MUSTAFA ORAL
Dünya Bir Köprüdür Üzerine Ev Yapılmaz
Okul yıllarında en sinir olduğum şey ev ödeviydi. O zamanlar duymamıştım ama şu cümle çok güzel oturuyordu. “Acaba sırf ders için mi yaratılmışsın ki bütün günü dersle geçirdikten sonra bir de ev ödevi veriyorsun!” Evet, bu günkü ev ödevimiz evin kendisi.
Her evin ve evliliğin bir hikâyesi olduğu gibi ev’in de vardır. Ev evvel yoktu, sonradan oldu. İnsanlar eskiden gönülevinde otururdu. Gün geldi, gönle bir eş düştü. Gelip gönlün tahtına kondu. Sayemizde ev’lendi. Adını da evlilik koydu.
Eskiden barakada otururduk, artık evlendik, barklandık. Sonra nasıl olduysa oldu evler artarken evlilikler azalmaya başladı. Evlilikler azaldıkça evler arttı. Evlerimiz yuva olmaktan çıktı.
Herkes kendi kalbine taşındı. Kimse kimseyi misafir edemez, çekemez oldu. Çınar aileyken küçüldük, çekirdek aileye düştük. Evlerimiz toprak altındaki çekirdeğe döndü.
Kalplerimizi kabre çevirdik, çöktü, çökecek.
Çekirdek aileden aşkı ve merhameti çıkardık, çürüdü, çürüyecek.
Evlilikler sarsıldı, yuvalar yıkıldı, yıkılacak.
Dünya bir evdir, insan misafirdir
Misafir üstüne misafir, ev üstüne ev olmaz. Nuh Peygamber 951 yıl yaşadı. Bir gün ömrün 250 yıla kadar düşeceğini söyledi. Etrafındakiler şaşırdı.
“O gün geldiğinde insanlar ev yapacaklar mı?”
Öyle ya, 250 yıl gibi kısa bir ömür için ev zahmetine değer mi?
Bir gün Cebrail (as) Nuh Peygambere seslendi.
-Ey peygamberlerin en uzun ömürlüsü, dünyayı nasıl buldun?
-Birinden girip diğerinden çıktığım iki kapılı bir han gibi buldum.
Evet, dünya iki kapılı bir handır. İnsan hancı değil yolcudur. Yolcu handa ne kadar kalacaksa insan da dünyada o kadar kalacaktır. Hz. Nuh (as) kâinat yolcusuydu. Dünya için dünyada, ahiret için ahirette kalacak kadar çalışacaktı.
Ad kavmi yakışıklı erkekler, güzel kadınlardan oluşuyordu. Dünyayı evleri sandılar. Ebediyyen dünyada kalacak gibi nazlandılar. Saray gibi evler yaptılar. Cenneti taklit eden İrem Bağları kurdular. Zevk ü sefa içinde yaşadılar. Kendilerini güçlü, Rablerini küçük gördüler. Hâlbuki dünya saman çöplerinden yapılmış bir evdi; yok olması bir kibrit çöpüne bakardı. Eyvah ki aldandılar. Ansızın gelen felaketle her şeylerini kaybettiler.
Harun gibi geliyoruz, Karun gibi gidiyoruz
Hz. İsa bir zaman kendini dağlara vurur. Gezerken güneş altında ibadet eden bir ihtiyara rastlar. Rikkatine dokunur.
-Güneşten, kardan korunacak bir yer yapsan da ibadet etsen olmaz mı?
-Peygamberlerden duydum ki, dünyada 700 yıldan fazla ömür sürülmezmiş. O kadar ömrü dünya tamirine sarf etmeyi uygun görmediğim için bu hâli seçtim.
İsa (as) şaşırır.
-Ey ihtiyar, der. Sana bundan daha acayip bir şey haber vereyim. Ahir zamanda bir kavim gelecek. Çoğunun ömrü 100 yıla varmayacak. Buna rağmen 1000 yıllık ömür tedariki ederek, çok yüksek binalar, köşkler, bağlar, bahçeler, nice mülkler bina edecekler.
-Ey İsa, o zamana ulaşsaydım, Allah hakkı için o kadar ömrü secdede geçirirdim.
İhtiyar, İsa’yı (as) bir mağaraya götürür. İçeride yüksek bir taht üzerinde bir ölü, başı ucundaki mermer direğin üzerinde ilginç bir yazı vardır.
-Ben filan padişahım. (bir rivayette Şeddad) 1000 yıl ömür sürdüm. 1000 şehir bina ettim ve 1000 tane bakire kız aldım. 1000 tane padişahla savaşıp, memleketlerini ellerinden aldım. Fakat neticede bu hale geldim. Ey akıllı ve âlim olanlar benden ibret alın…
İnsanın dünyadan nasibi dar bir kabirdir
Kâinat, Efendimiz (asv) için yaratılmış olmasına rağmen dünyaya meyletmemişti. Kâinatın sultanı olduğu hâlde sarayda yaşamamıştı. Mütevazı yaşamından 25 imparatorluk doğdu. Doğduğundaki varlığı vefat ettiği zamankinden daha fazlaydı. Doğduğu evi amcaoğlu Akil gasp etmişti. Vefat ettiği eve defnedilmişti. Bütün mirası bir keçi, bir de hanımlarının bulunduğu odacıklardı. Onlar vefat edince odalar mescide dâhil edilmişti. Onun (asv) evi Ravza olmuş, bizim kabir.
Hizmetçisi “bu gün evde ihtiyacımız kadar iaşe var” dese Mevlana “Evimizden Firavun kokusu geliyor’ derdi. “Dünya bir köprüdür. Üzerine ev yapılmaz” diye eklerdi. Öyle ya, köprü geçilmek içindir, konaklamak için değildir.
Bir sabah ihtiyarın biri Belh Sultanı İbrahim Ethem’in kapısını çalmıştı. Yanında kalmak istediğini söylemişti. Sultan “burası saray” deyince adam,
-Hayır, burası saray değil, yolcuların bir süre kalıp göçtüğü kervansaray” demişti.
Sultan saray olduğunu tekrarlayınca adam dayanamamıştı.
-Senden önce kimler vardı burada?
-Benden önce filanca, ondan önce falanca…, deyince ihtiyar taşı gediğine koydu:
-Bak gördün mü? Demek burası saray değil, kervansaray…
Saray yapan, gönül saraylarını yıkar
Osmanlının temellerini atan Ertuğrul Gazi gün yüzü görmedi, bir çadırda vefat etti. Oğulları aynı şuurla üç kıtayı fethetti. Saray sefasına kapılınca imparatorluk yıkıldı. Değil mi ki saray yapan, gönül saraylarını da, imparatorluğu da yıkar.
İnsan dünyada ağaç altında gölgelenen yolcudur. An gelecek, yola devam edecektir. Dünyanın geçiciliğini, faniliğini, fenasını, onun arkasındaki bekayı ve Baki’yi hisseden bu çağın sultanı dünyayı kervansaray ve dolar, boşalır bir han gibi gördü. ‘Dünya bir misafirhânedir. İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafir’dir deyip evlenmedi.
O evlenmeyince ev’lenme ihtiyacı da duymadı. Dünya ev’len benimle, dese de kiralık gönüllerde kalmaktansa kiralık evlerde kalmayı tercih etti. Dünyada dikili ağacı yoktu. Kendisi gibi yaşayan çingeneleri takdir ederdi. “Siz dünyanın fani olduğunu anladığınızdan basit evlerde oturuyorsunuz. Sizler de göçebe olduğunuzdan benim meslektaşım sayılırsınız.”
Bir zamanlar kendine mesken olan Van’ın Ermeniler tarafından yakılıp yıkıldıktan sonraki halini görünce tek kelimeyle yıkılmıştı. Hüzünlenmiş, gözleri dolmuştu. “Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz; harap olmak için binalar yapıyorsunuz” hadisinin hakikatini kulağıyla değil, gözüyle işitti. Harabe duvarlar, dağılmış taşlar gözyaşlarına eşlik etti. Bir zaman sonra bir ağaç kendine getirdi. “Bize de dikkat et; yalnız harabezâra bakıp durma.”
Baktı. O ağaçtan kalemler biçti. Tuğla gibi kitaplar yazdı. Sözler’den kocaman bir dünya inşa etti. Barla’daki evinin önündeki çınar ağacına ‘Yıldız Sarayına değişmem’ dediği bir menzil yaptırdı. Dünyaevine girmedi ama daha dünyada iken cennet köşklerinde ikamet etti.
Kur’an’da, hadiste, peygamber kıssalarında, evliya menkıbelerinde, gönül ehlinin sözlerinde “Dünya fani; üç günlük dünya için değer mi üç yüz bin verip ev almaya” dense de biz yine bildiğimizi okumaya devam ediyoruz. ‘Tek başıma olsam şaha kul olmam, ev, bark almam da viran olası dünyada evladü iyal var’ deyip evler alıyoruz. Yetmiş yıllık dünya hayatı için saray gibi evler yaparken ebedi evimiz olan kabrimizi zindana çeviriyoruz.
Yıldız Sarayı ordaysa Barla’daki çınar ağacı ve Barla Kabristanı da burada…
Dünya Bir Köprüdür Üzerine Ev Yapılmaz