Eylül Çıkmazı

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA   Eylül Çıkmazı

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA  
Eylül Çıkmazı 
 
Mevsimler hızla el değiştiriyordu. Telaşımız gözlerimizi, ruhumuzu istila etmişti. Güzellikler akıp gidiyordu bir çırpıda. Zaman kıyametler koparsa duyan olmazdı. Hayıflanma ve yitirilen vaktin hüznüyle sarmalanıyorduk.
 
Ey şiirlerle beklenen Eylül, seni ruhuma çekemedim doyasıya. Bedenim ve ruhum bir türlü bir araya gelip senin tadını çıkaramadı. Gidiyorsun ömrümden yaprağımı dökerek. Bakakaldım ardından.
 
Havalar soğudu iyiden iyiye. Cam kenarında bir bardak çayın buğusunda sayfalar birer birer geçiyordu önüm sıra. Yıllar, sandığına sürekli hüznü atmıştı. Her açtığımda burnumun direği sızlıyordu.

Sandığa konulacak bir Eylül daha. Belki Eylül’lerin en içlisiydi benim için. En derin çizikleri miras bırakarak gidiyordu.

Ruhuma melal dokunuşlar bırakıyor şu ezgi. Keman ve Eylül, ne de çok yakıştılar birbirlerine. Bir de dizeler serpiştirirsek arasına, değmeyin keyfimize.  Yürüyoruz yalnız gelişlerin yalnız gidişleri adına. Karamsar tebessümler gölgeliyor yüzümüzü.

Kendine konuşmanın kulakları zonklatan iç sesine bile kulaklarımı tıkadım bu ara. Yürüyorum kızıl ötesi renkler arasında. Yaşama tutunmam güz gülü hatırına…
 
Şehri izliyorum balkonumun köşesinden. Bir telaş, bir koşuşturma. Okullar açılmıştı ve yeni bir dönemin heyecanına kaptırmıştım kendimi. Bir nebze oyalıyordu beni. Çocuklar gülümsüyordu gözleri gözlerimde.
 
İyi geliyordu ağrıyan yanlarıma. Ruhum seyyah yine düş ülkesinde. Okula babasız başlayan çocuklar geliyor yanıma. Hiç başlayamayan çocuklar şikâyet ediyor beni. Sorgulayan bakışlarından gözlerimi kaçırıyorum, başım öne düşüyor öylece. Kahroluyorum.
 
Birbirimizin canını yakıyorduk. Yanan can küllerinden sevinmeler yükseliyordu, ne garip.

Ve zaman geçip gidiyordu ellerimizden. Saçlarımızda siyah isyan ediyordu beyaza. Mevsim yağmur kokuyordu. Bağların, ruhumuzu bozguna uğratmakta üstüne yoktu. Kuşlar yorgun düşmüştü bizden. Uzaklara çivilemişti gözlerini. Umudunu yitirmişti çoktan.
 
Dakikalar kaldı gidiyordu Eylül, tekrarına kalınır mıydı bilinmez.  Yükü sabırdan, dört duvarında tespih çeken yüreklere ev sahipliği yaptı. Allah’ın ipine tutunmanın yettiği kalbi taşımak, her yiğidin harcı değildi. Yükü ağırdı Eylül’ün. Gözyaşının ummana döndüğü günlerden beri gelinemedi. İç burukluğu dokunuyor sadece. Yoksa iyiyiz biz böyle. Bacamızdan yalnızlık tütse de…
 
Son Eylül gecesini şanına yakışır şekilde uğurlayalım birlikte. Susmasın bu senfoni sabaha kadar. Gecenin koynunda sabahlayalım bugün. Şiir ısıtsın ruhumuzu, şiir alsın ruhumuzun acısını.
 
Gönderirken Eylül’ü, arabesk duygular olta atıyor yüreğimin çıkmaz sokaklarında. Yarım dokunuşlar, tadı kursağında kalmış mutluluklar ne de içli bakıyor.

Karşıma geçmiş kırlaşmış saclarımın hesabını soruyorsun. Eylül versin iç çekişlerin cevabını… Eylül söylesin neden soluk cümlelerle yazdı öykümü ve getirsin ömrümü kış sokağından.
 
Böyledir işte yaşamak… Tenin bugünde yarının yorgunluğunu taşır, ruhun daha fazla şey sığdırmak için çırpınır.

Ve Eylül kokusunu ciğerlerine çekemeyenler düştü aklıma. Geçicilik şakaklarımı zonklatıyor. Gidenlerden haber yok ve hayallerin kuş sırtında uçup gitmelerini düşünüyorum. 

Gerçek kisvesi giydirdiğimiz yalanlarımızın kamburu çıktı artık. Kendimizi kandırmalar kıyıya vuruyordu. Çekilmez bir hal almıştık dünyalığımızla…
 
Üç beş saat ömrün keyfiyeti için hırsızlığın âlemi var mıydı? Nice yaşamları çaldık öylece. Eylül gidiyor işte, hesabı bize bırakarak.

Ah Eylül yine meskenim oldu gelgitler eşiği ve ömrü sana kurdum bu günde.
Sende bırakacağım hüzün tiryakisi gönlümü. Belki bir yaprak dökümü…
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir