SELAHATTİN YILDIZ
Çıkmaz Sokak Kapital[islam]izm
Yıllar sonra vahşi kapitalizm dediğimiz virüs kılık değiştirerek yahşi kapitalizme evrildi. Zaman her şeyin ilacıdır dedik bir de baktık ki her şeyin zehiri olmuş. Demek ki zamanı gerçek anlamda olması gereken ciddiyette kullanamadık.
İnsanoğlunun çağlar ötesinden günümüze dek uzanan bir süreci vardır. Her çağda insanlar kendi varlıklarını sürdürmek için korunmaya ihtiyaç duymuşlardır. Korunma ihtiyacını elde ettikten sonra da başka toplumları istila altına alma düşüncesiyle korunmaktan saldırıya geçmişlerdir. Çünkü insanoğlu dünya da bulunuş sebebini unuttuğunda daha fazla imkanlara sahip olmanın peşine düşer.
Kendi toplumunu güçlü hale getirenler, kazandıkları güçleri sebebiyle başka toplumların kaynaklarına sahip olmayı kendilerinde bir hak olarak görürler. İkinci dünya savaşı sonrasında galip gelen ülkeler dünya da bulunan bütün kaynakları kullanmayı kendilerinde bir hak olarak tanımışlardır. Birleşmiş Milletler topluluğu kararlarını veto etme hakkını sadece beş ülkeye vermiştir. Bunlar ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin. Yani ikinci dünya savaşının galip taraflarıdır. Bu ülkeler dünyanın bütün kaynaklarını kullanmak için doğal zenginliklerin olduğu ülkeleri sömürme hakkını da kendilerinde bir hak! olarak görmüşlerdir.
Batı medeniyeti! Afrika ve Ortadoğu'daki kaynakları kullanmak için o bölgedeki insanları gruplara ayırıp ellerine silah vererek kaos meydana getirdiler. Çıkan kaosla birlikte Afrika ve Ortadoğu'daki maden ve enerji kaynaklarına sahip olarak kendi medeniyetlerini inşa ettiler. Kendi topraklarında insan haklarını en üst düzeyde tutup kendileri dışında kalan ülkeleri insanca yaşama hakkından mahrum ettiler. Bunun adına da batı medeniyeti dediler. Bunun gerçek adı sözüm ona medeniyettir. Hümanizmden dem vurup insanları bir damla suya ve bir dilim ekmeğe hasret bıraktılar. Buna medeniyet denebilir mi? Akif'in deyimiyle tek dişi kalmış canavardır bunlar. Gelinen süreç sonunda modern kapitalizm aç gözlülüğü bir maharet olarak sunmaktadır.
Ancak işin farklı bir boyutu vardır ki, o boyut daha da can sıkıcıdır. Konunun bizi ilgilendiren tarafı da burada başlıyor. Batı toplumu dışında kalan ikinci ve üçüncü dünya ülkeleri gözlerini hep batı medeniyetine dikmişlerdir. Gelişmenin ve daha adil bir dünya da yaşamanın yolunun batılıların ellerinde bulundurduğu imkanlara sahip olmakla gerçekleşeceğini sanmışlardır. Ne kötü bir öykünmedir bu. Batının kendisini sömürerek kurduğu medeniyete hayran hayran bakmak safdillikten başka değildir. O halde onlar gibi olmanın yolu materyalist ve kapitalist olmaktan geçiyor. Safdillik dememdeki maksat budur. Hem Müslüman olacaksınız hem de batının kullandığı gelişmişlik enstrümanlarını kendinize referans alacaksınız. Peki bize ışık tutan İslami referansları arka odaya mı kilitleyeceğiz. Biz o odaya sadece ibadet etmek için gideceğiz, çıkınca da batının odasına geçip onların usulleriyle hayata devam edeceğiz. Bu deniz suyuyla susuzluğu gidermeye benzer. Öyle bir haldir ki sineğin batarak bal yemesi ve sonunu hazırlamasına benzer.
Batı medeniyeti gibi olmak istiyorsanız sizin de sömüreceğiniz ülkeler olması gerekir. Peki sömürülen Afrika ve Ortadoğu halkı olarak biz kimi sömüreceğiz. Bu celladının yöntemine âşık olmaktan başka nedir. Batının odasında materyalist ve kapitalist olacağız, muvaffak olmayınca kendi odamıza çekilip usuller aramaya yöneleceğiz. Hangi akıl bu hasattan sağlıklı ürün alabilir. Şu ayeti hatırdan çıkarmamak gerek. "Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz"
Bizler İslam medeniyeti içinde bulunan ülkeler geri kalmışlığımızı teknoloji ve uzun menzilli silahlardan mahrum kalışımıza bağladık hep. Oysa bizim medeniyetimiz öldürmeyi değil yaşatmayı öğütler bize. İslam medeniyeti aynı zamanda vicdan medeniyetidir. Demek ki biz İslam ile müşerref olan ülkeler, İslam’ın şerefine yeterince ulaşamamış durumdayız. Şayet müşerref olduğumuz dinin bize emrettiği düsturları terk etmiş olmasaydık batı medeniyetinin tasallutu altına girmemiş olacaktık. Bizler dünyaya adaleti ve insanca yaşamanın en ideal toplum düzeni olduğunu İslam'dan aldığımız referansla hareket etmiş olup, bunu duyması gereken kulaklara ulaştırma gayesine girişmiş olsaydık; Allah’ın bize vadettiği galibiyete ulaşmış olmasak bile sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacaktık. Bu küçük bir şey midir? Dünyanın geçici olduğunu idrak edenler için meselenin tamamı budur.
– Ömer Muhtar’a denildi ki:
“İtalyanların uçakları var ama bizim yok.”
– Ömer Muhtar:
“Onların uçakları arşın üstünde mi, yoksa altında mı uçuyor?”
– “Altında,” dediler.
– Ömer Muhtar:
“Arşın üstündeki bizimle beraber, altındakiler bizi korkutamaz.”
Yukardaki örnek realistleri güldürür ama hakikat nazarıyla bakanları düşündürür. Gülenler zamanın zehrini içmiş nadanlardır. Düşünen varsa onlar da başımızın tacıdır.
Teknolojinin bizcesini inşa etmediğimiz sürece Cemil Meriç'in deyimiyle, batının kapısında anahtar deliğinden bakan ve sadece görebildikleriyle kendini geliştirmeye çalışanlar olacağız. Efendisinin ilaçlarını kullanarak hastalığını tedavi etmeye çalışan hasta adamın durumuna benziyor halimiz. Kanserli hastaya aspirin vermek gibi bir zekâ pırıltısı!
Handikap şudur ki, hem İslami değerlerimizi kaybedip hem de batı medeniyetini ulaşılması gereken üst medeniyet olarak görmek körlüğümüzü artırdı. İlerlemenin teknolojiyle olacağına inandırdılar bize. Öyle bir sistem kurdular ki, hem o sistemi onlar gibi kuramayacağımızı bildikleri için kendilerini öykünmesi gereken bir medeniyet olarak sundular, hem de o imkanlara ulaşmanın önünü kapattılar. Bu kölelere ziyafet sofrasını gösterip sonrasında zincire vurarak buyurun siz de yemeğe davetlisiniz demek gibidir. Bu demek değildir ki mücadele etmekten vazgeçeceğiz. Mücadele ederken üstün olmanın ve galip gelmenin bizce modellerinin oluşturulması gerekir. Bir de ilahi sözlere kulak kabartmaktan bir an olsun vazgeçmeyeceğiz. Günümüzde dua etmek hafife alınır oldu. Oysa benim okuduğum kitap başından sonuna kadar dua etmeyi öğütlüyor. Çalışmayı putlaştıran kavli duayı, Allah'tan avuç açıp istenen duadan daha ehemmiyetli görmeye başladık. Bunun sebebi batının kavli duasına âmin dediğimiz kadar, Allah'a edilmesi gereken duaya âmin demeyişimiz. Kimileri bu sözümü yadırgaya bilir. Yadırgamaları önemli değil. Önemli olan materyalizmin ve kapitalizmin kavli duasına âmin dememektir. Belki de biz daha dua etmenin nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş değiliz. Belki de şah damarımız kadar yakın olan ilahımızı ulaşılmaz menzillerde aradığımız için ulaşmıyor sesimiz. Bizim sesimiz her şekilde ulaşır. Demek ki ulaşması gereken ses değil samimiyet ve duygu.
Dünyaya gönderilişinin sırrını unutarak inanç temelli bir vicdan medeniyeti kurmak nasıl mümkün olabilir. Efendimiz der ki, dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir. Bu sözün günümüz çağdaş medeniyetinin ve İslam coğrafyasında değerlerini unutmuşların ortaya koyduğu bütün sözlerinin üzerinde bir değeri vardır. Biz hak yolunda yürürken batılın insanlık dışı uygulamalarına maruz kalmayı şehadet getirdiğimiz gün kabul ettik. Müslümanın her işi Müslümanca olmalıdır.
Batı toplumunun teknoloji üretip tüm dünyaya satması sonucunda elde ettiği fayda ancak kendi gücünü sağlamlaştırdı. Bizleri akıllı cihazlar kullanan düşünmeden uzak toplumlar haline getirdiler. Onların makinalarını kullanacağız, onların istediği gibi üretim yapacağız, onların sanat anlayışını taklit edeceğiz, hatta onların dillerini kiralayıp onlar gibi konuşmayı maharet sayacağız. Düştüğümüz durumun farkında olmayışımız içine düştüğümüz hastalıktan kurtulmayı da zorlaştırır hale getirdi.
Diyelim ki tek dişi kalmış canavar olan batının silahlarıyla silahlandık. Atom bombası ve uzun menzilli silahlar yaptık. Peki biz bu silahları onlar gibi kullana bilecek miyiz? Mensup olduğumuz din bize kitle imha silahlarını kullandıracak mı? Çocuk demeden, kadın demeden, yaşlı demeden uzun menzilli silahları kullanıp kimlerin öleceğini kestiremediğimiz bir saldırıya inancımız müsaade edecek mi? El Kaide ve İşid benzeri hastalıklı inanç kafasına sahip değilseniz pek tabi ki etmeyecektir. Düşmanın silahıyla silahlansak bile onların kullandığı gibi hoyratça kullanamayız. Ne söylemek istediğim anlaşılıyor mu bilmiyorum. Söylemek istediğim şudur ki, dünyanın güçleri dünyayı insani yaşam menzilinden çıkardı. Tekrar gerçek menziline getirmek ve insanca yaşanabilecek bir zemin inşa etmek gibi bir gayemiz varsa, ki vardır. Ya da olmalıdır. Öyleyse bizcesini düşünüp akleden bir yaklaşım tarzına ihtiyaç vardır. Efendim bu iş o kadar kolay değil dediğinizi duymadığımı mı sanıyorsunuz. Ben Alis'in harikalar diyarından gelmedim. Ben de hayatın göbeğindeyim. Benim sadece anladığım şudur ki, kitabı okudukça içinden çıkardığım bir gerçek var. Sorun şu ki, Müslümanlar kitaplarından uzaklaşıp kulaktan duydukları Allah'a ve dine inanmış olmalarıdır.
Demek ki gerçek bir medeniyet kurmak silahların gölgesinde değil, kitabın, İslam’ın ve vicdanın gölgesinde olacaktır. "Ayrılığa düşmeyin ki düşman size karşı galip gelmesin" uyarısına kulak asmayan bizler her geçen gün bölünmeye devam ediyoruz. Şayet İslam toplumları birlik olup Allah'a olan güvencinde sağlam olsaydı batının tahakkümü bu denli uzun sürmeyecekti. Efendim o işte zor, nasıl birleşecek İslam alemi. Nasılını bilmem kitap öyle diyor. Ya Allah'ın kitabına iman edip çağrıya kulak asacağız ya da sefilce yaşamaya devam edeceğiz. İlim Çin'de dahi olsa gidip alın sözüyle yola çıkan birçok İslam evladı kapitalist olarak geri döndü. Ortaya koydukları "Medeniyet ve İslam" teziyle toplumu ne kargaya ne de kuşa benzer bir şeye dönüştürdü. Evet itirazım yok, karga da bir kuştur. Ancak bizim hedefimiz barış güvercinleri olmalıdır.
Çoğumuz içten içe şu soruyu soruyoruz. O kadar dua ediyoruz neden İslam aleminin üzerinden zulüm eksik olmuyor. Allah neden imdadımıza cevap vermiyor. Yazıklar olsun bize ki, binlerce Müslüman kardeşimiz şehit olduğu halde boykot işini dahi beceremedik. Bir Siyonist markasını batırıp şu ülkeden def edemedik. Sonra da neden dualarımız kabul olmuyor diyoruz. Olmaz efendim olmaz. Bizden kimse silahlanıp savaşmamızı beklemedi. Yapmamız gereken adamakıllı boykottu. Onu dahi beceremedik. Allah her birimizin içine, İslam aleminin içine düştüğü dertten kurtulmak için, mümince dertlenmeyi nasip etsin. Yoksa bütün şikayetler beyhude kalacaktır.
Bizler batı medeniyetinin insanlığa bir reçete sunmadığını bildiğimiz halde, batılı olma anlayışını bir ideal haline getirmekten vaz geçmediğimiz sürece de imanın bize sağlayacağı güçten mahrum kalmaya devam edeceğiz.
Ya iman ve inanç toplumu kurmanın idealiyle birlikten doğacak rahmete talip olacağız ya da uyuşmuş beyinlerimizle kendini hür sanan köleler gibi yaşamaya devam edeceğiz.
Çocuklarımızı ellerine verdiğimi cihazlar yetiştiriyor. O cihazları da inancı hayattan çıkarmaya çalışan haydut bir anlayış yönetiyor. Buna karşı bir önleminiz yoksa evinizdeki çocuk dahi sizin olmayacaktır. Sosyal medyaya filtrelemeler getirmezseniz çocuklarımız süzgeci olmayan bir platformda önce şuurunu sonra havsalasını kaybedecektir. Kaybediyorlar da. İşte yazımıza başlık olan, çıkmaz sokak kapital(islam)izm gelir evinizin ve düşünce dünyanızın merkezine oturur.
Başka türlü düşünmek gerek. Ezberleri unutmak gerek. Korkulardan kurtulmak, ümitleri uzakta değil şuurumuzda aramak gerek. Geleneksel imanı terk edip hakiki imanın imkanlarını aramak gerek. Yani kendimizden memnun olmamak gerek. Yaşadığımız hayattan ve bizi karaya vurduran o çok beğendiğimiz akla rest çekmek gerek. Doğru bildiğimiz çok şeyin bir yanılgılar silsilesi olduğu gerçeğiyle karşı karşıya gelmek gerek. Yani bugüne kadar inşa ettiğimiz evi temeliyle birlikte yıkıp yeni bir temelle yeni bir ev yapmak gerek. Cesaret odur ki, kişi bugüne kadar yanlış yaptığı şeye ben yanılmışım diyebilsin. Ben yanılmışım diyemeyen aklını kutsar. Aklını kutsayan helak olur. Daha evvel başına gelen kavimler gibi. Aklını etkin kullanan kendini bulur. Kullanmayan başkalarının aklının peşine takılır ama o aklı kendinden sanır.