Yedi Bölge Yedi İklim Maviden Yeşile Şiirle

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Yedi Bölge Yedi İklim Maviden Yeşile Şiirle
 
Yol heyecanı birkaç gün öncesinden sarmıştı. Uzun bir yolculuk olacaktı ve kendimle baş başa kalmanın güzelliğini yaşayacaktım bir daha. Geceyi yol boyu hayallerimle aydınlatacaktım. Ara ara gözlerimden yanaklarıma sıcak dokunuşlar bırakacaktım. Vaktin evvelinde kalacaktım uzunca. Sonrası ezgilere saracaktım ağrıyan yanlarımı, yol uzundu ve bana yol arkadaşlığı yapan yalnızlığımla susacaktım, konuşarak…
 
Yeni bir şehri görmenin ve yeni kalemlerle tanış olmanın mutluluğu ve merakı da vardı elbette. Bütün duygusal git-gellerimi yanıma aldım . Öylece aktım ara ara karanlığı bozan ışıkların içinden…
 
Heyecan ve sabırsızlık bu denli olunca aksiliklerin de çıkması muhtemeldir değil mi?
 
Yolu yarılamadan aracımız bozuldu ve gecikmeli olarak anca sabah 8. 30 da Hopa’yı bulduk. Gün Trabzon da ağarmaya başlamıştı. Karadeniz hırçındı oldukça. En koyu yüzünü takınmıştı. Yağmur yağıyordu bir yandan. Buğulu camlardan şiir fısıldadım yağmurun kulağına;
 
‘’Trabzon'da bu sabah
yağmur damlalarıyla öpüşen güvercinler karşıladı beni
aşk 
nelere kadirsin
sabah sabah’’ 
 
Epey yolumuz vardı. Yanımda oturan üniversite öğrencisi Giresun’da inmişti. Daha bir kendimleydim artık.
 
Mavinin ve yeşilin arasında şiire akıyordu ruhum. İç çekişlerin bol olduğu, iç hesaplaşmaların tavan yaptığı bir yolculuktu. Her ne kadar uyuyamazsam, gözlerim kan çanağına dönse ve de ayaklarım şişse de sırf bu yüzden seviyordum otobüs yolculuğunu.
 
Karadeniz’e ilk gelişim değildi ve hayranlığım da yeni değildi haliyle. Karadeniz insanını da oldum olası severim. Hareketli ruh halleri ve doğallıkları ile sizi kendisine hayran bırakıyordu bu insanlar.
 
İnsanlar doğup büyüdükleri coğrafyaya benziyordu, şehirlerinden akan nehirler gibiler ya da kıyısına kuruldukları denizler gibi…
 
Nerde kalmıştık, daha yoldayım değil mi? Hopa’ya bile varamadım henüz.
 
Mavi ve yeşilin içinden geçiyordum. Göz zevkimi gri bozuyordu. Sıvaları yer yer dökülmüş evler, muhtemelen nemden kaynaklıydı bu denli eski gözükmeleri…
 
Fındıklı ve Arhavi arasına gelince yüreğimde bir kıpırdanış ve beni 1991 yılına götürdü. Yüreğim titredi, usulca dudak kıvrımlarıma hafif bir tebessüm bırakarak geçip gitti us’umdan. Şehirleri güzel kılan oralı hatıralarımız, yaşanmışlıklarımız değil midir?

Ve Nihayet Hopa, otobüsümden inip Artvin minibüsüne bindim. Dolsun diye biraz da bekledik tabii ki. Ve yola koyulduk.
 
Sürekli yeşilin içinde kıvrılan bir yola koyulmuştuk. Doğanın muhteşemliğini hangi sözcüklerle anlatabilirim bilmiyorum ki. Bütün kelimeler eksik kalıyor sanki. Bu yolda da bize yeşilin yanı sıra Çoruh nehri eşlik etti.
 
Başımı cama, yüreğimi aşka dayayıp muhteşem renklerin arasından akıp gittim. Yaratılan güzelliklerin yaratıcısına, bu güzelliklerle ruhumuzu, bedenimizi buluşturduğu için binlerce şükrettim.
 
Nihayet Artvin e vardık. Öğretmen evinde kalacağımızı öğrenmiştim. Direk oraya geçtim. Etkinliğin mimarı Gülden Hanım karşıladı. Heyecanı ve tabiî ki stresi her halinden belli oluyordu. Kolay değildi şiire ev sahipliği etmek ve de bunda yalnız olmak, zorun da zoruydu.
 
Epey yorulmuştum, kahvaltıdan sonra biraz dinlenmek iyi gelecekti. Akşam yemeğine kadar odama çekildim. Lobiye indiğimde şuara toplanmıştı. Yeni şiir yüreklerle tanış olduk. Akşam yemeği Kafkasör’de yenecekti. Hava kararmadan bir kısmımız yola çıktık. Orda da bizi muhteşem bir güzellik karşıladı. Sisten göz gözü görmüyordu. Bulutlar sanki yeşille oynaşmaya gelmişti. Oksijenin yüksekliği hissedilmeyecek gibi değildi.
 
Akşam yemeğine, belediye başkan yardımcısı, daha sonra belediye başkanı ve “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” müsteşarı eşlik etti. Yemekten sonra, şiir konuşuldu ve şiirler okundu. Yürekler aynı dili konuşunca sarf edilen her söz, şiir oluyordu.
 
Şiir adına güzel bir geceydi ve ilerleyen saatlerde öğretmen evine geçildi.
 
Etkinliğin 2. günü kahvaltıdan sonra yine kültür gezileri yapıldı. Dağlık bir alana kurulan Artvin, doğaya zarar vermeden yaşamaya çalışıyordu. Belki yerleşke olarak hayatları zordu ama doğanın güzelliği bu zorluğu örtüyordu galiba.
 
 
Artvin’i ayakları altına seren Seyir Terası’nda, biz de Artvin’i, doğayı temaşa ettik bolca. Dünyanın en büyük Atatürk heykelinin olduğu bu teras bayrağımızı dalgalandırarak da şuarayı farklı duygu yoğunlukları içine çekti.
 
Şiir şöleni vakti yaklaşıyordu. Bir şehri bir avuç kültür elçisi şahlandırıyordu. Ve Artvin şiirleşecekti bu gece. Gönül dem tutacaktı şiirle.
 
Titizlikle hazırlanan salon, yakılan mumlarla daha bir şiirseldi. Şiirin sihirli değneği yüreklere dokunuyordu. Uzun uzadıya cümleler susmuştu, ritim tutarak akıyordu mısralar. Bazen Çoruh gibi coşkulu bazen Fırat gibi gizemli ve hırçın ve Yeşilırmak kadar nazlı…
 
Irmakların belediği çocuktum ben, bundandır mısralarım akar, gider bir ırmakla buluşur.  
 
Şuara şiire susamış yüreklere yağıyordu bu gece.
 
Muhteşem bir şiir ziyafetinin ardından hatıralarımızda kalacak, unutulmayacak fotoğraf kareleri, plaketler ve teşekkürler…
 
Şöleninin ardından şiir emekçileri, öğretmen evinin lobisinde bir araya gelerek, Türkiye’de ‘’şiirin geldiği nokta’’ konulu bir söyleşi yaptı. Her şair gördüğü eksiklikleri, öz eleştirisini de yaparak dile getirdi. Etkinliklerin en güzel yanı da buydu.
 
Günlerden Şavşat- Karagöl
 
Sabah erken yola çıkacağımız söylendi. Kahvaltıdan sonra ezgiler eşliğinde yola koyulduk. Kilometre olarak uzak olmasa da yolun çok virajlı olması ve dağlık bir bölgeden geçmemiz haliyle uzatmıştı yolumuzu.
 
İlk kez göreceğim yerlere giderken sabırsızlanır ve heyecanlanırım. Aynı heyecanı çok belli etmemeye çalışsam da yaşıyordum. Gözlerim doğayı karışlıyordu. Bütün güzellikleri biriktirip ruhumda dinginlik oluşturma çabasındaydı.
 
Ve bu muhteşem güzelliği seyrederken de Artvinlilere hak veriyordu. Bu doğa harikası yerin bozulmasını istemiyordu Artvinliler, tahrip edilmemeliydi. Bir Uzungöl’e dönmemeli memleketimiz demişti Şavşat belediye başkanımız. Haklıydı da.
 
Bu arada kıymetli belediye başkanımızla ilgili birkaç cümle söylemeden geçmek istemem. Bir insanın duruşuna bu kadar mı yansır mütevazı hali. Öyleydi, kendileri konuşurken içtenlikle dinledik. Sanatçıya verdiği değer takdire şayandı.
 
Şavşat bizi yöresel tatları ile karşıladı. Burada yöresel tatlar Karadeniz’den uzaklaşıp Erzurum’a dönmüştü. Baklava, bizim siron dediğimiz onlarda sinordu. Kete ve daha neler neler…
Bu arada bağlama ile birlikte türküler de eşlik etti.
 
Çift jandarma geliyor da kaymakam konağından
Fiske vursam kan damlar da kırmızı yanağından
…..
 
Ve yine alıp götürdü bir yerlere ezgiler… Ta ilk görev yerim olan Erzurum’a doğru. Ben bir köy öğretmeniyim, tandır ekmeği buğusunda acemi hatıralar saklayan. Yeni atanmış bir köy öğretmeniydim, dünyası bütün çocuklar olan. Teypte Nurullah Akçayır, dinlemekten ezber ettiğim bu türkü… Bütün zorluklar ‘’kar gülleri’’ aşkı içindi.
 
Zeytin yaprağı yeşil de dibinde kahve pişir
Benden sana yar olmaz le, git aklın başan devşir.
 
 Teşekkürler Artvin, teşekkürler Oktay bey…
 
Şavşat’a gelinip Karagöl’ü görmeden dönülmezdi. Tekrar yola koyulduk. Gözünün alabildiğince yeşil ve yeşilin açıklı koyulu tonları… Doğanın dengesini bozmadan yapılan ahşaptan konutlar.
 
Ve Karagöl…
 
Etrafı yeşille çevrili bir tablo sanki… Yüzlerce genç tulum eşliğinde horon oynuyor. İnsanlar kıpır kıpırdı. Enerji dolu ve bu pozitif enerji haliyle bize de yansıyordu. Bu coşku, bütün çocuksu yanımızı açığa çıkarmıştı.
 
Gölden kurbağa sesleri yükseliyordu. Ve dikkatimizi çeken kırmızı balıklar… Muhteşem bir görüntü doğanın kendi sesi ile başbaşayız. Doğa kendi ezgisini çalıyordu. Biz de bu ezgiye sessizce kulak kabarttık, güzellikler hem ruhumuzu hem de bedenimizi tedavi ediyordu.
 
Kıyısında bir banka oturdum, yaratılanın güzelliğinden Yaratan’a bin şükür sundum yine. Ve gözlerim dolu dolu, böyle bir sunumun karşılığında kulun eksikliği yanaklarımdan birkaç damla bıraktı. Kalkıp yalnız ve iç sesimle muhabbet ederek gölün etrafındaki turumu tamamladım.
 
Yanımıza bol fotoğraf kareleri aldıktan sonra huzur ve hüznün karıştığı son bir bakış bırakıp arkamdan, tekrar aracımıza doğru yola koyulduk.
 
Şuara ile son akşam yemeğimiz… Sabah kalktığımızda bir kısmını göremeyecektik. Geceden bile yola koyulacaklar vardı.
 
Her güzelliğin bir sonu vardı. Ve güzel olan her şey inanılmaz hızlı geçiyordu. Şuaranın Artvin Çıkartması da an gibi gelip geçti bile.
 
Şuara şiirlerle şehri fethetmeye gelmişti lakin şehir hiçbir ressamın çizemeyeceği, tabloları kıskandıran doğa güzelliği ve vakur duruşu ile şuaranın gönlünü fethetmişti. Her ne kadar tenler şehirden ayrılmak zorunda kaldı ise de gönüller kendisinden bir parça bıraktı bu şehirde. Hafızamda nice güzellikler biriktirdim ve her dönüp sayfaları karıştırdığımda çehremi tebessüm süsleyecekti.
 
Nasip diyorum yine varsa ki nasibimizde yollarımız kesişecekti bu vakur duruşlu şehirle, bu coğrafyanın aynı duruşa bürünmüş güzel yürekli insanlarıyla…
 
Varsa ki nasipte şiir çalacaktık şehrin yüzüne, ezginin büyüsü içinde…
 
Artvin’de 2. si düzenlenen ‘’Yedi bölge Yedi İklim’’ şiir şölenini organize eden ve bizleri bu güzelliklerle buluşturan Artvin Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı, kuzeyin kızı; Gülden Taş hanımefendiye, Artvin valiliğine, Artvin Belediyesine, Şavşat Belediyesine kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.
 
Etkinliğe katkı sağlayan şuarayı saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Sayenizde kendimden yana eksilerek sizden yana çoğalarak gidiyorum.
 
Ve sessiz kahramanları unutmamak lazım, orda bulunduğumuz süre boyunca yanımızdan ayrılmayan kıymetli hocalarımız, şoförlerimiz ve niceleri…
 
Hoşça ve dostça kalın.
 
Sevgiyle…
 
 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir