Teşrin

SELAHATTİN YILDIZ Teşrin

SELAHATTİN YILDIZ
Teşrin
 
Sonbahar bitip yaklaşmaya başlayınca kış, kapılar açılır ona doğru, yani Teşrin’e. Ekim ve Kasım aylarının ortak adıdır Teşrin. Ekim’e ilk, Kasım’a ise son Teşrin denirmiş evvelce. Ayrıca Ekim’e “Teşrin-i Evvel” Kasım’a da “Teşrin-i Sani” denirmiş. Öncelikle aylarla ilgili kısaca bir bilgiden sonra geçelim işin faslına.
 
1947’de değişir ayların adı, isterseniz kısa bir bakıp geçelim:
 
Ocak: Kanun-u Sani.
Şubat: Gücük.
Mart: Yelin.
Nisan: Açaray.
Mayıs: Gülay.
Haziran: Bozaran.
Temmuz: Biçim.
Ağustos: Derim.
Eylül: Verim.
Ekim: Teşrin-i Evvel.
Kasım: Teşrin-i Sani.
Aralık: Kanun-u Evvel.
 
Tabi bu isim değiştirme ve yeni kelimeler icat etme tartışmalarıyla birlikte uzayıp gitmiştir. Bu konuyla ilgili daha öncesinde Atatürk’e gelen bir heyetin kurduğu cümleye bakalım:
 
"Bu gece duygum tükel özgü bir kıvançtır, Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız ataç özlüklerin tüm ıssıları olarak baysallık, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar ve en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar"
 
Atatürk bunu duyunca İsmet Paşa’ya “Vallahi hiçbir şey anladım” demiştir. Konuyu burada kapatıp gelelim Teşrin’e.
 
İki ayı birleyip tek isimde toplamak aslında yılın sonuna yaklaşınca hesapları toplamak gibidir. Sanki biraz da kışa girişi uzatmaktır. Son yaprak düşünce dalından, kışlıklar çıkar dolaptan. Toplansın her şey kış geliyor. Buğday ambara girmiştir artık. Bağ bozulmuş, çuvallar patates ve fasulyeyle dolmuştur. Teşrin geliyor acele etmek gerek. Belli mi olur belki birkaç güne kar düşer.
 
Kazanlar kurulur ve herkes toplanır harman yerlerine. Sanki bir ayin gibi tekrarlanır her sene.
 
Kazanlar sıralanır aynı hizada Anadolu’nun her mecrasında. Altına taşlar koyup yükseltilir ve odunla doldurulur. Sonra ateşe verilir odunlar ve başlar kaynamaya kazanlar. Atılır içine bin zahmetle tarladan biçilip daha sonra tanelere dönüşüp ambara giren buğday. Ateş azalınca kazanların altında odunla desteklenir. Elde tahta kürekler karıştırmaya başlanır sıralıca. Evet bunun adı hediktir yani bulgur yani sofradaki sarı gelin.
 
Kazanlar hep kurulur yöre yöre. Çünkü Teşrin gelmiştir acele etmek gerek. Bu defa pekmez kaynatılır kış soğuğunda daha dirençli olmak için. Kaynar üzümler kazanda, sonra topraktan geçirip süzülür kaplarına. Teşrin’deyiz acele etmek gerek. Ya kış erken gelip bastırırsa kar öyle orta da mı kalalım.
 
Teşrin’deyiz, güz meyveleri tam olgunlaşır. Haydi gençler ahlatlar, alıçlar bekler sizi. Doldurmak lazım çuvalları. Hepsini toplamak gerek yetişmemiş olanları da. Samana yatırılır olmayan güz meyvesi olgunlaşsın diye emsalsiz tadıyla. Haydi kızlar ilmek atın çeyizin son örgüsüne. Tülbentlerin kenarları işlensin konulsun bohçadaki yerine. Sabunlar sarılsın ve gönderilsin davetlilerin evine.
 
Acele etmek gerek Teşrin’de. Yakında sağdan soldan gelmeye başlar düğün haberleri. Yazın düğün olmaz efendim. Babalar neden kızlarını yazın etsin ki gelin. İş güç var hele bir toparlansın harman öyle değil mi. Tüm işler bitince o zaman yavukluların yüzü başlar gülmeye. Hadi Teşrin de bitti, işler de. Ne duruyorsunuz vursun davullar başlıyor düğün.
 
“Teşrin-i Evvel” yani Ekim geçip gitti, geldik son Teşrin’in demine. Yıl da bitiyor Teşrinler bittiğinde.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir