Öldüm Düşlerim Boşta Kaldı

CANER KUT Öldüm Düşlerim Boşta Kaldı

CANER KUT
Öldüm Düşlerim Boşta Kaldı |ÖYKÜ|
 
Helisin Üstündeki Hayyam
 
Hayyam ilerisi ve gerisi aşağı doğru akan toprak yığını üzerine bağdaş kurmuş şekilde oturuyordu. Ağzıyla göğe doğru yükselen eğriler çizerken bunların kendisi için imdat çırpınışları olacağını belki de bilmiyordu.

Hayyam yerin kaydığını görmeden bilemeyeceklerdendi. Bir top mermisi gibi hava yüzeyinde kayarken önü ve ardı görünemeyen toprak zamanla tüm eğrilerin geri döndüğü bir ana ulaştı.

Hayyam önceden beynini de sürgüne bıraktığından akıp giden toprağın beyninde ürettiği karşılıkları göremedi; görmediğinden de bilemedi.
İş işten geçmişti ne yazık ki! Hayyam kendi kendine dönüşmüş ve aşağıya düşmüştü.
 
Öldüm Düşlerim Boşta Kaldı, Distopya
 
Onu ilk gördüğümde okul bahçesinde bizi raks ederken izliyordu. Gözleriyle sınırsız yasalar çiziyordu. Hoca, yine pencere arkasında sinemanın ilk ışıklarıyla yere düşen gölgesini sonsuzla ilişkilendiriyor ve elleriyle kazıyordu hayallerimizi… Biz ise kazının ortasında ve ellerimizde malalarla boşluğunda kararıyorduk oyunun. “Hayalleriniz ne de bakımsız” diyerek başlayan filmin ürkütmesi yerlerimize sabitlemişti (kazı kabızlığı). Gelip geçen, izleyip duran insanlar kuyruğuna teneke bağlanmış kedilerle aynı menfaatlerin esiriydiler; biz hangi menfaatin güzeliydik?!.. El ele verip zamanı yerinde tutacaktık, halbuki ellerimiz avuçlarımızda eriyordu. Kısmen kırılmış, parçalanmış ve üzeri ot bürümüş taş basamaklar arasında bira şişeleri, atılmış cips paketlerinin jelatinlerinden gelen parlamalar, yüksek ökçeler, yana yıkılarak yürümeler…
 
Hoca yerinden hafifçe doğruldu, baktı. Güneşin ışıkları yine gözlerine vuruyordu, gözleri kısılıyor önünü seçemiyordu. İlerisi ise her zaman olduğu gibi onun için çok netti. Şark masalına tutkundu bizim düşlerimiz. Sallanıyorduk. Tatlıydı ve dallarından güzel yemişler sarkıyordu. Bursa karası, acı südü, altından süzülen balı, örtücü yaprakları, siyahmor kabukları altında damarlı bembeyaz bedeni, kırmızı kalplerde yaşayan sert çekirdekleri. Erkek sineğiyle buluşacak ölümüyle yeniden dal budak salacak güne kadar sabırla bekleyecek… Rüzgârın samimiyetiyle esniyorduk. Ellerimiz kopacak gibi ve aşağıda meçhulümüz ağzını açmış bekliyordu. Ellerimizi yuttu yutacaktı. Telâş içinde sallanıp duruyorduk işte! Kuru dalların mahkûmuyduk. Maskeli baloda dans etmektir ahirzaman koridorlarında dolaşmak. Bir gül goncası, bir bülbül şakıması ikircikliğini takıp takıştırmak. Her figürün düşsel bir alt planı vardı ve bizler (lerlerler…) gülüyorduk. Bir reverans, iki reverans, olmadı üç reverans… Moliere komikliği, Hayyam sürüngenliğiyle belirleniyordu kimliğimiz… Soğuk bir can evimiz vardı.
 
Hoca hafifçe başını geriye çevirdi. Sustu, kaldı. “Hazer et!” yaprakların savruluyor, diyebildi. Kapılar vuruştu azgın. Hoca şemsiyesini öne doğru açarak uzaklaştı. Kapılar vuruştu azgın. Kar yağıyordu güneşe bakarak, biz ise arkamızda izler bırakarak koşturuyorduk. Kibritlerimiz bitkindi. Gözlerimiz buğulu, göremiyorduk. Ellerimiz düştü bir hayalin çıktığı kuyuya. Maskelerimizi sıyırdı tek tek. Ya ölmüştük. Ya da yüzlerimiz kırışmıştı. İleride tekrar Hocayı gördük. Ağlıyordu. “Beni yalnız bırakın” dedi hafifçe. Patagonya’nın sokaklarında yaşayan özgür bir yüreğin ayrılışını görüyorum. Kısık bir sesle, hafifçe, bülbülü şaşırtacak bir sükûnet içinde ve kararmış bir sinemanın son karelerini elimle kazıyıp ağlıyorum üzerine…

(yakın çekim) ellerim titriyor.
FLASHBACK.
gözlerim engin bakışlı.
(endam aynasından genel çekim) dünya ölüyor, dostlarım ölüyor, herkes ölüyor
aynalar kırılmış.
FLASHBACK.
KAHKAHALAR YÜKSELİYOR.
(yüzün arkadan yakın çekimi) bir damla süzülüyor meçhule giden.
Kâbus günü.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir