SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Hadi ‘’Ben’’ Kendin İçin Bir Şey Yap!
İhmalin dibine vurmuşum seninle ‘’ben’’. Sen ki bana emanettin. Sen ki, mutluysan etrafında kelebekler uçuşuyordu. İyiysen iyiydi herkes. Varlığın üretkense hoşnuttu etrafındakiler. Ne çok yaşıyoruz başkaları için ve ne kolay tüketmişim beni ‘’ben’’den
Bilseydim ömrün parmaklarımın arasından bu denli hızlı akacağını tüketir miydim ‘’siz’’ çemberinde. Bu kadar bol keseden dağıtmazdım ‘’beni’. Şimdi kalanı tutma telaşındayım.
Hani heybeme azık koyacak kadar zamanım olsa.
Hani kalanı gıdım gıdım salacak dermanım…
Tozlu raflardayım bugün. Epeydir tozunu alamamıştım. Her elimi attığımda sızının dibine vuruyorum. Hele raflarda saklanan hatıralardan parçaları elime aldığımda, genzimde bir duman gözlerimde sis bulutu dolanır durur.
Her açtığım sayfa esmerleşiyordu göklerimde. Bir dalgınlık senfonisi çalıyordu. Bir nice gidişlerin, nice yarım kalmışlıkların acı hikâyeleri bana bakıyordu.
Ellerim dolanıyordu tozlu rafların arasında
Bakışlar düşüyordu aklıma
Yumuşak bir elin acıyan yanlarıma dokundukça şifa vermesi düşüyordu yanaklarıma. Her damlanın sıcaklığından ter döküyordu bakışlarım.
Bir yaramaz çocuk koşuyordu önüm sıra. Haylaz bir bakış bırakıp gözbebeklerime.
Umursuz düşlerim geçti az önce. Özgürlüğün atına binmiş dörtnala giden gençliğim göz kırptı son kez. Tozpembenin beyaza dönüşen düşlerinden çalıntı şiirler saklamışım dar güne.
Açlığımın sinyal göndermesi ile zamanın farkına varıyorum. Ve tozlu raflardan elimi eteğimi hafifçe çekiyorum. Geçiştirmek için bakındım dolapta kalanlara.
Bugün kendim için bir şey yapmalıydım. Sevdiğim bir şey. Canım kek istiyordu. Sahi ben hiç kendim için kek yapmış mıydım? İnsanın kendine hayıflanması gibi var mı? Hayıflandım işte.
Hızla koyuldum, hazırladım, yerken yine yokladım tozlu rafları.
Bütün koşturmaların merkezi benden uzaktı. ‘’Ben,’’ kıyısından köşesinden istifade etmişti. Ve bunu düşünebilmek için epey yıl tüketmiştim.
Olsun geç de olsa kendim için kek yaptım.
Elimde çayım ve çatalımda kendime sunduğum kek. Ve gözlerimde uçsuz bucaksız gidişlerin hüznü…
Geç kalmışlığın tiryakisi olmak her seferinde. Her seferinde çekiştiren güruhun içinde kaybolmak… Her seferinde son derken,yine kendini unutmak bu keşmekeşliğin içinde…
Ben,
Şimdi dön bana kalıcı bir şey şöyle. Bir şey yap geç kalmışlığıma inat. Zehir kat uykunun aşına. Dar vakitte sözü yetiştirme telaşındasın. Gözlerini mahkûm et kaleme, kalbi hazzın doruğuna sal. Sükûta kur saati. İlmek ilmek doku gönül örtüsünü. Ser çulunu ayağının altına, Yok kimseden sana fayda bu zamanda.
Ah yüreğim koyma beni darda, koyma beni, benli olmayan diyarda!
Vicdan bile bir beklentinin beşiğini sallıyor. Güvenecek soyut kavramları da harcadık.
Bir yolculuk bu… Kendi’nden kendime doğru… Hayat boyu ayaklarımız taşıyıp dururken bizi bir yerlere, Fırat kenarında bir gelinciğe asılı, boynu bükük bıraktığımız, kendi’mizi arıyorum. Başkaları için biriktirdiklerimi emanete bırakıp, yüreğimin taka'sında bıraktığımız pingel’e doğru yürek çekiyorum. Hani o gölgesinde türküler çığırıp durduğumuz kiraz ağacı vardı, saklar mı hala eski hayallerimizi dallarında. Peki, bu rüzgâr taşır mı bizi o baharda güneşe ilk ‘’merhaba’’yı diyen çiçeğin açtığı dağ yamacına. Biz nerede kaldık, nerede unuttuk kendimizi? Bu nasıl bir yolculuktur böyle; kendimizden, kendimize doğru.
Yenilgime galebe çaldım, dar kapıdan dâra çektim düşlerimi. Yüreğimde hıfzettiğim gidişlerimi sorguladım. Akıl küpünden aldım hıncımı. Vurdum sırrın kapısında gülüşlerimi.
Şimdi emanetim boynunuzun borcu.
Çatalımda bir parça kek, öylece kalakalmışım. Ben’e ne çok dalmışım öyle…