Garip Bir Aşk Hikâyesi III

LEYLA SILA YILMAZ
Garip Bir Aşk Hikâyesi III |ÖYKÜ|
 
Biz mi tesadüfleri kovalarız yoksa kediler mi bizi?
 
Sabahın erken saatleri, sigara kokusu beyaz duvarlarına sinmiş odanın kapısını aralayıp açıyorum ışıkları.  Bu oda hep karanlıktır diyorum hele içinde sen yoksan. Adamın gelmesine daha var, bu demektir ki kitaplar incelenebilir, sehpaların üzerindeki fularlara sinen o koku en derinlere kadar çekilebilir. Leyla'nın en güzel hırsızlığıdır o sinen kokular. Teninin kokusuna böyle yakın olmak… Ciğerlerime gidene kadar bütün geçtiği yolları leylaklarla donatan kokun. Camda süzülen yağmur damlaları… Üşüyor mudur gelirken? Bir yandan çalışırken bir yandan söylenecek sözleri düşünüyorum. Öylesine dalmışım ki " Günaydınlar taş bebek" sesiyle irkilip masadaki yarı boş bardaklardan birini deviriyorum. Günaydın efendim derken içimde çocukça bir mahcupluk hissi. Onda yine aklımı okurcasına " İlahi çocuk" dercesine gülüşler. O ceketini asarken hızlıca temizliyorum masayı.
 
Konuyu değiştirmek -daha doğrusu utanmamış rolü yapmak- adına gece camıma bir kedi geldi gitmek bilmedi diyorum. "Yoksa Ayten mi?" deyip gülerek koltuğuna oturuyor. Onunla konuşuyor olmanın verdiği heyecanla karşısında dikilmiş, tıpkı hesap veren küçük bir çocuk gibi birleştirivermişim ellerimi önümde.
 
Her sözü dokunur mu insanın yüreğine. Peki ya bu sözcükleri tonlayışı, sesin beynimde yankılansın istiyorum, her kelimen sarhoş etsin beni. Siz söyleyin bakalım mümkün müdür karşınızda küçük bir kız çocuğu gibi hissetmemek. Fakat dudaklarınızın kıvrımları karşısında içine dokunmak isteği düşen küçük bir kız çocuğu olmak alır mı tüm masumiyetimi elimden? Öpsem diyorum önce tüm masumiyetimle sonra tüm zalimane dudaklarımın dokunuşlarıyla.
 
Sanki Ayten'in erkeği, gecenin soğuğuna dayanamayıp penceremin camından sızan sıcaklığa kapılıvermiş. Patileriyle camları tırmalarken görmüştüm onu. Muhtaç bakışları dokundu içime. Biraz araladım penceremi. Utanıp çekinmeye vakit bile bulamadan giriverdi içeri. Islak patileriyle dolaştı üstümde, sonra kucağım, sarıl bana der gibi. Ben de mahzun bir kedi bakışlarıyla sığınıversem diyorum senin büyülü kollarına. Sonra kedi gibi kucağın hem de uykulara doyana kadar. Hayal bu ya; uyuya kalsam kucağında. Saçlarım sanki hiç okşanmamış yanaklarım. Orada öylece teslim olsam, yine "ilahi çocuk" der miydin acaba? 
 
Bu gün yine kravatın boynunda bağlanmamış. Sanki özel bir duruşuyla ben buradayım diyor. Renkler dolusu bakışlarıyla. Bir de ben asılı kalsaydım boynunda, içimden gelen cilve ışığını yaymak isterken her yere, öpsem diyorum masumca, sonra birden en zalimine. Hani o yığınlar dolusu evrakı imzalatırken her imzada bir kavis ve dirseğin bacaklarımda. Bu evraklar hiç tükenmesin istiyorum. Kalem alışverişlerinde ellerin ellerime… Odayı toplamam gerek akşam oldu yine. Ceketini tutuyorum. Dönüyorum ve yüzüme bakıp hem de öylesine bir bakıp sanki içimin bütün isteklerini okur gibi "hoşça kal bebek" diyorsun. Ne oldu taş değil miyim artık? Nice zamandır beni taş zannediyorsun ne bir dokunuş ne de…
 
Aşka yenilmez misin sen hiç? Kendini tutamayıp bir küçük söz bile kaçıramaz mısın dudaklarının arasından? Aşka dair. Bir dokunuş, küçük bir sarsılma bile olsa insan değil misin? Vicdanın yok mu? İnsafa gelmez misin? Aşka yenilmez misin? Hadi konuşsana.
 
Kitaplarla konuşuyorum, altı çizili sözlerle, şimdi sizi aklıma kazıma vakti diyorum. Bütün kitaplar karıştırılmalı, bütün fularlarla hasret giderilmeli. Neler merak etmişsin,  neler öğrenmişsin, her şeyi bilmeliyim senin hakkında, seni aşka kandırana kadar…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir