İlmek İlmek Kaçıyorum Kendimden

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA İlmek İlmek Kaçıyorum Kendimden

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
İlmek İlmek Kaçıyorum Kendimden
 
Yola çıkmak öylesine. Kabını dar bulan ruhu doyuma ulaştırma çabası içinde yola koyulmak öylesine. Sanki mekân değişiklikleri bir nebze de olsa iyi gelecek, sanki gitmelerden umutlar göverecek.
 
Bir kaçış çizgisinin başlangıcında saniyeleri sayıyorum. Hakem düdüğünü üfleyince ayaklarım yerden kesilecek.
 
Sanki benimle gelmeyecek meşguliyetlerim, kemirgen düşüncelerim…
 
Ten yorgunluklarını uykunun koynunda dinlendirebiliyoruz lakin ruh yorgunluklarını dinlendirmek o kadar kolay olmuyor.

Hangi kapıyı tıklatsanız aynı yorgun bakışlar karşılıyor sizi. Melal tabağında sunulan bir dünya ve siz bu dünyadan keyif almaya çalışıyorsunuz. Unutarak asıl amacınızı ve sonrası neden, niçinlerin koynunda sabahlıyorsunuz.
 
Bu gece sözcüklerin kınalı ellerinden tutmak istiyorum. Parmaklarımın uçlarına, bileklerime desenler çizmek istiyorum. Sonra satırlara bırakmak içimdekileri ve sessizce süzülüp size gelmek, uykularınızdan çalmak istiyorum.
 
’Yıllar yarlardan yarlar yıllardan vefasız’’ diyordu Yakup Kadri. Çok mu kolay tükettik bilmiyorum yılları, hor kullandığımız aşikâr. Sürekli bir şeylere yetişme telaşları, kurallara uyma çabası, yüklendiğim sorumlulukların peşinden biteviye koşuşturmalarım…
 
 Ve soruyorum kendime; Ey ben kendin için ne yaptın?
 
 Kendime geç kaldığım doğrudur. Farkına vardığım zaman da güzelim zaman dilimi ömrümün geçmiş hanesine yazılmıştı çoktan.
 
Hayatlarımıza bakınca çokça memnun etme çabası ki siz bu çabanın peşinden koşturmaktan yorgun düşüyorsunuz. Gücünüzün yetmediğini fark ettiğiniz anda kendinize vakit ayırmanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Kalmışsa o vakit.
 
Vakit 24.00 ve yeni güne girdik galiba. Bir yılı daha devirdik şükür. Yeni yaşımıza girdiğimizde genelde eşiniz dostunuz, yakınlarınız mutlulukla kutlar ama yaşı yitiren, yitirdiği yılın muhasebesini yapmaya başlar.
 
Bu muhasebenin sonunda çehrenizi hüzün, içinizi bir burukluk kaplar. Hani arada bir de tebessüm okşar yanaklarınızı dolaşırken geçmişin sokaklarında…
 
Bu gece daha bir geçmişe doğru ilerliyorum. Ta çocukluk dönemlerine. Hafızama işlenmiş unutulmayan bölümler öyle çok ki ve bu hatırladıklarım tebessüm ettiren haylazlıklar…
 
Anılar sokağından geçerken birkaç tanesinin örtüsünü aralıyorum
 
Gülen yüzüm ve kabına sığmaz halim karşılıyor beni. Ağaçların tepesinden inmeyen ben, evin ikinci katından aşağıdaki kuma atlayan ben, 9 kilometrelik köye yürüyerek gitmeye kalkışan ben, beline kadar Fırat’ın buz gibi sularından çıkmayan ben…
 
Gecenin bir yarısına kadar sokakta oynayan ve eline yüzüne kara sürüp komşuların camından hane sahiplerini çileden çıkaran ben…
 
Bu kadar yaramazlıkları olan bir çocuğun başı da beladan kurtulmuyordu tabii ki.
 
9 yaş civarı fakat olayı yeni yaşamışım gibi net hatırlıyorum. Evimizin arkasında dama çıkmak için konulmuş bir merdiven vardı. Merdivenin ilk basamağında oturmuş çekirdek yiyorum.
 
Az sonra bir gürültü koptu, dönüp o yöne doğru baktım ki, gerisini hatırlamıyorum.
 
Kendime geldiğimde herkesin başıma toplandığı ve annemin ağladığı. Bana bir şeyler içirmeye çalıştıkları ve eziklere ilaçlar sürüldüğü.
 
O gürültüyle gelen teyzemlerin ineği. Fakat ineğin kuyruğundan teyzemin oğlu boynundaki ipten de komşunun oğlu tutmuştu. At koşturur gibi hızla geldiğini hatırlıyorum, ben düşmüşüm ve inek benim göğüs kafesime basıp geçmiş.
 
Rahmetlik annem kalp ile ilgili rahatsızlığımı kendince ona bağlıyordu. Göğsünün sol tarafı çok ezilmişti, derdi.
 
Hadi çocukluktan çıkalım biraz büyüyeyim ben olur mu?
 
Büyürken ortaokulda bir rahatsızlık peydahlandı. Çocuk yaşta bunun pek farkında değildim. Güzel tarafları vardı tabi ki. Onca çocuk içinde prenses gibi büyüyordum. İçimden bu duruma çok da seviniyordum hani.
 
Ve ondan sonra sürekli dikkat edilen, korunan ve hastanelerle, ilaçlarla haşır neşir bir dönem yaşadım.
 
Uslandım mı hayır,
 
O dönemden arkadaşlarımızla bir araya gelince anlatır güleriz her seferinde.
 
Dersimiz sanat tarihi. Hocamız derse geldiği gibi sözlü yapacağını söyledi. Hiç birimiz bu sözlü için hazır değildik. Ne yapsak ki kaytarsak diye düşünürken, hocamız listeden birini seçti. Tahtaya çıkan arkadaşımıza sorular sormaya başladı. Bir şey yapmalıydık dersi kaynatmak için, ama ne?
 
Nefes alamıyormuş gibi yapıp yakamı açmaya çalıştım. Garip garip sesler çıkarıp bayılma numarası yapmıştım. Hemen tahtada olan arkadaşımızla, bir diğeri kolonyaya koştular. Birkaç arkadaş beni tutmaya çalışıyor. Derken kollarımdan tutup sınıftan çıkardılar.
 
 Hocamız çok korkmuştu ama çok sahici yapmıştım. Ben bile neredeyse inanacaktım. Arkadaşlarım rahatsız olduğumu söylemiş, ara ara böyle kötü olduğumu vs. anlatmışlardı. Sözlü mü, ona zaman kalmadı zaten, ders bitti.
 
Ve daha nice anılar… Nice yaramazlıklar…
 
Kalemle haşır neşir oluşum da yine liseli yaşlarımda başlamıştı.
 
Ve üniversite…
 
Aileden ilk ayrılış…
 
Sürekli üzerine titrenilen çocuk nasıl onların uzağında yaşayabilecekti? Bu çok endişelendiriyordu annemi.
 
İlk babamın benimle gelişi ve beni bırakıp dönüşü…
 
Van’da bir akşam.
 
Birlikte akşam yemeğine çıkmıştık. O geceden sonra dönecekti. Lokmalar boğazıma diziliyordu, ağzımda çoğalıyordu. Çok zorladım fakat yutamadım, beceremedim. Tabiî ki halim babamın gözünden kaçmıyordu. O da pek farksız değildi. Dudakları titredi, gözleri doldu babamın. Kalktık oradan bir çay bahçesine gittik. Van’da çayın yanında kaşık gelmezdi. Kıtlama içiyorlardı. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşmıştım. Buram buram tomurcuk kokuyordu. O çayın lezzetini bugün içmişim gibi unutamadım. Loş bir ışığın altında babamla çaylarımızı içiyoruz. İkimizde birbirimize göstermeden ağlıyoruz. Ve babamın ağladığını, ilk beni uğurlarken görmüştüm. Babalar ağlamazdı değil mi? Kötü bir geceydi ve çok zorlanmıştım.
 
Sonrası mı ilk dönemden sonra alıştım elbette. Harika dostlarım oldu unutulmayacak anılarım… İlk aşkım, ilk sevilişlerim…
 
Van da bir gece.
 
Grup arkadaşlarımızla çarşıya çıktık, Van sokaklarını arşınlıyoruz. Sonra çarşıda bir düğün salonunun önünden geçerken içerden harika bir halay havası kanımızı hareketlendirdi. Ne yapsak ki dedik, hadi gidip oynayalım nerden bilecekler bizi. Erkek evi kız tarafı olduğumuzu, kız tarafı da erkek evi olduğumuzu düşünür dedik. Ve de öyle yaptık, piste çıktık. Verdik halayın gözüne. Bütün kurtlarımızı döktükten sonra yurda dönmüştük.
 
Sonrası Erzurum, ilk görev yerim. İklim koşullarından dolayı zorlu geçen bir yıl, fakat o yılda okuttuğum öğrencilerim asla hafızamdan çıkmadılar. Yıllar sonra ilk günkü gibi taze kaldılar.
 
Erzurum’dan da bir anı paylaşmak lazım değil mi?
 
Mesleğin ilk yılı ve bizler de oldukça acemiyiz tabiî ki. Şubat tatiline geldik. Dönüşe yakın orda olan öğretmen arkadaşımızı aradım. Telefon da çok sıkıntıydı o dönemler. Sadece muhtarın evinde bulunur, o da çoğu zaman bozuktur.
 
Rüstem abimle konuştuğumda çok kar yağdığını, tipi olduğunu, bizim lojmanın çatısının uçtuğunu elektrik direğinin devrildiğini öğrendim.
 
Sonra Erzurum’a geldik, ilçeden köyün bakkalını aradık ki yollar kapalı, bu süreçte Erzurum’da kalıyoruz üç kafadar. Gidip saçımızı başımızı yaptırdık, tatile devam ettik yani. Sürekli de bakkaldan yol durumunu öğreniyoruz.
 
Sonra İlçe milli eğitim müdürümüz bizi çağırdı. Yanına gittik. Nerede kaldığımızı sordu, durumu izah ettik ve yol durumunu bakkaldan öğrendik dedik. Döndü bize fırçayı bastı tabi ki,’’Sizin amiriniz bakkal mı, neden buraya gelmiyorsunuz? Size soruşturma açmam gerekiyor’’ dedi.  Biz mahcup, mahzun ve açmadı tabi ki sağolsun. Biz de amirimizi öğrenmiş olduk bu şekilde.
 
Sonrası mı lojmanın durumu için yine yanına gittik, şöyle döndü kılığımıza saçımıza başımıza baktı. O saçınıza başınıza vereceğiniz parayla lojmanınızı yaptırsaydınız, dedi.
 
Bizim başlar önde, ses yok…
 
Ve sonrasını ayrıntısı ile anlatsam sayfalar yetmez, sadece şunu diyeyim. O karların içinden çatının saçlarını bulup çektik ve ben bir ağabeyimizin yardımı ile çatıya o uçan sacları çaktım.
Zor günlerdi ama zorluklar da tecrübe sahibi etti bizi.
 
Sonrası evlilik ve Ankara…
 
…..
Ve bundan sonrasını bir başka sefere bırakalım. Yoksa sayfalar dolusu yazmam gerekecek.
 
Sadece yıllandıkça biz, hüzün ailemizden biri gibi oldu. Yaş almanın getirdiği olgunluk çevremize, insanlığa karşı daha duyarlı kılıyordu. Canı yananla yanıyorsunuz, vur patlasın çal oynasın dönemi çoktan geçmişti.
 
Zamanla mutlulukla birlikte uçarılıkta uçup gidiyor. Yerini sorumluluklara bırakıyor. Artık düşündüğünüz sadece kendiniz değilsinizdir. Yaş ilerledikçe kendinizi en son plana atıyorsunuz. Öncelikleriniz değişiyor. Telaşınız kat be kat artıyor.
 
Zamandan sorumlu hissediyorsunuz kendinizi, ölümün var olduğu çıkmamaya başlıyor aklınızdan. Elinizden akıp giden yaşınıza dönüp bir daha bakıyorsunuz.
 
Allah’ım ben senin için ne yaptım, bana bütün imkânlarını sunduğun bu yılda?
 
Herkesin sevgi ve iyi dilekleri ile kutladığı bu gün de buruğum oldukça. Neden mi, beni ben aynasından, ben izliyorum. Ayna her şeyi söylüyor bana. Başımı kaldırıp aynaya bakmakta zorlanıyorum.
 
nedendir bilmem
kırık nağmelerden kuşandığım
yanılgıların arsızlığına bürünüşüm
çekilesi değil artık ağrılarım
hicran büyüsü mü yapıldı yoksa
düşlerime
zaman, yine hüzün mü dövüyor havanda 
serseri sorular dönüp duruyor beynimde
ve gözlerime düşen kabulleniş
yaprak döküyor sokağıma
ilmek ilmek kaçıyorum ömrümden
dönüp
''bir çay daha'' diyor hayat
senden sonrasına
ve bin ‘’âh’’ doluyor bardağıma
….
 
İyi ki varsınız
Sevgi ile…
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir