Duyguları Dibine Kadar Yaşamak

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Duyguları Dibine Kadar Yaşamak
 
Mücadelenin kıyasıya devam ettiği zamanlarda çırpınıp duruyor zamansızlık ellerimizde. Koşuşturmalar çelme takıyor sıkça. Bütün işler eksik ve tamamlanamamış şekilde kalıyor yarına. Göremesem korkusu, yetişemezsem telaşı eteklerimizde kıvılcım… Ki sabaha uyanamayan nice bedenler şahittir ki, boşuna çok şey.
 
Gideceğini bile bile insan, nasıl da tutunuyor sımsıkı.
 
Belki hayatın bu kadar hızlı akışı korkutuyordu, bilemiyorum. Ara ara soluklandığım zaman dönüp bakınca içim burkuluyor, yüreğime bir acı çörekleniyor.
 
Bu koşuşturmada herkes kendi ekseninde dönüp duruyor. Kimse kimseyi görmüyor. Görse de kuma gömünce başını sorumluluk duygusundan kurtaracağını düşünerek, ben merkezinde dönüp duruyor.
 
Dört duvarın arasında yokluğun, yoksulluğun tırmaladığı boğazlardan bihaber… Hanelerde kıyametler koparıyordu minik bedenler ve insanlık bihaber… Satılıyor, tacize uğruyor insanlık bihaber… Bombalar altında kocaman açılan gözlerinde acının tarifsiz hali süzülüyor ve yine bihaberiz.
Mutluluk pırıltısı sönmüş çocuk gözlerinden, kaçırıyor gözlerini kalabalıklar.
 
Evine ekmek götüremeyen babaların acizliği öpüyor yanaklarından. Hüzün bir yavrunun dudak kıvrımlarında ne de yakışıksız duruyor, gamzelerinin tebessümle süsleneceği yaşta.
 
Zamanın içinde kaybolan, unutulan hazin hayat hikâyeleri… Dünyanın sanki beti benzi kaçmış nursuzluktan. Kül rengi bulutlar yağıyor üzerimize. Çamurdan görünmez oldu aslımız.
 
Hızla akan zamanın dişlileri arasında sıkışıp kaldı insanlığımız.
 
Mücadeleden yoksun ruhlarımız kendine kılıf bulma çabasında. Bütün günahkâr yaşamlarından ezber ettiği birkaç dua ile aklanırım düşüncesi… Dualarımızı bile ‘’benlik’’ duygusu ile sarıp sarmaladık.
 
Ruhlarımız bir ekranın gerisinde parmaklarının dokunduğu tuşlarda ahkâm kesiyor. Birkaç dokunaklı cümle, sloganik söz kurduk mu değmeyin keyfimize.
 
Her güne aynı iştahla başlayamıyoruz maalesef. Hayatımızdan çekip gidenler ve beklenmedik ölümler, güne düşen çocuk ölümleri, aklımızın dumura uğradığı vahşetler kolumuzu kanadımızı kırıyor. Hayata dört elle sarılma azmimizin altına bir kibrit çöpü…
 
Akşamın geç vakitlerinde kendimle başbaşalığın keyfini çıkardığım saatlerde alıp veriyorum bütün günü.
 
Ahir zaman halleri, kıyametimiz yaklaşıyor diye geçiriyoruz aklımızdan.
 
Tedirginlik, korku boy verse de çok çabuk unutuyoruz.
 
Her geçen gün insanlığın dip yaptığı günleri yaşıyoruz.  Ve sonra dönüp bakıyorsun Habil ile Kabil’e. Cinayetin ilk insanlıkla gelişi, daha sahabeler döneminde şahit olunan cinayet vakaları…
 
Ve görüyorsun ki zaman devridaimden ibaretti. Sadece yüzler tazeleniyordu.
 
Bizden öncekiler de "bizim zamanımızda" demişlerdi. Ve hâlâ "bizim zamanımız" diye bir şey var.
 
Ve hâlâ aynı öfke, aynı vahşet dolanır aramızda.
 
Ve ağrılarımız bütün zamanları kapsar cinsten.
 
Aynı ezgilere ağlarız farklı dillerde. Dilsiz ezgilerin hüznü aşikâr olur. Anlaşılması için yürek mesafesi yeterli.
 
Belki de düzen bunu gerektiriyordu. Duyguları dibine kadar yaşamayı…
 
Ah uykularıma halel getiren eksik yanlarım. Her geçen gün çığ gibi büyüyorsunuz gözbebeklerimde.
 
Kumdan kaleler yapardık önceden, tekrar ellerimizle dağıtır, mutlu olurduk. Bir daha ve bir daha… Usanmadan…
 
Şimdi taş duvarlar örüyoruz dört yanımıza, içinde yalnız ve mutsuz insan manzaraları…
 
Hayalet şehirlerin kırbacı şaklıyor duvarlarımızda. İç sokaklarımızı saran korkunun tavanından inemiyoruz aşağı. “Ben” tırmanışı başlıyor her seferinde.
 
Nefes nefese kalan yorgunluğun ardından başlayan yalnızlık senfonisi…
 
Şimdi mi?
Halin içler acısı çığlıkları asılıyor yakamızdan. Delişmen gülüşler saklıyor bizi. Hadi otur şimdi ahvalini düşün.
 
Düşün zamanın kıvrımlarına takılan gönlümüzden geriye kalanımızı, düşün iç çatışmalarımızın ruhumuzda bıraktığı derin yaraları, düşün ey! 
Ben’den görünmez oldu ‘’Ben’’! 
İçimde bir tabur asker “Yaylalar”' türküsünü söylüyor.
Bu nasıl ayak sesidir böyle rap rap rap…
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir