Kıbrıs İzlenimlerim Taşlarda Kalan İzler

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Kıbrıs İzlenimlerim Taşlarda Kalan İzler
 
Gezilerimde hemen kaleme kâğıda sarılamıyorum. Bu belki hissettiklerini, gördüklerini ruhunda, tüm benliğinde hazmetmek için kendine ayırdığın zaman dilimidir. Belki o ruh halinin ete kemiğe bürünmesi için bir süre sadece seninle kalması gerekiyor. Ve ardından Kurban Bayramının gelmesi de seyahatin bende kalanının kelimelerle buluşmasını biraz geciktirdi. Kendine zaman tanıyıp, gönlüne, ruhuna sinen bütün güzellikleri, sokaklarına, taşlarına sinmiş geçmişlik kokusuna bürünüp döndüm satırlarıma.
 
 
Aklım; geçmişin izini süren kapılarda, dar sokaklarda, yıllara tanıklık etmiş zeytin ağaçlarında…  Hasreti, özlemi, korkuyu, endişeyi taşıyan sokaklar nasıl da içime işlemiş. Ya sıvası dökülmüş haneleri yeniden hayata bağlayan begonvillerin şımarıklığına ne demeli. O hazin görüntüye can suyu olmuşlar sanki.
 
 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dediğimde aklınıza ilk ne geliyor, diye sorsam. Elbette ki önce kardeş vatan gelir. Sonra ardından Kıbrıs Barış Harekâtı gelecektir diye düşünüyorum. Sadece bu kadar mı? Sanmıyorum. Son yıllarda Kıbrıs deyince aklımıza olumsuz şeyler de geliyor. Bitmeyen siyasi mecradaki mücadelesi ve eminim ki çoğunuzun aklına bir de kumarhaneler gelir.
 
 
 Kıbrıs yolculuğu belli olunca kardeş vatanı görme düşüncesi beni müthiş heyecanlandırdı. Bu yolculuk beni; bu güzel adada yüzyıllardır varlık gösteren kardeşlerimizin hikayelerine, adanın güzelliklerine, tarihi dokusuna götürecekti. Bu yolculuk sokaklarında, tarihi mekanlarında ve insanlarında bir yolculuğa daha çıkaracaktı. Belki bir kalbe dokunuşum olacaktı, kalbime dokunuşları olacaktı. Bildiklerim öğreneceklerimle taçlanacak ve belki öncesi bildiklerim yerle yeksan olacaktı.
 
Başlasın o zaman yolculuk…
 
Yola koyulmak zamanıydı, yol bizi mavi ile yeşilin karıştığı kardeş vatana çıkaracaktı.
Tokat, Ankara ve ardından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti…
 
 
Ekip arkadaşlarımla da bir araya gelmeye başladık havaalanında. Aynı duygularla dolmuş ve biliyorum ki aynı heyecanımın da ortaklarıydı. Okuduklarımızı zihnimizin bir köşesinde tutup, öykülerini birinci ağızdan dinlemeye, adanın güzellikleriyle kucaklaşmaya gidiyorduk.
 
Ercan havaalanına indiğimde bir valiz krizi yaşadım. Çok şükür bulundu ama kırılmış olarak. Bardak kırılması nazarın çıktığını gösterir ya biz de valizin kırılmasını böyle düşünelim diyerek valizi sürüye sürüye bizim için gelen araca yerleştirdim şükür. Ekip arkadaşlarımın desteğini de unutmamak lazım.
 
Ve yine havaalanında yaşanan bir diğer güzellik mi desem bilemedim, biz Türkiye Türkleri için değil tabii ki.
 
 
Araçta çantalarımızı bırakıp fotoğraf çekmek için indik. Fakat sonrası otobüsün boş olduğunu görünce bir hırsızlığa meyil vermemek adına çantalarımızı alalım diye döndü bir arkadaşımız. Orada bulunan görevli dönüp:” Burası Türkiye değil, kimse çantalarınızı almaz.” demesi dokundu. Haksız mı, değil tabii ki.
 
Girne öğretmenevine yolculuk başladı. Yol boyu nerelerden geçiyoruz diye bakınsak da karanlıkta seçmek kolay değildi.
Ve ilk değişiklik; ‘’Lefkoşa kazası’’ yazısı
Öğreniyoruz ki Kıbrıs’ta illere kaza deniyor. Yol boyu dostlarla hasbihal ettik. Bizi karşılamaya gelen dostlarla da elbette.
 
 
Ertesi gün yoğun bir gün olacaktı. Uyuyup dinlenmek en güzeliydi. Ne mümkün, öksürükten sabaha kadar uykuya geçemedim bir türlü.
 Gün doğunca ilk işim balkona çıkmak oldu. İlk intiba Akdeniz bölgemizde sanki Mersin’e gelmişim. Hatta daha sonra gezi esnasında “Akdeniz bölgemizden Antalya- Mersin arasından kopup gelmiş buraya konmuş” ortak fikri oldu.
Çatısız evler, begonviller, muz, limon, portakal ağaçları…
 
Kahvaltıdan sonra gezi için hazırdık. Yol boyu dağlarda gördüğüm Türk bayrağı ve “Ne Mutlu Türküm Diyene!” yazısı dikkatimden kaçmadı. Kendi ülkemizden daha fazlaydı. İlk olarak yol güzergâhımızda olan Hala Sultan İlahiyat Kolejine uğradık. Oldukça büyük bir kolejdi.
Burada sınav haftasında öğrenciler sadece sınava giriyorlar. Okul yok, sınava girip evlerine geri dönüyorlar. Bence güzel bir uygulama.
Okul Müdürü bizleri misafir etti ve okulun bölümlerini gezdirdi.
Bu arada turunç ve ceviz reçeli ikram ettiler. Kıbrıs’ta reçele macun deniyormuş. İkram edilen macun da oldukça lezzetliydi. Okulun terasına çıkıp Beşparmak Dağlarını arkamıza alıp fotoğraflar çekindikten sonra yola devam ettik. Daha görülecek çok yer vardı.
 
St.Barnabas İkon ve Arkeoloji müzesine geldik.
Gazimağusa’nın eteklerinde, hafif bir yükseklikte ikiz kubbeli bu kilise, Kıbrıs’ın koruyucu azizi St. Barnabas’a adanmış.
Yıllar boyunca Kıbrıs, Müslüman, Hıristiyan ve Pagan’a kadar farklı dini inançlara sahip olan birçok hükümdara ev sahipliği yapmış. Farklı kültürlerin iç içe geçtiği, kiliselerin ve camilerin yan yana bulunduğu, dinlerin harman olduğu bir hale bürünmüş.
 
Yol bizi bu sefer de Kapalı Maraş’a getirdi. Aracımızdan inerek bu bölgenin sokaklarında içimiz burkularak yürümeye başladık. Göçtü göçecek evler, yarım kalmış binalar, kurşundan delik deşik olmuş haneler ve derin sessizlik… Kim bilir kaç hikâye tamamlanamadan yitip gitti. İnsan hırsı, tahammülsüzlüğü ölü şehirler bırakıyor gerisinde.
Yalnızlığın en uç kısmındaydı Kapalı Maraş. Hangi kelimelerle tarif edilebilir ki hissedilen…Zamanında Kıbrıs’ın en ünlü bölgesi olan 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda Kıbrıslı Rumlardan oluşan nüfusu tarafından terk edilen bölge. Harekât sonrası askeri kontrolde kalmış. Büyük kısmı yerleşim ve iskana kapatılmış.
 
 Magusa’da surlar karşılıyor bizi. Othello Kalesi 14. yüzyılda Lüzinyanlar zamanında düşman saldırısına karşı limanı korumak için yapılmış.
Dilimize dolanan “Magusa Limanı” türküsü… İngiliz sömürgesine ait 7 Hint askerinin süngüsüyle yaralandıktan sonra kanlar içinde Magusa limanına bıraktığı bir hamal için yakılan ağıttır.
 
Ve gelelim muhteşem eser Lala Mustafa Paşa Camii’ne( St. Nicholas Katedrali) .Kuzey Kıbrıs’ın en büyük iki camisinden biridir. Eski bir katolik mabedidir. 1328 de katedral olarak açılmış,1571 de Osmanlı Devleti tarafından bölgenin ihtiyacını karşılamak için camiye çevrilmiştir. Kıbrıs fatihi olarak anılan Lala Mustafa Paşa’nın da adını almıştır. İki farklı inancın bir eserde birleştirilmesi zihnimde her inancın mutlak yaratıcıya ulaştığı düşüncesini uyandırdı. Muhteşem bir eser gerçekten, içi ayrı dışı ayrı güzel.
 Namık Kemal’in Kıbrıs’a sürgün edildiğini biliyor muydunuz? Kısa bir süre kaldığı zindan ve uzun süre yaşadığı evi de burada. Namık Kemal Müzesi şimdilerde. En uzun sürgün yeri Magusa’dır.38 ay kalmıştır. Birkaçı dışında eserlerini burada yazmıştır.
 
‘’Gelip mektubu mergubun safa bahşeyledi cana
Sürurumdan serim tacı erişti arşı Rahman’a’’
 
Bu kadar gezmeye acıktık. Uğur hocamız Trabzonlu, Kıbrıs’ta öğlen yemeği için getirdiği mekânın adı ne olabilir sizce? Temel Reis.
Kıbrıs’ta ne yiyebiliriz? Ve ekibin çoğu Şeftali Kebabı’nı denemek istedi. Şeftali, Şef Ali’ den geliyor. Beğendik mi, oldukça ağır geldi. Köfteye kuzu gömleği sarılarak yapıldığı söylendi. Kuzu mu koyun mu yoksa büyük baş mı bilemedim ama kebaplar hep masada kaldı. Kullandıkları baharatlardan da olabilir. Eti çok sevenler dahil.
 
Yemek esnasında öğreniyoruz ki Uğur hocamızın doğum günü. Kıbrıs’ta doğum günü kutlamak da pek havalı duruyor değil mi? Arkadaşların kısa sürede organize olması ile bir de doğum günü kutladık. Bu arada kebabı yiyemeyen bizler pastayla karnımızı doyurduk.
 
 Hocamız bizi Samtay Vakfına götürdü. Çay eşliğinde vakfın çalışmaları, kurucuları hakkında bilgilendirildik. Küçük hediyeler alıp ayrıldık. Zamanla yarışıyorduk çünkü.
 
 Bir de köy görelim istedik. Değirmenlik beldesine geldik. Köy diyemeyiz çünkü bayağı büyük. Gelip köy kahvesine oturduk. Yerel ağzı merak ediyordum. Oturduğum masada bulunan beyefendiyle selamlaştık ki o da asker çıktı.
Buraya yerleşmeyi düşündüğünü söyledi. Kıbrıs’ta kadınlarla ilgili yasaların ağırlığından tutun da yemeklerinden, kültürel değişimden bahsetti. Kadınlara uzun bakmak bile tacize giriyor ve ağır cezaları var, dedi. Bu nedenle buralarda kadınlar rahattır. Gecenin bir yarısı da çıksa kimse rahatsız edemez, dedi.
 
Ve sonra masaya gelen bir başka beyefendi ile konuşuyoruz. Onun da konuşması oldukça düzgün. 76 da Erzincan’dan gelip tarım iş gücü olarak yerleştiklerini, 14 yaşında geldiğini fakat aile içinde konuşmalarını hiç bozmadıklarını, şimdi torun torba sahibi olduğunu söyledi. Birkaç kez Erzincan’a gitmeyi düşünmüşse de nasip olmamış. 76’dan sonra geldikleri için hâlâ kendilerine “işgalci” dendiğini de ekledi. Birer kahve içtikten sonra Değirmenli Köyünden de ayrılıyoruz. Geri dönerken Bellapais Manastırı’nı da görüp, öğretmen evine dönüleceği söylendi.
Geç kaldığımız için, manastırın içini göremedik. Yine muhteşem bir mimari. Gotik tarzında yapılmış, Girne’yi tepeden gören bir noktada. Fotoğraflar çekildikten sonra öğretmenevine döndük.
 
Gezimizin ikinci günü külliyede geçti. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın ev sahipliğinde, çalıştayda iki kardeş vatanın yazarları, akademisyenleri bir araya geldik. Tatar; Kıbrıs Türkünün 450 yıldır bu topraklarda kendi kimliğiyle var olduğunu ifade etti. Her türlü baskı ve mezalime karşı ecdadın bıraktığı dini, dili ve kültürü yaşatmak için mücadele verdiklerine dikkat çekti. Mücadelenin yalnızca top ve tüfekle değil, kültürel bir direnişle sürdürüldüğünü söyledi.
Büyükeçi Başçeri ise çalıştayın en temel amaçlarından birinin millet ve tarih bilincini çocuklara ve gençlere kazandırmak olduğunu belirtti.
Birçok konu konuşuldu, istişare edildi.
“Bizi Türk çocuklarına doğru anlatın. Öteki Kıbrıs’ı değil, tarihimizi, mücadelemizi anlatın çocuklara.”
 
Biz de farklı bir Kıbrıs gördük. Sokaklarında dolaşırken yaşanmışlıkları, acıları, ödedikleri bedelleri gördük. Gösterilen sabrı gördük, öz benliklerini ne denli zor şartlarda koruduklarını gördük. Hâlâ tedirginliklerini taze tuttuklarını da gördük.
Konuşmalarında biz kendimizi neden anlatalım ki, kardeş kardeşi bilmez mi demeleri oldukça yerindeydi. Evet kardeş kardeşi bilirdi.
 Sevil Emirzade hanımefendiden, dinlediklerimiz hepimizi duygulandırdı. Vatan kolay kazanılmıyordu. Korku vardı, yokluk vardı, acı vardı bolca. Kendilerinin doğru anlaşılmasını istiyordu bizden. Sevgi ve yaşanmışlık dolu bakışıyla, gönül diliyle konuşuyordu. Kendisinden etkilenmemek mümkün değildi. Bayrak radyosunda kültür sanat programları yapmış, kısa öykü ve şiirleri sıcak içten ve kendini mutlak dinleten ipeksi sesiyle çok uzaklara taşımıştı. Birçok programa ve kitaba da imzasını atmış, hâlâ kültür elçisi olarak mücadelesine devam ediyordu.
 
Kalan zamanımızda Lefkoşa’nın sokaklarına bıraktık kendimizi. Dar sokaklarda bir tarih bekliyordu bizi. Ne hikayeler yaşanmıştır şu duvarların arasında. Ah şu kapılar kimbilir tokmağına kaç el dokundu? Kaç acıya veya mutluluğa tanıklık etti. Geçmişin izini sürerken ara ara günümüzden yapılarla karşılaşıyorsun. Bazen bir okul karşına çıkıyor, çocuk cıvıltıları ardından… Bu tarih kokan sokaklarda iz bırakanların yaşayışlarını kafanda canlandırmaya başlıyorsun.
 
Yol bizi Selimiye Camii ne getiriyor.
Hayranlıkla izliyorum önce. Yine camii ve kilisenin birbirine geçmiş hali. Dışı katedral içi camii. Tarihsel ismi Ayasofya camii veya katedrali. Bu da öncesi katolik katedrali. Kıbrıs’taki hayatta kalan en büyük ve en eski kiliseye ev sahipliği yapıyormuş. Lüzinyan kralları için de taç giyme kilisesiymiş.
Camiye dönüştürülmüş içi de dışı kadar muhteşem. Ah taşların dili olsa da konuşsa. Ya da konuşuyorlar da biz kendi gürültümüzden duyamıyoruz. Epey kalıyorum içerde. Geçmiş bizden daha ince işli ve daha sanatçı bir ruha sahip.
Şu andaki yapılaşmamıza bakılınca zamanda ileriye, medeniyette geriye gittiğimiz aşikâr.
 
Yorgunluğumuzu atmak için Büyük Han’a geçtik.1572 yılında Osmanlılar tarafından Kıbrıs a gelenlerin konaklamaları için yapılmış. İlk gördüğüm anda Bursa’daki Kozahan’ı hatırlattı. Burası İngilizler zamanında cezaevi olarak da kullanılmış.
Tekrar Lefkoşa’nın dar ve geçmiş kokan sokaklarından geçerek aracımıza ulaşıyoruz.  Ardından Gönyeli-Alayköy Belediye başkanı Hüseyin AMCAOĞLU davetine icabet ettik. Genç, sportmen ve bir o kadar da bizden bir belediye başkanı ile karşılaştık. Bize yerel yönetimler hakkında bilgiler verdi. Belediye otobüsleri yok Kıbrıs ta. Çok fazla taksi ve de kadrajıma takılan oto galerileri… Başkanın makam aracına binmemesi de dikkatimizden kaçmadı. Ayrıca ikramları ve hediyeleri için de teşekkürler.
 
3.gün ise rotayı Güzelyurt ve Lefke ye çevirdik. Önce Geçitkale Barajına gittik. Karşıdan muhteşem manzarayı izlerken barajın suyunun Anamur’dan geldiği, Akdeniz’in altından taşınıp Kıbrıs’a ulaştığını ve bu suyun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin su sorununu çözdüğünü Uğur hocamızdan öğrendik.
Ardından Arkeoloji ve doğa müzesini gezdik. Kuşların arasında Kıbrıs’ın endemik kuşları olan Kıbrıs ötleğeni ve Kıbrıs kuyrukkakanını arıyorum ama bulamadım.
 
Ve sonra Aziz Mamas kilisesi ve İkon Müzesine geliyoruz. İçi loş ve kasvetli, objeyle dolu. Belki Müslüman oluşumuzdandır. Camilerimiz nasıl da huzurlu. Kilisenin kasvetli havası bize iyi gelmedi.
Portakal bahçeleri görünmeye başladı. Güzelyurt ta geldik galiba. Ve yine duruyoruz.
 
Ve Cengiz Topel Anıtı
CengizTOPEL Hava kuvvetlerine ait dörtlü F-100 lideri olarak görevlendirilmiş, Gemi konağı limanında bulunan Rum gemisini bertaraf etmek üzere dalış yaptığı sırada yara alan uçağından paraşütle atladıktan sonra esir düşmüş ve işkence görerek öldürülmüştür.
 
“Bu topraklar vatandır
Kimseye verilemez” Rauf Denktaş
 
“Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır” Dr. Fazıl Küçük
 
 Güzelyurt ve Lefke doğası, yerleşimi tam da yaşanılacak yer dedirtiyor insana. Buraya kadar gelip de nar, portakal suyu içmeden dönülmez tabii ki. Bir de portakal bahçelerine dalıp o mis gibi kokuyu içimize çekmeliyiz.
Dalından kopardığım portakal benimle evime kadar geldi.
 
Gezimizin sonuna gelmiştik. Tekrar Lefkoşa ya dönüp peyderpey arkadaşlarımızı yolculama zamanı. Ben en son ayrılacak grubun içindeyim. Dolu dolu geçen 3 güzel gün. Bize bu imkânı sunan öncelikle Millî Eğitim Bakanlığımıza, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne, orada bize mihmandarlık yapan hocalarımıza, Çalıştayın mimarı Uğur hocam ve Sibel hocalarıma, birlikte aynı gemide olduğumuz öyküdaşlarıma çok teşekkür ederim. Şiir ve nesirden oluşan harika bir üç gün yaşadık. Ekip ruhuyla çıkılan bu yolculukta samimiyetin, dostluğun, kardeşliğin kazancıyla döndük.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir