Söz Hakkı İsteyebilir miyim?

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA Söz Hakkı İsteyebilir miyim?

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Söz Hakkı İsteyebilir miyim?
 
“İlk kekik kokan köy çocukları yüreğime dokunmuştu.”
 
Bir vesile olmalıydı ya da bir kıvılcım ifadeye kendimi. Sürekli kafanızda gidip gelen cümleler vakti zamanı gelmeden beyaz kağıtla buluşmuyordu.
 
Sosyal medya sağ olsun, arada paylaşımlarla suskun yanımızı harekete geçiriyor.
 
Bir eğitim-öğretim yılına daha bismillah dedik bu hafta. Herkesin er geç öğrencilik hayatı bir şekilde nihayetlenir fakat eğitimcilerin ömürlerinin büyük bölümü okulda geçmeye devam eder. Bu sefer öğretmenlik ve öğrenciliği birlikte devam eder.
 
Meslekte uzun bir zaman dilimini gerimizde bıraktık.
 
Yıllar çocuk sesleri arasından nasıl da hızlı akmıştı. 27 yılın geçişi an gibi şimdi. İlk mesleğe başlarken gözümde koca bir dağ gibiydi.
 
İlk kekik kokan köy çocukları yüreğime dokunmuştu. Yanakları ayazdan al al olmuş çocuklardı bunlar. Gözlerinde yüreğinize akan öyle kocaman ve samimi bir sevgi vardı ki, yaşam kaynağım oldu o sevgi.
 
“Tek kullandığımız dil vardı aramızda; sevgi.”
 
Ve şehirler kucağını açtı bize. Çocuk her yerde aynı idi. Tek kullandığımız dil vardı aramızda; sevgi.
 
Görevlerimizi yaparken hakkıyla yapmayı ilke edindik. Sağlam nesiller yetiştirmek gayretinde olduk hep. Ne kadar başarılı olabildik bilemiyorum ama vicdanımın sesinden kulaklarım çınlamıyor.

Mesleğimle ilgili uzun zamandır yazmak istiyordum. Vakti zamanı demek ki gelmemişti ki her seferinde yarım ya da başlanmamış oluyordu.
Yeni başlayan eğitim öğretim dönemindeki paylaşımları görünce eğitim camiasının içinden olmayan birebir öğrenci ile muhatap olmayan, yıllarını vermeyen insanlar işi bilmediğimizi ima eden, nasihat eden yol gösteren paylaşımlar da bulununca birkaç cümleyle kendimizi ifade etme gereği duydum galiba. 

“Maşallah hepiniz eğitimcisiniz.’’
 
Bir anıma yer vermek istiyorum bu arada:
1. sınıfa başladığımız yıldı. Herkes çok heyecanlı, bendeki heyecan onlardan da fazla. Heyecan olmazsa olmazımızdı. İlki yaşar gibi her başlangıçta…
İlk veli toplantımız, karşılıklı muhabbet ediyoruz. Velilerimi dinliyorum her biri düşüncesini ifade ediyor. Ederken de farkında belki olmadan işimi de öğretmeye çalışıyorlar. Herkesi dinledikten sonra sözü aldım. O arada birkaç parmak daha vardı ama benden sonraya bırakayım dedim onları da. 
Dönüp ‘’Hakkınızda edindiğim bilgilere göre kiminiz mühendis, doktor, esnaf vs. farklı işler yapıyorsunuz. Meslekleriniz hakkında genel bilgilere sahibim fakat ayrıntıları bilmem. Çünkü eğitimini almadım ve hiçbir deneyimim de yok.
Fakat size bakıyorum, anlattıklarınıza tavsiyelerinize, yol göstericiliğinize… Maşallah hepiniz eğitimcisiniz.’’
Bu cümlelerimden sonra tekrar söz hakkı için öncesinde parmak kaldırmış olan velilerimize döndüm.
‘’Hocam biz cevabımızı aldık’’ dediler. 
 
Ki zamane veliler 2 yıl evvelinden zaten titiz bir öğretmen arayışına giriyor. Öğretmen sayısal mı, sözel zekâya mı sahip buna varana kadar soruşturuyorlar.
Haklılar tabi ki, kendilerinde gerçekleştiremedikleri ideallerine çocuklarında ulaşıp egolarını tavan yapacaklar.
Hani durum sormaya geldiklerinde de o kadar az ki, çocuğunun akademik başarısından ziyade davranışlarını soran, merak eden…
Ve asla onun çocuğu yapmaz, öyle kötü yanlış davranışlarda bulunmaz.
 
“O çocuklar bizim de göz bebeğimiz”
 
Elbette ki çocuklarınız göz bebeğiniz… Fakat o çocuklar bizim de göz bebeğimiz. Biz öğretmenler kendi çocuğumuzun hiçbir karne törenine katılamamışızdır. Okulla ilgili hiçbir etkinliğinde bulunmamışızdır. Yeri geldi ateşler içinde alıp bakıcısına bırakıp bizi bekleyen 30-40 çocuğa koşmuşuzdur.
Onların saçlarının teline zarar geldiğinde inanın bizim de canımız yanmıştır. Bunu bilmenizi istiyoruz.
Ve ben bu velilerim ve öğrencilerimle muhteşem bir dört yıl yaşadım. Vedamız da çok zor oldu.
Ki hala görüşmeye devam ediyoruz.
 
Bunu neden anlattım şimdi durup dururken, galiba inciniyoruz herkesin eğitim hakkında ahkâm kesmesinden. Yaşadıkları olumsuzlukların faturasını sadece öğretmenlere çıkarmalarından.
 
Elbette ki her meslekte olduğu gibi eğitim camiasında da işinin ehli olmayan, görev ve sorumluluğunun bilincinde olmayan meslektaşlarımız vardır.
Her meslek hata götürür ama öğretmenlik götürmez diyeceksiniz. İnsan yetiştiren bir meslekte ben de buna katılıyorum. Lakin hata götürmeyen bu meslekte öğretmen nasıl yetiştiriliyor ona bakalım.
Üniversite sınavlarında eğitim fakültelerine öğrenci seçimi ve sonrası verilen eğitimin kalitesine bakalım.
 
Ki adım başı üniversite oldu. Ya da parasını basan her şey oluyor. Yeterlilik durumunun pek bir önemi de yok artık. Bir dönem açık öğretimden mezun olan, farklı fakültelerden mezun olan da öğretmen oldu.  Mesleği öğrenene kadar harcanan çocukları söylemeye gerek var mı bilemiyorum.
Ve son yıllarda ise atanamama kaygısı duyan gençlerimiz en fazla alım bu meslekte diye tercih etmek zorunda kaldı. Mesleği sevdiğinden ve gerçekten istediğinden değil.
 
“Bu tutmadı hadi bir daha.”

Gelelim mesleğimizi yaparken karşılaştığımız zorluklara…
Uzun zamandır mesleğin içinden gelmeyen bakanlarımızca anlaşılamadık. Yukarıdan yasa çıkar ya da sistem bir günde alaşağı edilir. Önceden ciddi bir çalışma ile hazırlanmamış yeni uygulamaları üsttekiler teorikte yazar, çizer en son top öğretmene atılır, uygula uygulayabilirsen. Ve yine nesiller harcanır yeni sistem anlaşılana kadar.  Kimsenin umurunda değildir. Yazboz tahtası gibi. Üzerinden çok geçmez, göklere çıkarılarak ve bizlerin fikirleri bile sorulmadan oluşturulan yamalıklı programlar çok geçmeden bir yenisi ile tekrar değiştirilir. Bu tutmadı hadi bir daha.
İyice eli kolu bağlanan öğretmen devletin gönderdiği kılavuz kitaplarla da, kendi özgünlükleri de kontrol altına alınmıştır.
Sık sık değişen yönetmeliklere uyum sağlamak da kalede duran öğretmene aittir.
 
Öğretmene kendi bakanlığı sahip çıkmadı ki, bir başkası sahip çıksın. Her şeyi bıraktık onurumuzun telaşına düştük. Sürekli aşağılayan konuşmalar, açıklamalar bizleri derinden yaraladı.
Medyada gün gün olumsuz haberlerle daha bir zor duruma sokuldu. Gerçi medya felaket tellallığı yapıyordu.
Bu tür haberler daha çok reyting getiriyordu. Yanı sıra nelerimizin gittiğinden bihaber.

Medyanın yansıttığı sürekli olumsuz örnekler yüzünden öğretmen öğrencisine dokunmaktan, sevmekten korktu.
Dokunsa adı her an tacizciye çıkabilir. Tek besinleri sevgi olan bu çocuklarımıza bunu vermezsen nasıl başarı sağlayabilirsiniz ki?

Böyle bir olaya maruz kalan bir öğretmenimizi biliyorum. Kendini bir türlü ifade edemeyen bu genç kardeşimiz psikolojik sorunlar yaşadı, açığa alındı. Bu ağır yükün altından kalkamayınca da intihar etti. İntiharından sonra suçsuzluğu ispatlandı. 
Bir iki yerel gazetenin ara sayfalarından birinin köşesinde yer aldı.
 
“…faturası öğretmene kesilir.”
 
İşin özeti;
Annelik babalıktan bihaber ebeveynlerin faturası öğretmene çıkartılır. Çocuklarına kaşını eğemiyorsun. 
Sıkça değişen ve de bir türlü doğrusu bulunamayan sistemin faturası öğretmene kesilir.
Liyakatsiz idarecilerin yanlışlarının faturası öğretmene kesilir.
Eğitim ailede başlar. Çocuklarının her isteklerini yerine getirince görevlerini yaptıklarını zanneden anne babaların faturası öğretmene kesilir.
 
Bir an önce okul açılsın da rahat edelim, günlerimize gidelim diyen nice anneler…
Her doğuran anne olsaydı…
Her yeni gelen nesil daha şımarık, doyumsuz ve sorumsuz olarak eğitim hayatına başlıyor. Sorunu asla kabul etmeyen ebeveynler…
Çocuklarına da öte git diyemezsiniz, bakanlığa şikâyet cepte.
Öğretmenden başka herkesin söz sahibi olduğu bir meslek…
 
Velhasılı meslek aşkla yapılmalı. Bu her meslek için geçerlidir. Öğretmenlik elbette titizlik gösterilmesi gereken bir meslektir. Seçiminde titizlik gösterilmeyen bu mesleğin işlevindeki kusurlar kaçınılmazdır.
Ve daha nice yaşadığımız sorunların içinde yine de görevlerimizi hakkıyla yapma çabasına girip onurumuzla bu işi başarmışsak bizler süper öğretmenleriz.
Rabbim görevlerimizi hakkıyla yapmamızı nasip etsin.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir