Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir Kırşehir

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir Kırşehir

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir Kırşehir
 
8. Âşık Paşa Şiir Şöleni
 
Şiirin kanatlarında her yola koyuluşumda benimle aynı amaçla yola koyulan şiire hizmetkâr gönüllerle de buluşmanın heyecanı sarar.  Yol boyu yüreğim şiirin gözesinden yudumlar durur.
 
Kalabalıklarımızdan kısa bir zaman dilimi de olsa kendinle kalmanın huzurunu da yaşarsınız. Bir ezgiler eşlik eder sizlere, bir de yanık gönlünüz yol boyunca.
 
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir KırşehirBu sefer yol bizi Anadolu’nun ortasında şirin mi şirin bir şehre götürüyordu. Daha önceden görmek nasip olmuştu. Fakat üzerinden epey bir zaman geçti. Aklımda kalan birkaç kare…
 
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir KırşehirTokat’tan bu şirin şehre direk giden bir araç yoktu. Aktarmalı bir yolculuk bizi bekliyordu. İlk durak Kayseri ve sonra Kırşehir.
 
Koltuğuma oturunca ilk işim kulaklığımı takmak. Takarken iyice kontrol ettim bu sefer. Neden mi, Samsun yolculuğumda kulaklığı taktım fakat telefona takmayı unutmuşum. Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir KırşehirBütün otobüse Müslüm Gürses in “Hangimiz Sevmedik” parçasını dinletmişiz bu arada. Muavin ta ki gelip omzuma dokunana kadar. Onu duymak için kulaklığı çıkardım, aaa müzik devam ediyordu. Muavin; “hanımefendi telefona takmayı unutmuşsunuz, hep birlikte dinledik.” demez mi! Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir KırşehirMahcubiyetimi anlatamam tabi ki. Ama devamında gülme krizi. Çünkü ben de bir başkasına gülmüştüm takmayı unuttuğu için. Çok zaman geçmeden geldi başıma işte.
 
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir KırşehirNerde kalmıştık, evet emin olduktan sonra müziği açtım. Ruhuma dokunan ezgiler eşliğinde seyre daldım kıraç toprakları. Orta Karadeniz’den, İç Anadolu’ya doğru ilerledikçe orman yerini bozkıra bırakıyordu. Bazen hatıralarınız size eşlik ediyor, bazen de her bilet alışınızda “illa ben de” diyen yalnızlığınız…
 
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir KırşehirKayseri’ye geldik sonunda biraz gecikince o saatte kalkacak Kırşehir otobüsünü kaçırdık. Olsun çay içeriz bu arada.
 
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir KırşehirBir sonra kalkan otobüse bindik nihayet. İki saatlik bir yol, terminalde inip servise binmem söylendi.  Kafamda alıp veriyorum, bir yandan da davetli şairleri, programı düşünüyorum. İnşallah hem ev sahibimizin hem de bizim mutlu olacağımız bir şekilde nihayetlenir, duası ile.
 
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir KırşehirTelefonumdan sosyal medya paylaşımlarını okurken, başımı kaldırıp camdan bakınca; aa ne göreyim, karşımda ben. Yani billboardlarda biz varız…
 
Bu da pek güzel bir duyguymuş, insan havalara giriyor. Hoş otobüstekilerin çok da umurunda değildi. Kendi kendime attım havayı. Şaka bir yana gördüğüm afişler ve ilk izlenim programın iyi organize edildiği yönünde oldu.
 
Nihayet terminale geldik. Servisin ne tarafta olduğunu tesadüf servis şoförüne sormuşum. Hemen tarif ettiği yere geçip bekledim. Dolduktan sonra şehir merkezine doğru yol aldık.
 
Öğretmenevine gideceğimi ve en yakın yerde indirmesini söyledim. Kendince indikten sonra tarif etti. Ben işi garantilemek için, ara ara sordum. Çok da yakınmış.
 
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir Kırşehir
 
Ohh dedim sonunda geldik, odama çıkıp tam bir dinlenme moduna geçecektim, arayıp da geldiğimi bildireyim ama değil mi?
 
KİYŞAD Başkanı Veysel Turgut Hocam,
 
“Hoca hanım hemen belediyenin oraya gelin ve birlikte gezimize devam edelim” Bu arada Kırşehir’e gecikmeli geldiğimden Sayın Vali İbrahim Akın’ı ve Sayın Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu’nu ziyaret edemedim.
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir Kırşehir
Önünden geçmiştim zaten, her yerin yakın ve kolay olması da ayrı güzel. Belediyenin önünde bekliyorum, araçla beni alacaklarını söylediler.
 
Caddeden bir bey geçiyor. Ben ona o bana baka kaldık. Ama soracak cesareti de bulamadık ikimizde. Geçip gitti, ya neden sormadım, o mu o değil mi? Ölüyorum meraktan ve araç geldi, nereye mi Neşet Ertaş Müzesine.
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir Kırşehir
Minibüsten indim dışarıda tiyatrocu Nejat Uygur’a benzeyen biri bana bakıp tebessüm ediyor. Eliyle “gel kız” diyor bana, bismillah deyip yaklaştım. Hafif hafif yanaklarımı tokatlayarak “nerde kaldın sen kız, söyle bakalım, nerde kaldın?”
Şiirin Kanatlarında Taşındığım Şehir Kırşehir
Şaşkınım ve gülüyorum. O kadar samimi ve babacan ki tavırları kızamıyorsunuz.  Ardından kızmadın değil mi, torunuma çok benziyorsun, canım kaynadı sana.’’
 
Galiba Kırşehir’e toprak bastı tokatıydı. Müzeye girerken şoföre soruyorum, “Kim bu emmi?”
 
“Ben de bilmiyorum, şairlerden biri galiba” dedi şoför.
Sonra öğrendik tabi ki bu güzel insanı. Kılıbık adamın biriyim dedi şiirinde.
 
Davetli şairler Neşet Ertaş müzesindeydi. Merhabalaşmanın ardından karşımda sanki hiç gitmemiş, göçmemiş gibi mütevazı duruşuyla ve elinde sazı ile duran Neşet Ertaş’a kitlendim. Ve bize  “Tatlı dillim, güler yüzlüm a ceylan gözlüm. Göynüm hep seni arıyor. Neredesin sen?” diyordu.
 
Türküye eşlik etmemek mümkün müydü?  Hüzün kirpiklerimizin arasına sızmıştı bile.
 
Müzenin sadece 1. katını gezebildim. Ekibe anca katılmıştım çünkü onlar üst katı gezmiş ve çıkma hazırlığındaydı. Üstadımıza ait eserler asılmıştı dört bir yana.
Rahmet dileyerek müzeden ayrıldık. 
 
Şehir merkezindeki Cacabey Medresesi’ni sadece uzaktan bakabildik. Restore çalışmaları olduğu için kültür müdürümüz medrese hakkındaki bilgilendirmeyi karşıdan izleyerek yaptırdı.
 
Cacabey Medresesi ise yine şehir merkezinde bulunan tarihi mekânlardan biridir. 1272 yılından bu yana sağlamlığını koruyan medrese, Kırşehir Beyi Cacoğlu Emir Nurettin'in isteği üzerine inşa edilmiştir. Yapıldığı ilk dönemlerde her ne kadar medrese olarak hizmet vermiş olsa da sonraki dönemlerde cami olarak kullanılmıştır. Caminin mavi çinilerle süslü olan minaresi sebebiyle halk arasında cıncıklı cami olarak adlandırılmaktadır. Cacabey Medresesi'nin biraz da mimari yapısından bilgiler verelim. Kare planlı olarak inşa edilen bu medresenin yapımında kesme taş kullanılmıştır. Medresenin özellikle giriş kapısı süslemeleriyle göz doldurmaktadır ve tabii ki tek şerefeli minaresi de çinileriyle göz dolduran parçalar arasındadır.
 
Ardından Ahi Evran Camii’ni gezdik.
 
Ahilik teşkilatının kurucu olan Ahi Evran'ın ismini taşıyan cami, 1482 yılında yaptırılmıştır. Kırşehir'in il merkezinde bulunduğu için kolay bir ulaşıma sahiptir. Ahi Evran Camii ve Türbesi aynı zamanda şehrin en ünlü dini yapılarının başında gelir. Caminin içerisinde Ahi Evran'ın türbesi vardır ve türbeye cami içinden bir merdiven yardımıyla çıkılır. Şehrin turistler tarafından en çok ziyaret gören noktalarından biridir bu dini yapı.
 
Akşam ezanı okundu bu arada. Ve davetli şairler bugün yoldan geldikleri için geziye yarın devam edilmesine karar verilerek öğretmenevine geçildi.
 
Akşam da şehir kütüphanesinin konferans salonunda biz bize şiir, müzik ve muhabbet olacaktı. Bu tür etkinliklerde koşturmalardan birbirimizi tanımaya, anlamaya ve kısacası muhabbete pek zaman bulamıyoruz. Bu biz bize olacak program kıymetli bir zaman dilimiydi bizim için.
 
Yemekten sonra şehir kütüphanesine geçildi. Daha samimi bir ortamda şiir ve ezgilerle mest olduk. Ve o gece Bünyamin Aksungur hocam bütün Türk Dünyası ezgileri ve hikâyeleri ile bize unutulmaz anlar yaşattı.
 
Kardeşlerimizin yaşadığı sıkıntıları; oraları gidip bizatihi gezen, birincil kişilerin ağzından dinleyen hocamızdan duymak hepimizi gözyaşlarına boğmuştu.
 
O gece yaşadığımız bu duygulu anlar asla belleğimden silinmeyecektir.
 
Çok sevdiğim bir Azerbaycan türküsü olan Eziz Dostum’a da sesiyle şiiriyle beni büyüleyen şair, Aygün Akbaba eşlik etti.
 
Nasıl anlatılır ki, hissetmek için dinlemek gerekiyor.
 
Türk dünyasının ortak paydalarından bir tanesi olan Rübab’ın esas vatanı Kaşgar olduğunu öğreniyoruz Bünyamin hocamdan. Doğu Türkistan’da, Türkmenistan’da da varmış. Oralarda adına Koçgarca deniyormuş.
 
Azerbaycan da iki teknesi olan Tar’a dönüşüyor Rübab.
 
Bünyamin hocamız her yeni ezgiye geçmeden önce akademisyen kimliğiyle bizleri kıymetli bilgilerle donatıyor.
 
Daha sonra Doğu Türkistan gezisinden bahsetti.
 
Doğu Türkistan’da Türkistan kelimesini kullanmak suç, deftere bir yere yazmak bile 8 yıldan başlıyor. Kadınlar, , öğrenciler, işçiler, memurlar, öğretmenler ve 18 yaşından küçükler camiye giremez. Geriye kimler kaldıysa(!) onlara serbest. Ha sadece kendi mahallelerindeki cami serbest!  Moral sözü istiyorlar, oralarda bir hafta 11 gün kaldım, el üstünde tuttular beni. El üstünde tutulmamın sebebi Türkiye’mize duydukları büyük muhabbet. Doğu Türkistan onların vatanı.
 
Doğu Türkistan'ın adı tarihte de, bugün de bütün dünyada Doğu Türkistan'dır. (Eastern Turkestan) Çin devleti işgal ettiği bu vatan topraklarına Şincanğ adını vermiş ve böyle demeyi şart koşmuş. Bugün orada TÜRKİSTAN kelimesini telâffuz etmek terör suçu sayılıyor, yasak.
 
Doğu kelimesini söyleyince daha Türkistan demeden, Türkiye’den selam getirdim diyeceğim herkeste bir dehşet anı, seni sınır dışı ederler mırıldanması. Doğu’nun devamını düzelttim. Sincan Uygur Otonom Rayonu’nda kardeşlerimiz vardır dedim. Herkeste bir kahkaha hepimizin yüreğinde o vardır ama söyleyemiyoruz, demek istediler.
 
Doğu Türkistan’a eskiden Turan derlerdi şimdilerde Türk demeye korkuyoruz.’’ dedi.
 
Devamını Türkistan’dan bir ezgiyle bağladı. Kardeşlerimizin acısını hissetmemek mümkün değil, gözyaşları içinde mırıldanıyoruz biz de.
 
Ve hocamız devam ediyor:
 
Ferganalı Abdulhamit Süleyman Çolpan’dan, Azerbaycanlı Ahmet Cevad Bey, Bay Mirza Hayt, Mustafa Çokak, ve Cengiz Dağcı’dan yer yer bahsetti. Ve acı dolu hikâyelerine yer verdi.
 
Bünyamin Hocamız o gece bizi cihandaki yalnızlığımıza götürdü. Nihal Atsız’ın dizelerini hatırlattı bana.
 
‘’Kralların taçları
Beni bağlar büyümü
Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
Saraylarda süremem
Dağlarda sürdüğümü
Bin cihana değişmem
Şu öksüz Türklüğümü’’
 
Türklerin tarih boyunca bağımsızlıkları için verdiği mücadele çok büyüktü. Büyük kayıplar verdiler, büyük acılar yaşadılar. Lakin eğilmediler, bükülmediler.
 
Gözyaşları içindeydi bütün şairler ve yürekleri turan aşkıyla çarpıyordu.
 
Azerbaycanlı büyük şair Ahmet Cevad’ın eseri ‘’Çırpınırdı Karadeniz’’ okunmadan salon terkedilemezdi.
 
Duygu yoğunluğu içinde otelimize döndük. Dinlenmek için odalarımıza çekildik. Ertesi gün yine dolu dolu bir gün bekliyordu bizi.
 
Sabah kahvaltıdan sonra Kaman’a gidilecekti. Herkes belirlenen saatte hazırdı ve Kaman yolculuğu başladı.
 
Kırşehirli üşüdüğünde pekmez, acıktığında ceviz yer. Hüzünlendiğinde Neşet dinlermiş. Kaman cevizin kalitesi ile nam salan bir şirin ilçe.
 
Kültür müdürümüz Eyüp Temur Bey, daha araçtayken bizleri bir sürprizin beklediğini söyledi.
 
İlçeye girdikten sonra bir müze ve doğa harikası olan parkın girişinde davul zurna ile karşılandık. Gerçekten hoş sürpriz olmuştu. Şairler hemen halay moduna girdi bile.
 
Burada bize eşlik ve de rehberlik eden KIYŞAD üyesi emekli eğitimci şair, araştırmacı yazar Mümtaz Boyacıoğlu oldu. Ve bir eğitimci titizliği ile Japon Parkı ve hemen aynı alan içinde bulunan müze hakkında kıymetli bilgiler verdi.
 
Kaman-Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, Japonya'nın Türk hükümetine bir armağanı. Ankara'dan 120 km uzakta bulunan Kaman Çağırkan civarında bulunan köy, tarlaların ve tepelerin arasında yer alıyor. Kaman-Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nin en önemli özelliği çıkan kalıntılara yakın olması. Aynı arsada bulunan Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü ile birlikte çalışmalar da yürütülüyor. Kalıntıların bulunduğu arsanın üst kısmı düz olan bir tepecik şeklinde, 150 metre çapında, 20 metre yüksekliğinde ve müzeden yaklaşık 1,5 km uzaklıkta bulunuyor.
 
MÖ 4000'den kalma kalıntılar yaklaşık 20 farklı katman halinde bu tepeyi oluşturuyor. Bu tepe yaklaşık 6.000 yıldır aynı şekilde kalmış. Normal bir tepeden farkı ise kalıntıların korunması için 10 metrelik hendeklerin kazılmış olması.
 
Ve hemen yanında bulunan Japon Parkı da görmeye değer bir güzellikte. Sonbahar mevsiminin bütün güzelliklerini sunuyordu. Bol bol fotoğraflar çekildi.
 
Ardından Ozan Dadaloğlu’nun anıt mezarı ziyaret edildi:
 
“Bir çıkmaza girdi bugün yolumuz
Geçit vermez sağımızla solumuz 
Kalır gayrı bizim burda ölümüz 
Mert ağlasın namert olan utansın.”
 
Daha sonra Kaman Belediyesi’ne gidildi. Kaman denilince akla ceviz gelirmiş. Ciddi anlamda ceviz yetiştiriciliğinde yol kat edildiğini öğreniyoruz.
 
Kaman’da sonra Kırşehir’in ilk garibi Âşık Paşa Türbesi ziyaret edildi. Kültür Müdürümüz Eyüp Temur Bey burada da bize rehberlik yaptı. Etkinliğe ismini veren Âşık Paşa’yı bütün yönleri ile bizlere tanıtmaya çalıştı.
 
Âşık Paşa 14. yüzyıl Anadolu sahasında yetişmiş ünlü tasavvuf şairlerindendir. O da Gülşehri gibi 14. yüzyılın kültür merkezlerinden olan Kırşehir'dendir.
 
Âşık Paşa'nın asıl adı kaynaklarda Ali olarak geçer; adını ise mutasavvıf yani "Hak aşığı" olduğu için aldığı söylenir.
 
Âşık Paşa'nın iyi bir öğrenim gördüğü, Arapça, Farsça ve İslami bilgileri bildiği, tasavvuf kültürünü edindiği sufiyane şiirler yazdığı, siyasete katıldığı gene kaynakların verdiği bilgiler arasındadır.
 
Âşık Paşa'nın Türk dili ve edebiyatı açısından en önemli eseri Garibname'dir. 12.000 Beyit dolayında olan Garibname dini-tasavvufi konulu bir Mersiye olup halka tasavvufu öğretmek amacıyla yazılmıştır. Bir bakıma Âşık Paşa, Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mesnevi'sinde yaptığını Türkçe olarak Garibname'de yapmıştı. 
 
Âşık Paşa 14. yüzyıl Anadolu'sunun siyasi ve ideolojik birliğinin sağlanmasında ve halkı eğitmekte anadilinin gücüne ve yararına inanmış bir aydındır. Bu nedenle Garib-name'de Türkçeye önem verilmesi gerektiğini belirtmiş ve eserini bilinçli olarak Türkçe yazmıştır.’’
 
Dualar okunup buradan da Kırşehir’in son garibi Neşet Ertaş’ın ve babası Muharrem Ertaş’ın kabirlerini ziyaret ettik. Vasiyeti üzerine mezarı babasının ayakucuna yapılmıştı. “Kadınlar insan biz insanoğlu” diyen Neşet Ertaş ve babasına rahmet dileyip dualarımızı ettikten sonra…
 
Son durak; evinde tarihi objeler biriktiren ve müze haline getiren İbrahim Özdemir’in misafiri olduk.
 
Ne güzel insanımız var bizim. Belki çoğumuzun yakınacağı bu ziyaretler hane halkını mutlu ediyordu.
 
Şiir şöleni saati yaklaşıyordu. Bu güzel gönüllü insanlara teşekkür ederek ve nice güzelliklerle heybemizi doldurarak ayrıldık.
 
Ve şiir şöleni
 
Kırşehir çok iyi hazırlanmıştı gerçekten. Herkes elinden gelen titizliği gösteriyordu.
 
Anadolu insanının ev sahipliği ve misafirperverliği gerçekten takdire şayan. Şiir ve müzik harmanlanarak muhteşem bir gece yaşandı.
 
Protokol, program sonuna kadar yanımızdaydı. Kırşehirliler yanımızdaydı.
 
Kültüre, medeniyete beşiklik yapan ve alperenler diyarı bu güzel şehre şiir de çok yakışmıştı. Program sonunda plaket takdimi ve fotoğraf çekimleri yapıldıktan sonra tekrar öğretmenevine dönüldü.
 
Ben biraz daha geç döndüm. Neden mi hani o belediye binası önünde karşılaştığım fakat sormaya çekindiğim güzel insan ve eşi ilk görev yeri arkadaşımdı. Programa geldiler ve onlarla epey geçmişe doğru bir yolculuk yaptık. Çayı çayla bağladık gece boyunca.
 
Öğretmenevine geldiğimde Bünyamin hocamızın güzel sesi ve ezgileri karşıladı.
 
Güzel bir etkinliğin daha sonuna gelinmişti. Ertesi gün sabah kahvaltıdan sonra yavaş yavaş davetli şairler yola koyulmaya başladılar.
 
Yeni ve güzel insanlar tanımıştım. Her biri ayrı bir dünya ve biz ayrı dünyalarla ortak bir paydada buluşmuştuk. Bu payda sevgiydi, dostluktu ve de şiirdi.
 
Bu güzellikleri bize yaşatmak için koşturan, emek veren;
Kırşehir Valiliğine, Kırşehir Belediyesine, Kaman Belediyesine,
İl Kültür Turizm Müdürü Eyüp Temur’a,
Bu etkinliği büyük bir özveriyle hazırlayan özellikle KIYŞAD başkanı Veysel Turgut’a ve ekip arkadaşlarına çok teşekkür ederim.
 
Bir teşekkür de kültür elçisi, gönül insanı şair dostlarımıza gelsin.
 
Nice güzelliklerde buluşmak dileğiyle…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir