Kuşlarla Göklere Hicret Edebilseydik Seninle

MUSTAFA ORAL Kuşlarla Göklere Hicret Edebilseydik Seninle

MUSTAFA ORAL
Kuşlarla Göklere Hicret Edebilseydik Seninle
 
Sevdiceğim…
 
Hâlâ koynumda resmin, dudaklarımda ismin. Bu aşk ve özlem beni kavuruyor. Aşkın köz, özlemin rüzgâr olmuş, alev alev yakıyor. Fotoğrafına bakıp bakıp ağlıyor, bakıp bakıp mektuplar yazıyor, şarkılar söylüyorum.
 
Hayata durgun bir deniz gibi bakan o yüzün beni engin okyanuslara götüren bir gemi. Nereye baktığını bir türlü kestiremediğim o gözlerin o deniz yüzünde dalgın bir ada. Kış gecelerinde karlar üşüttükçe beni, buradaki dağların gözlerine gözlerimi verir, ısınırım. Bir yağmur yağsa buralarda kirpiklerine, o ahşap evimiz olan teninin saçakları olan gözlerinin kirpiklerine sığınırım. Sığınırım ısınırım, ısınırım sığınırım.
 
Buralarda sensizlik bir karakış gibi hüküm sürse de varlığın yeni yağmış karlar kadar bembeyaz, yeni açmış kardelen kadar yeşil.
 
Apansız bir yara çıkıyor kalbimde
 
Dağlara vuruyorum kendimi. Denizli’de sırtını dağlara dayamış Server Gazi Türbesinden Bilecik’teki Edebali Türbesine bakıyorum. Dudaklarım kıpır kıpır. Kalbim yerinden çıkacak gibi. Bir selam sana gönül dağından, şarkısı çalkalanıyor türbede. Hesna Şener sağlığında sık sık Server Gazi Türbesine çıkarmış. Şimdi sen çıkıversen Şeyh Edebali Türbesine, alıversen selamımı. “Elif gibi dimdik dur. Bu ayrılık bitecek, güzel günler göreceğiz. Bahçeye karanfiller ekeceğiz. Eğme başını karanfiller gibi” desen, desen…
 
Ayrılıklara dayanamayan gönlümde ne çok kardelen, ne çok karanfil büyüyor şimdilerde. Bendeki isyan değil, umut ve hasret… Bu hasreti azaltıyorum içimde varlığımı çoğaltarak. Seni anıyorum şiirlerle, şarkılarla, dağlarda, ovalarda, bayırlarda en çok da Server Gazinin Türbesinde ve Hesna Şener’in kabrinde.
 
Server Gazi “Gel gör beni aşk neyledi Hesna’m” diyor
 
Sana bu mektubu Server Gazi Türbesinde yazıyorum. Dağlar soğuk ve yorgun, günler dingin ve durgun. Bilecik’te geceleri nöbet tutardım Şeyh Edebali Türbesinde. Şimdilerde Server Gazi Türbesinde nöbetlerdeyim. Şeyh Edebali’nin tadı olmasa da yine de terk etmiyorum aşk nöbetini. Şimdilerde sana yazdığım mektupların başında müebbet nöbetteyim. Gecenin sessizliğinde Hesna Şener ve Server Gazi buluşuyor. Server Gazi “Gel gör beni aşk neyledi Hesna’m” diyor. Eller ne derse desin, benim yüreğim hep seni söylüyor cancağzım. Gel gör beni aşk neyledi cancağzım.
 
Seni anmak benim için Rabbimi hatırlamanın en kestirme yolu. Şimdilerde hiçbir şey mutlu etmiyor beni bir sabah vakti bu dağlarda seni anmak gibi. Bunun için seni anıyorum şarkılarla, şiirlerle, ezgilerle, dualarla, rüyalarla… Küçükken kardeşim beni Erol Evgin’e benzetirdi. O zamanlar ‘ben imkânsız aşklar için yaratılmışım’ derdi Erol Evgin. Ben de öyleyim işte. Şarkıların, şiirlerin, ezgilerin beni sana böyle bir silah gibi konuşlandıracağını ve
Yunus misali delice, velice konuşturacağını hiç düşünemezdim bu dağlara düşmeden önce. Hiç düşünemezdim giderek daha çok seveceğimi seni. Zaman geçtikçe sana olan sevgim ve aşkım artıyor. Bağlılığım ve manevi sorumluluğum artıyor. Belki ben geç açan bir çiçeğim, geç meyve veren bir nar ağacı. Ama sen ben de hep ter ü taze bir çiçek, bir karanfil. Şunu unutma ki bir gün ben bir kardelen olacağım, yaprak yaprak kendimi sunacağım sana. Sen taptaze bir kar, ben her an açan bir kardelen. Senin kışını bahar edeceğim. Bekle hele şu dağları bir süpürüp geleyim.
 
Sen benim hayatımdın. Hayatım bir mektuptu. Sen bana bir zarf, bir pul oldun. Ben gönderilmiş mektuplar kadar huzurluyum. Ağzı kapatılmış bir zarf kadar kendinden emin. Ödenmiş bir nağme, bir pul kadar izzetli.
 
Kuşlarla göklere hicret edebilseydik seninle
 
Bir kuş olsaydım keşke. Kanatlarımda sana kâinatın en güzel varlıklarını sunabilseydim, gidebileceğimiz son yere kadar seni götürebilseydim. Kuşlarla göklere hicret edebilseydik seninle. Yeryüzünü gökyüzünden seyredebilseydik. Yıldızları kendimize kardeş, Güneş’i dost, Ay’ı yoldaş edebilseydik.
 
Gözlerine ömrümü, sözlerine ruhumu verebileceğim! Ben bir kuş oldum da seni omuzlarımda, kanatlarımda taşımaktan hiç usanmadım, yorulmadım. Allah hiç bir kuşa kaldıramayacağından fazla yük yükletmiyor. Ben senin aşkını yüklenmişim. Yükünü çekerken öyle güçlü, öyle mutluyum ki.
 
Sen benim için yıllarca içimde taşıyarak hazırladığım nostaljik bir kasetsin. Ben, benim için yapılmış olan bir kaset olan kalbinin kapağı olmak isterdim. Yüzünü ezgilerine dönmüş bir resim ile seni selamlamak isterdim. Benim bütün şarkılarım senin için. Benim bütün şarkılarım sana bakıyor, seni söylüyor. Leyla, dedimse sen; Aslı, dedimse sen. Ben bana her şeyi özellikle de şarkılar söyletip şiirler inleten ‘o yâri aslında çok severim’.
 
Şimdi Şeyh Edebali’de olmak vardı
 
Burada bende bir ‘Gülay’ takıntısı başladı. Çok içli söylüyor. ‘Babuna’ şarkısı beni mahvediyor. Şarkıda ‘Trakya’ anlatılıyor. ‘Trakya Rock’ diye bir grup var. Burhan Öcal solist. İstanbul’dayken konserlerine gitmiştim. ‘Osman Ağa’yı bir söyleyişleri vardı ki anlatamam. Bu dağlarda gezsem de kendimi Türk olarak hissetmiyorum. Trakya’yı çok özlüyorum. Türkler de, türküler de çok etkilemiyor beni. Ben büyük ihtimal Rumeli muhacirlerinden, Evlad-ı Fatihan’danım. Nedir bu bendeki Trakya, Yunanistan, Balkan ve Yahya Kemal aşkı. Yahya Kemal beni yiyip bitiriyor. Eski Şiirin Ritmi İle, Rubailer, Kendi Gökkubbemiz, Aziz İstanbul… Bazen Balkan şiirleri, şarkıları aklıma düşüyor, yıkılıyorum. Seni düşünüyorum, rahatlıyorum biraz. Şimdi İstanbul’da, Üsküp’te, Selanik’te, Bosna’da, muhacir Şehri Bilecik’te, Şeyh Edebali’de olmak vardı, diyorum.
 
Sol yanımda bir ağrı var. Niçindir bilemiyorum. Kolum mu, kalbim mi ağrıyor anlayamadım. Aşkın ve omzumdaki şu tüfek elimi, kolumu bağlamış. Kolum kanadım kırık. Şimdi uçamıyorum o kadar rahat. Serserilikler yapamıyorum. Ölüm bir yaban karanfili gibi bu dağlarda karşıma o kadar çıkıyor ki. Yüreğimin götürdüğü yere gidemiyorum. Doğu’ya doğru yürüsem beni Kâbe’den başka hiçbir şey paklamaz. Dönüversem geriye, Balkanlar’a, bil ki artık beni arkamdan atılacak hiçbir kurşun haklamaz. Oysa seni, kızım olan gözlerini öyle özledim ki. Sadece benim kızım olan gözlerini öyle özledim ki. İnsan herkesle gülebiliyor da çok az insanla ağlayabiliyor. Şimdi seninle Şeyh Edebali’ye gidip, doya doya ağlamak isterdim. Bu yalnızlığın kilden küpünü kırıp bakraç bakraç gözyaşıyla boşaltmak isterdim. Sen benim gözlerim, gözyaşım olur, kendinden bana, benden kendine akar giderdin.
 
Bir kitap yazmıştım ya bir zamanlar, o kitap beni bir kız çocuğu gibi bağlamıştı kendine. Şimdi o kitabı bir üvey evlat gibi görüyorum. Açıp, okuyasım gelmiyor. Bir zamanlar tesbih gibi yanımda taşırken şimdi nereye koyduğumu unutacak kadar kendimden uzak tutuyorum. Oysa ben senin için şaheser bir roman yazmak isterdim. İnsanlar beni seninle ansın isterdim. İşte o büyük romanı Mustafa Oral bu kadın için yazmış desinler isterdim. Senin için kâinatı ateşe verebilecek kudreti damarlarımda hissediyorum. Aşk bana bu gücü veren. O aşk bana senin için Tarık Buğra’nın ‘Yağmur’undan, Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ından daha güzel bir roman yazdırsın isterdim. Senin için kilometretaşı bir şiir yazmak isterdim. En çok da “Gel Gör Beni Aşk Neyledi” gibi bir şiir yazmak isterdim.
Senin için harika bir kaset yapmak isterdim. Ona kendimden şarkılar ve şiirler okumak isterdim. ‘Bu muhteşem kaseti Oral işte bu kadın için yapmış” desinler isterdim. ‘Batsın Bu Dünya’dan, Yunus Emre ilahilerinden daha güçlü ezgiler söylemek isterdim senin için.
 
Karanfil Buğusu
 
‘İvrindi’ parfümünün hikâyesini bilirsin. Rivayete göre parfümü yapan kişi bizim Balıkesir, İvrindi’den bir kız sevmiş. Onu yâd etmek için parfüme İvrindi adını vermiş. Ne demek istiyorum biliyor musun? Bu dağlardan değil ama Balkan Dağlarından topladığım çiçeklerden bir parfüm yapmak isterdim senin için. Adını da ‘Karanfil Buğusu’ koymak isterdim.
 
Mezarımızı kazsınlar yan yana bre
 
Romanlar, şiirler, şarkılar, parfümler bir tarafa, dualarının, ah o tertemiz kalbinin sayfaları dualarının içinde hayırla andığın bir sevgili olmak isterdim. Senin için bir Şeyh Edebali gibi bir türbe yaptırmak isterdim. Server Gazi ve Hesna’nın mezarları karşı karşıya. Ben seninle yan yana yatmak isterdim. “Çalın Davulları, mezarımızı kazsınlar yan yana bre”, türküsünü söylemek isterdim kıyamete kadar. Senin için Söğüt’teki Kuyulu Mescid gibi bir mescid yaptırmak isterdim. Hayırla anmak ve anılmak için, yan yana namaz kılabilmek için… Her sabah Hesna Şener Asri Mezarlığından kalkıp Server Gazi Mescidine namaz kılmaya geliyor. Ben de senin yanında olmak, teheccüdleri Şeyh Edebali’de, sabah namazını Kuyulu Mescit’te kılmak isterdim. Rabbim o günleri göstermeden huzuruna alamasın beni amin…
 
Bir hatıra pulu olmak isterdim sana doğru giden bir zarfın üzerinde….
 
Bir selam olmak bir mektubun en güzel yerinde…
 
Bir elime pulları, bir elime dünyanın en güzel kadınlarından gelmiş mektupları, sağ elime Güneş’i, sol elime Ay’ı verseler, bir yanıma gökyüzünü, öbür yanıma yeryüzünü verseler yine de vazgeçmem senden. Bir koluma Bergama Kralının sevgilisi Kleopetra’yı, bir koluma Yahya Kemal’in Mehlika Sultan’ını verseler, yollarıma dünyanın bütün kadınlarını çiçek çiçek serseler yine de vazgeçemem senden.
 
Bir zamanlar deli deli konuşuyor, ırmak ırmak coşuyorsam da şimdilerde benim aşktan yana yanışım cayır cayır değil çıtır çıtır. Şimdi gecede dağın eteğinde çıtır çıtır yanıyor ateş. Geceyi demliyor çay. Ama konu sen olunca o çıtır çıtır halim şimdi olduğu gibi cayır cayır oluyor. Gecenin gözlerine çayın buğusu karışıyor. Buğulanıyor gece. Şu kalbimdeki karanfil gözlerin gecenin terini siliyor ellerim güneşi göğsünden çıkarırken. Böyledir bu dağlar. Sabaha kadar çay ile demlenir, şafaktan güneşi söke söke alırsın…
 
Dualarında beni söyle, rüyalarında seyreyle
 
Ah karanfilim… Dalgın bir yapraktın, düştüm gölüme. Bense kurşunlardan değil ateş-i aşktan bu dağlara düştüm. Ben bir “düş”tüm, görülmeyi istedim. Ben durgun bir göl iken dalgalandım, duruldum. Şimdi yağmur yağıyor gecenin gözlerinden sabahın koynuna. Şimdi yağmur kuşlarıdır yağmur gözlerinden bana haber getiren.
 
Bilirsin suna kuşudur benim seçtiğim sana haber getirsin diye huma kuşu değil. Tuna Nehridir kendisinden sana geleceğim Fırat değil. Ve sen bilirsin ki kuşlardır uçmayı öğreten çocuklara ilk önce uçurtmaları saymazsak. Bir kuş oldun, uçtun ve uçurdun beni aşka…
 
Hiçbir şey sana bir şiir ile selam vermek kadar güzel, hoşça kal demek kadar üzücü değil. Hayatımın ve şiirimin sermayesi sensin. Rüyalarım, hayallerim, dualarım bir ambardır sana. Sende hiçbir şeyimi israf etmiyorum.
 
Gecenin sonuna geldik, sabaha erdik. Ben /öyle yorgunum ki /şimdi kime sarılsam uyuyacağım/ oysa ben kızımın dizinden başka yerde yatamazken / ve senin saçlarından başka bir yer şeyi yorgan yapamazken.
 
Aşkla kal Karanfil’im. Dualarında beni söyle, rüyalarında seyreyle, Server Gazi, Hesna Şener ve benden Şeyh Edebali ve Dursun Fakıh’a selam söyle…
Kuşlarla Göklere Hicret Edebilseydik Seninle
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir