gibi titredi adam… Yıldızlar fezayı yitirir gibi…
 
Darmadağın taşları dağ etmeye çalışan adam, sesini açma gayretiyle öksürdü. Bu öksürük daha çok içeriden harlanan ateşti ve ısıttı ortamı. “Büyük bende, küçük sende… Sende mi kalsın?” Kadın elinde üç çiçek onlara bakarken “Ya ortanca?” dedi. Yer kaydı sanki bir anda. Adam kumu, taşı, börtü böceği ne varsa bakmadan avuçlarına hapsetmiş halde kavradı toprağı. Onlar da adam gibi hapishaneden çıkacakları zamanı beklemeye koyuldular. Yıkanması gerekenleri son birkaç aydır kavradığı gibi; yer örtüsü de, yerinden koparılıyor, kalkıyor zannetti. Elinde olsa yapardı adam.
 
Yumruklaşan elleri ilkbahar yağmurlarının ıslattığı, yer yer çamurlaşmış toprağı serbest bırakmaya karar verdi. Elleri kalbindeydi şimdi. Bu kez babası geldi gözlerinin önüne. “Çocukları anasına ver oğlum; sen bakamazsın!”
 
Sıkıştıkça sıkıştı… Su gibi berraklaştı düşünceleri. Sıkıştıkça keskinleşti, kesinleşti. “Veremem!” dedi. “Veremem, canımı veremem; ellerimi, kollarımı, ayaklarımı veremem!” Kadına döndü. “Senden de bunları isteyemem.”
 
Kadın hâlâ elindeki üç çiçeğe bakıyordu. Sonra adama baktı. “Ne dersin, bu konuşmayı sonsuza kadar ertelesek mi?” dedi. “Sonsuza kadar…” 
 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir