NECATİ SARICA
Mahallemin İnsanları 5 |ÖYKÜ|
Salaman baba Londra'nın sokaklarında gezinirken ekmeği yay gibi gergin bulmuştu ve Paris'in en büyük hilesiydi ekmek mağripli çocuklara. Doğusu hep tütün sarısıydı, Batısında kelebeklerin kanat vuruşlarını bile vuruyorlardı siyah bir filarmoni orkestrasının küflenmiş notalarıyla. Cenazelerimizin üstüne de marşları yağıyor dedi sessizce. Çöllerde bir keman sesiyle aradığım ve çölün olamadığı kadar tenhalık içimde derken sahi kimdi bu Salaman baba. Gecelerin sabaha en yakın anlarında ölümün sesini kuşandığı anlatılır dururdu geçmişinden kimsenin tanımadığı ve mahallenin insanı olmamış kişiler arasında.
Salaman babayı kim ne kadar tanıyor ki mahallemizde. Kölelerin yağmurları altında eriyen akrebi ile yaşadığı günler geride kalmıştı. Hep kırık bir zülfikar bakışıyla baktığını gören var mıydı acaba. Lütfen bekleyin ağlamaklı bir kurşun gibi geleceğimi derdi sık sık, firavun günlerinize ağlamaklı bir kurşun sesiyle geleceğimi lütfen bekleyin. Çilelerim yansın, geçmişime dair bütün bildiklerim yansın, pencerenizin önünden düşen bütün kuşların hikâyesi ile geleceğim. Salaman baba biraz şair biraz ermiş, birkaç mafya babası tokatladı… Şimdilerde sözleriyle kimselere derdini anlatamadığı aşikâr… “Bir başımayım ötesi yok” diyor. Tahammülünden yorulduğu limanı da yok, yaktığı ateşin gölgesinde bu mahalleyi beklerken.
Kimi zaman kitapçı kimi zaman doçent olarak hitap ettiği arkadaşı Ahmet'le sohbetlerinde, rahme düşen toprak bir yarasına çiçek verirken ruhunun taşlara yakıştığını söylediğini duymuştum. Sonra ellerini yüzüne sürüp manayı kelimenin kalbine indiren Rabbe şükürler olsun deyip arkadaşını masada Harun'la bırakıp gitmiş ve arkadaşı onun bu tip hareketlerine alışık olsa gerek hiç alınmadan Harun'la konuşmaya devam etmiş ve Salaman baba size emanet onu fazla üzmeyin deyip gitmişti.
Anlatıldığına göre kerpiç evler dolusu bir mahallede, avlusu hep güvercin kuşları ile neşeli tek katlı bir evde doğmuş. Büyülü çocuk derlermiş, menekşeli çocuk, menekşesi kanlı bir toprağa düşen… Annem okuma yazma bilmez babam ilkokul üçten terk. Evimizin bitişiği dedemin bakkal dükkânı, bakkalın önünde beton yuvasına yatık iki gazyağı varili. Her varilde gazyağı akan iki musluk. O zamanlarda kimi evlerde elektrik yok idare kandili kullanılıyor. Bizim evimiz 340 metrekare tapulu arazi üstüne kondurulmuş. Dedem konu açılınca Menderes tapusu der. Menderes kim, tapu ne demek bilmem ve çok merak eder sorardım ancak kimse bir şey anlatmaz.
Bizim evde elektrik, su var, tuvalet evin içinde, komşuların çoğunun evinde tuvalet yok, tuvalet bahçede ve bir bahçenin içinde ortak kullanımda. Evimizin solunda 20-30 metre ilerde kerpiç evlerin mahallesi başlar ve burada oturanların çoğu Elmadağ’ın Yakup Abdal Köyü'nden göçmüş bir koloni. Silah sesleri, kavga, dövüş hiç bitmez. Evimizin önünde beton zemine mahallenin kadınları oturak ve minderlerini alıp benim ebe dediğim babaannemin etrafında toplanıp örgü ve dedikodu…
Ben üç yaşlarında, hep ebemin kucağında, akşama doğru orta yaşlı bir kadın hafif topuklu ayakkabı ve hiç diz üstüne çıkmayan eteği ile ten rengi çorap giymiş geçer gider, ebem kadını görünce hii asri kadın der ve kendi gözlerini kapatıp başını çevirdiği gibi benim de görmemem için gözlerimi kapatır. Ebem bizim köyün ve o mahallenin cadısı mı büyücüsü mü desem “Ocak” olduğunu, el aldığını söylerler. Bazı hastalıkları tedavi eder, hamile kadınların karnındaki çocuğun cinsiyetini bilir, "esnek" derler. Bir şey sorulunca okur ve esnerse iş hayırlıymış. Tuz gömme, tedavi biçimlerinden biridir avucuna tuz alır ve kişinin vücudunun çeşitli yerlerine elini dokundurur, kıpır kıpır olur kişi esner, ebem esner ve ortamdaki bütün kişilere ve hastaya tuz yalatılır ve kalan tuz ya ateşe ya da insan ayağının değmediği bir boşluğa atılır. Nazar ve "şer" gider. Hasta iyi olur.
Salaman babaya sorarsanız hayvan sevmeyenin insan sevgisinden şüphe edilir ve hayvanlara kötülük yapanların insanlara özellikle çocuklara kötülük yapması kesinlik arz eder.
Salaman babaya müridan Badem, Puki, Kontes, Gece, Zeliş, Kız, Meloş, Parol her zaman yolunu beklerler. Siz de Dostoyevski'den Sartre'a varoluşçuluk konuşmak isterseniz Salaman babanın iyileşip hastaneden çıkmasını beklemeniz gerekecek. Salaman babayı dinlediğinizde: azılı bir Hristiyanlık düşmanı Nietzsche’nin Bağnaz bir Grek Ortodoks’u Dostoyevski'nin hayatını mahvettiğini anlatacaktır size. Salaman babada bir sürü ruh bilimsel iç görüyle karşılaşırız. Temel sorunun bu modern cangılda ve barbar bir ilahiyata karşı Müslüman kalabilmek olduğunu söyler. Sevgilim dediği peygamberin kedisi Müezza’ya yazdığı şiiri okuduğunuzda onun ne kadar safça içinde taşıdığı bir inanca sahip olduğunu görürsünüz.
Yerin ve göğün bitimindeki belli belirsiz leke (horizon-ufuk) hep benim içimdeydi, kendime koşarken kendimden kaçtığımın farkına vardığım an her şeyin içimde hercümerç olduğu, Nietzsche’nin sesinin Hallac-ı Mansur'un sesine karıştığı günlere gelivermişim öylece. İnsan kendinden başlayıp açılıp dökülürken artık hakikati söylemenin yeni bir dili bulunamaz olmuştur. Salaman babayı alıp götüren ambulansın çığlıklarından geriye kalan mahallenin sessizliği, kedilerin ve köpeklerin mahzunluğudur artık.