Abdülhak Hamid Tarhan Anılıyor

Abdülhak Hamid Tarhan AnılıyorYeni Türk Şiirinin Kurucusu
Şair ve Yazar
Abdülhak Hamid Tarhan
Vefat Yıldönümünde
Anılıyor
 
Yeni Türk şiirinin kurucusu, "Şair-i Azam" ve "tezatlar şairi" olarak anılan Tanzimat devri edebiyatçılarından, şair ve yazar Abdülhak Hamid Tarhan vefat yıldönümünde anılıyor
 
Abdülhak Hamid Tarhan AnılıyorTürk edebiyatına "Makber" adlı unutulmaz eseri kazandıran Abdülhak Hamid Tarhan, 13 Nisan 1937’de İstanbul’da 85 yaşında vefat etmişti.
 
Abdülhak Hamid Tarhan; 2 Ocak 1852'de, İstanbul’da dedesi Hekimbaşı Abdülhak Molla'nın yalısında dünyaya geldi.
 
Köklü bir aileye sahip olan Tarhan, ilk öğrenimine Bebek'teki mahalle mektebinde başladı.
 
Usta yazar, Evliya Hoca, Bahaeddin Efendi ve ona şiir zevkini aşılayan Hoca Tahsin Efendi'den özel dersler aldı, kısa bir süre Rumelihisarı Rüştiyesi'nde eğitim gördü.
 
Ailesinin isteği üzerine Ağustos 1863'te ağabeyleri Nasuhi Bey ve Tahsin Efendi ile Paris'e giden şair, bir buçuk yıl Hortus College'da eğitim gördü.
 
Abdülhak Hamid Tarhan, 1864'te, ağabeyleriyle İstanbul'a dönerek, Fransız mektebine devam etti. Fransızcasını geliştirmek için tercüme odasında çalışmaya başlayan yazar, babasının 1865'te Tahran Büyükelçiliğine atanmasıyla İran'a gitti ve Farsça öğrenmeye başladı.
 
Unutulmaz edebiyatçı, babasının ölümü nedeniyle 1867'de İstanbul'a döndü. Maliye Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü ve Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü'nde çalıştı.
 
Tarhan, memuriyeti sırasında tanıştığı Ebuzziya Tevfik vasıtasıyla Samipaşazade Sezai, Namık Kemal, Recaizade Ekrem ve Mizancı Murad'la arkadaş oldu.
 
"Macera-yı Aşk" adlı ilk piyesini 1873'te kaleme alan edebiyatçı, 1874'te "Sabrü Sebat" ve "İçli Kız", 1875'te "Duhter-i Hindu", 1876'da "Nazife"yi yazdı.
 
Usta kalem 1874'te Pirizade Fatma Hanım ile evlendi. Çiftin Abdülhak Hüseyin adlı oğlu ile Hamide Nasip adlı bir kızı oldu.
 
İkinci kâtip olarak atandığı Paris Büyükelçiliğinde görev yapan Tarhan'ın, yazdığı bir eser dolayısıyla 1878'de görevine son verildi.
 
Abdülhak Hamid Tarhan, 1876'da şiir yazmaya başladı, "Nesteren" adlı piyes ile "Divaneliklerim yahut Belde" adlı şiirleri kaleme aldı.
 
Bombay şehbenderliğine 1883 sonlarında tayin edilen Tarhan, zorlu Hindistan tabiatından etkilenerek, "Kürsi-i İstiğrak", "Külbe-i İştiyak" ve "Zamane-i Ab" adlı şiirleri yazdı.
 
Tarhan, İstanbul'da vereme yakalanan eşini iyileşir ümidiyle Hindistan'a götürdü. Fatma Hanım'ın durumu kötüleşince, Tarhan eşiyle İstanbul’a dönmek üzere yola çıktı. Fatma Hanım, hastalık yolda daha da artınca, Beyrut yakınlarında, 21 Nisan 1885'te hayatını kaybetti.
 
Eşinin ölüm acısıyla "Makber" adlı eseri kaleme alan Tarhan, İstanbul'a döndükten bir süre sonra Londra sefareti başkatipliğine tayin edildi. Londra'ya gidişi, Tarhan'ın eserlerinde de etkisini gösterdi.
 
Başarılı yazar, 1890'da Londra'da Nelly Clower ile evlendi. Londra'da "Zeynep" ve İngiltere'nin Victoria dönemi özelliklerini yansıtan "Finten" adlı iki piyes kaleme aldı.
 
Abdülhak Hamid Tarhan, 1895'te Lahey Büyükelçiliğine, 2 yıl sonra ise kendi isteğiyle Londra Büyükelçiliği müsteşarlığına atandı. Eşi Nelly'nin hastalanması nedeniyle İstanbul'a gelen Tarhan, Brüksel Orta Elçiliği'ne atandığı 1906'ya kadar burada kaldı.
 
Tarhan, eşi Nelly'nin 8 Şubat 1911'de vefat etmesinden bir yıl sonra, Belçikalı Lüsyen (Lucienne) hanımla evlendi. İstanbul'a dönen yazar, 1914'te Ayan Meclisi üyesi oldu ve meclisin ikinci başkanlığına getirildi.
 
Görevi 1922'de sona erince ailesiyle Avrupa'ya giden Tarhan, Cumhuriyetin ilanından sonra emekliye ayrıldı, 1928'de İstanbul milletvekili seçildi.
 
Usta edebiyatçı, 13 Nisan 1937’de İstanbul’da vefat etti. Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.
 
Şair, yazar Tarhan Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve yeni bir şekil getirdi. Modern edebiyatın doğuşunda etkin bir isim olarak bilinen edebiyatçı, Batılı yazarlardan etkilenerek yazdığı oyunlarla Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi soktu. Türk şiirine batılı bir anlayış ve nazım yenilikleri getiren Tarhan, hayal gücünü tüm eserlerinde ustalıkla sergiledi.
 
Geniş bir coğrafyayı tanıma fırsatı bulan usta yazar, çoğunu manzum olarak kaleme aldığı tiyatro eserlerinde, Türk, Arap, Asur ve Yunan tarihinde geçen olayları anlattı, tabiat ve aşk kavramlarını işlediği şiirlerle tiyatro eserleri yazdı.
 
Birinci ve İkinci Meşrutiyet'i gören, ardından da Cumhuriyet'in kuruluşuna tanık olan Tarhan, eserlerinde dönemin etkilerini kaleme aldı. Uzun yıllar hem Doğu hem de Batı ülkelerinde diplomatlık yapmasından dolayı karşılaştırmalı edebiyata da hâkim oldu.
 
Eserleri
 
"Sahra" (1879), "Makber" (1885), "Ölü" (1885), "Hacle" (1886), "Bunlar Odur" (1885), "Divaneliklerim yahut Belde" (1885), "Bir Sefilenin Hasbihali" (1886), "Bala'dan Bir Ses" (1912), "Validem" (1913), "İlham-ı Vatan" (1916), "Tayflar Geçidi" (1917), "Ruhlar" (1922) ve "Garam" (1923)
 
"İçli Kız" (1875), "Nesteren" (1876), "Sabr-ü Sebat" (1880), "Duhter-i Hindu" (1875), "Nazife yahut Feda-yı Hamiyet" (1876, 1919), "Tarık yahut Endülüs Fethi" (1879, 1970), "Eşber" (1880, 1945), "Zeynep" (1908), "Macera-yı Aşk" (1873), "İlhan" (1913), "Turhan" (1916), "İbn-i Musa yahut Zatülcemal" (1917), "Sardanapal" (1917), "Abdullah-i Sagir" (1917), "Finten (1918, 1964), "İbni Musa" (1919, 1927), "Yadigar-ı Harb" (1919), "Hakan" (1935)
 
 
Bir ABDÜLHAK HAMİD TARHAN Şiiri
 
ABDÜLHAK HAMİD TARHAN
Makber
 
Eyvâh!.. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
 
Ben gittim o hâksâr kaldı,
Bir kûşede târumâr kaldı.
Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh!
Beyrût’ta bir mezâr kaldı.
 
Makber, sonudur dekaayıkın bu,
Bir sırr-ı garîbi Hâlikin bu.
Bir nûr ki meyl-edince hâbe,
İnmekte şu bir yığın türâbe,
 
En yükseğidir şevâhikın bu,
En müdhîşidir hakayıkın bu,
Bedbaht, o hakiykat anlaşılmaz,
Şânın bu, cihanda lâyıkın bu.
 
Gittî, nazarımdan âh, gitti…
Bî-maksad ü bî günâh gitti…
Her ferd cihanda birdir ammâ
Bir tâne değildir öyle, hâşâ,
 
Bir tâne idî o mâh, gitti,
Aylarca olup tebâh gitti.
Görsem yeridir senî karanlık,
Nûrum benim ey İlâh, gitti.
 
Çık Fâtıma, lâhdden kıyâm et,
Yâdımdaki hâlime devâm et!
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz,
Ben isterim âh öyle bir söz!..
 
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et!..
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et!..
 
Bî-fâide gördü çok cefâlar,
Bîgâne bulundu âşnâlar.
Ben neyliyeyim büyükse devrân?
Taksîri nedir küçükse insan?
 
Kâr etmedi verdiğim devâlar,
Geçti yere ettiğim du'âlar;
Gördük seni ey Hâkîm-i mutlak!
Ey hastalara veren şifâlar!
 
Sen Hâlıkımızsın, ettik iyman,
Bir sende bulur bu ye's pâyan.
Sen varken olur mu âhiret yok?
Yok şüphe ki sende mağrifet çok.
 
Duydum, seni istiyor bu vicdan.
Bildim, sana vâsıl oldu cânan
Tekrâr buyur fakat hayatın,
Can ver ona vermedinse derman.
 
Yâ Rab, bana bir inayet eyle,
Bir yol tutayım delâlet eyle;
Kaldımsa da ayrı, görmedim o nerde,
Sadme ile bir adım ilerde!..
 
Ey can, buna gel kanaat eyle,
Git makberini ziyaret eyle.
Kesme yolum ey hayat-ı katil,
Ey mevt, beni sinayet eyle…
 
Sâfil semavâtı cây edinsin,
Teşhir olunup ecel tepinsin.
Bin velvele, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele bir inayet olsun;
 
Mahşer tozarak mezara binsin,
Çarpıp küreler kırılsın, insin:
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût dinsin!..
 
Yâ Rab, öleyim mi neyleyim ben?..
Ayrı yaşayım mı sevdiğimden?..
Verdin bana böyle bir mûsibet,
Ettin beni düşmen-i muhabbet.
 
Ya bir kulu sevmiyor musun sen?..
Ya böyle bir ölüm değil mi erken?..
Hiç bulmamak üzre gâib ettim,
Mecnun gibi ben onu severken.
 
Her yer karanlık pür-nûr o mevkî?..
Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb!
Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb,
Rüyâ değil bu ayniyle vakî.
 
Kabrin çiçekten bir türbe olmuş,
Dönmüş o türbe bir haclegâhe,
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben.
 
Sen öldün, ölüm güzel demektir,
Ölsem yaraşır gamınla her gün.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir