SELAHATTİN YILDIZ
Kendine Yürümek Cesareti
Yalnız kalmayı seçtiğimiz anlarda bunun bir seçim mi yoksa maruz kalma hali mi olduğunu bazen anlayamayız. Çoğu zaman kendimize maruz kalırız. Belki de bu bir seçim olmaktan çıkar ve içimize doğru yürümek kaçınılmaz olur. Zorunlu bir istikamettir insanın kendine yürümesi. Ancak bu istikameti var edebildiğimiz farkında olma duygusuyla yapabiliriz. Çünkü bu ciddi bir cesaret ister. Şayet elimize bir çubuk alıp kendimizi irdelemiyorsak bunu yapmak pek mümkün olmayacaktır.
Şehrin ışıkları gün batınca yanmaya başlıyor. Her ışık içinde kim bilir nasıl bir karanlık besliyor. Karanlığı bir lamba düğmesiyle aydınlatıyor şehrin insanı ve içindeki karanlığa dalıyor. Işığı yanan evlerin dışarı sızan ışığı bize içindeki hikâyenin ne olduğunu söylemez. Ancak biz her sızan ışığın bir hikâye barındırdığını biliriz. Gündüzün karmaşık seslerini beynin kuytu köşesindeki odaya gönderip dinlenmek istersin. Ama ne mümkün odanın kapısı arada bir açılıyor ve yalnızlığını gasp eder. Kilidi yok o kapının. Zihinlerin kilidi olmuyor ve kusuyor ulu orta kendini. Aslında insan yalnız kaldığında gerçek istilaya uğrar. Demek ki yalnız kalmak daha ağır bir depresyon. O nedenle insanlar yalnız kalmaktan korkuyor. Kalabalığın içine kaçıp, kargaşa ve kaos bağımlısı haline geliyoruz neden sonra. Kalabalığın sarhoşluğunda unutmak istiyor işine gelmeyen soruların cevaplarını. Çünkü kalabalık insana hep ortalama bir doğru sunar ve o ortalama doğru genellikle yanlıştır. Çünkü kalabalıklar kısa süreli hazlardan hoşlanır. Çünkü kalabalıklar genellikle hedonisttir.
Günün birinde bizi çepeçevre saran yüklerden kurtulmaya çalıştığımızda bir fısıltı bize yaklaşır ve bizi yüzleşme fikrinden vazgeçirir. Yüzleşme cesareti bulmadığımız her şeyden kaçarız. Kötülükten kaçıp iyiliğe sığınmak isteriz. Aslında iyilikten ziyade işimize gelene sığınırız. İyilik kalkanıyla kendimize ettiğimiz kötülükten haberimiz olmaz. Sonra kontrolsüz iyiliğin karşı tarafa verdiği cesaretle bizi zedelemesinden kaçıp, gereğinden fazla iyiliğin iyi olmadığına hükmederiz. İyi olmanın insana yüklediği ağır bir hamallıktır bu. Çünkü kendinin farkında olan kişi bile isteye kötülükten yana olamaz.
Günün birinde kendinizi bu kadar yalnız hissedeceğinizi bilseydiniz vefa ile tutunduğunuz herkese bu kadar içten ve samimi davranır mıydınız? Dostlarım dediklerinizin nasılsın demesini bile istemez hale gelecek kadar uzaklaşmak mesela. Mesela çok şeyden uzak kalarak yolun kalan kısmını bir iç çekmesi şeklinde bitirmeyi düşünmek bile ne kadar uçarı bir nokta. Kendinizi nerede kaybettiğinizi hatırlamak o kadar güç gelir ki. Geçen yıl bir arkadaşıma geçmişe geri dönme imkânın olsaydı nereden düzeltmeye başlardın diye sordum. Dünyaya gelmemeyi tercih ederdim dedi. Var olmaktan bu kadar mı kaçar insan. Biraz daha üzerine gittiğim de travmalarından bahsetti. Bu soruyu kendime sorduğum oluyor arada. Sonra şu cevaba yapışıyorum. Kendi kararlarımı kendim vermeye başlayacağım yaşta iş işten geçmiş oluyordu. Ya da toplumca doğru var sayılan ortak yanlışların arkasında sıkışıp kalıyoruz. Yani daha kendini tanımadan başkalarının tanımladığı doğruları ön kabul ile onaylayarak başlıyoruz hayata. Hem de en verimli çağımızda. Kim olduğumuz ve ne olmak istediğimizin toplum tarafından bir önemi yoktu. Biz onların çizdiği sınırların insanı olacaktık.
Ne çok şeye şahit olduk değil mi? Bizi şaşırtacak ve hayrete düşüren neler neler. İnsan şaşırmayı bıraktığında anlıyor ki yaşı epeyce ilerlemiştir. Şaşıramamak artık insanı büyük bir yalnızlığa götürür. Her şey olasıdır artık. Çünkü en ağır yenilgiler, en ağır ayrılıklar, aşklar, en ağır aldatılmalar, en ağır ihanetler, en ağır vefasızlıklar ve en ağır travmalar yaşanıp bitmiştir. Sizi artık sizin bile şaşırtamayacağı noktadır burası. Çünkü kendi imkanlarınızın sınırları elinizdedir artık. İşte tam bu noktada yalnızlığın insana kattığı acı ve değeri anlamaya başlarız.
İki günün eşit olmasının ziyan olduğunu duyduğumuz öğütlerle büyüdük. Bu söz beni her hatırladığım da hep rahatsız etti. Çünkü işime gelmiyordu bu söz. Çünkü iki günüm değil, günlerim, aylarım, hatta yıllarım birbirine benzemeye başlamıştı. Öyleyse ne büyük bir ziyandaymışım. Bu söz sizi de rahatsız ediyor mu bilmiyorum. Bu "hadis" değil de ünlü bir düşünürün sözü olsaydı aman sende deyip geçecektim. Ama bu söz beni Resulün dudağından süzülerek vuruyordu her defasında. Eşit günler her geçen zaman beni rahatsız etmeye başladı.
Yukarıda dediğim gibi kalabalıklara karışarak bu sözü unutmaya çalışırız. Çünkü bu söz ancak uyuştuğunuzda sizden uzaklaşır. Toplumun ortak geliştirdiği ve dayattığı ne varsa afyon gibidir. En büyük hatalar bile birlikte yapılınca görmezden gelinir. Kötülük bulaşıcı bir hastalık gibidir. İyilik de öyle. Siz kendinize neyi bulaştırmak isterseniz size o bulaşır. Bunu sizin seçtiğiniz insanlar ve mekanlar belirler.
Yalnız kalmayı seçmek içimizdeki isyana cevap bulabilmek içindir. Şehrin yanıp sönen ışıklarını izlerken sadece yalnızlığımızı yalnızlığa teslim etti deriz. Tabi yalnız kalmaya cesaretimiz varsa.
Asanatlar "şiirden sinemaya" 
