Yol Dile Geliyor Ya da 37. Sahne

NECATİ SARICA
Yol Dile Geliyor Ya da 37. Sahne
 
“Ölüm gibi solgun görünüşlerde dal gibi ince bir kız dizlerinin üzerinde hıçkırıklara boğulmuş sesiyle tanrıya yalvarıyor. Bir adam görüyorum ateşin ortasında ve yanmıyor. Bir adam başını, kesilmiş başını dizlerinin arasına koymuş ağlıyor. Fakat gözyaşları ıslak değil. Kuru ve kurum ağlıyor. Adamlar konuşmayı istemiyor bunu çok meşgul olduklarından ve beni gördükleri halde görmemiş gibi davranıyorlar. “
 
37. SAHNE:
 
Kız: Buradan geçelim ve acele edelim çünkü burada yoğun bir soru kokusu alıyorum. Eğer soruyu duyarsan sorular seni boğacak. Burada Tanrı kokusu var. Yine cevap arayacaksın ve yeni Tanrılar.
 
Kızın ellerinden tutup dönmeye başlıyoruz ve döne döne çıkıyoruz bu mahzen sesli iniltiler çağından.
 
Kız: Ezberini bozmalısın ve temkini terk etmelisin. Burası yalancı peygamberler diyarı, burada Tanrı yok sadece korkular var. Burada korkmaktan sakınma. İnanma korkusundan uyan ve inan, burası dünyanın bir benzeri. İnanacaksın ve yanılacaksın sonra yenildiğini hissettiğin zaman sakın ah vah etme. Burada Tanrı ve şiir yok, sadece sahte şairler var. Oku, öğren ve kus her şeyi buradan ötelere bir şey götüremezsin yanında.
 
Ben: Ama nasıl olur ki?
        Çok fazla şiir geliyor üstüme
 
Kız: İnanma, inanır gibi yak onları, oku ve daha söylerken yak. Buradan öteye sınır var ve sınırda yakalanırsın. O yüzden buraya geri itilirsin ve burada yaşamaya mahkûm olursun. Burada çok fazla yargı ve çok uzamış ipler var. Her gün yeniden yargılanırsın ve asılırsın. Boğulmadan hemen soyun. İçindeki rengârenk kazakları ve horoz sesini de bana ver. Sınırı geçince sana veririm.
 
Ben: Ya sen! Evet ben! Ben yolun sınırında kalmaya mahkûmum bir orada bir burada… Hem orada hem burada… Bazen çok ilerilere ve hemen en geriye… Ben sürekli takip altındayım, yolcuları uğurlar ve geri dönerim. Yalnız onların farkında olmadığı bir durum ortaya çıktı sen gelince. Kazakların rengârenkliği ve ıslığın hoşnut sesi… Ben bunları ilk defa sende gördüm. Bunlar seninle ötelere gitmeli. Sınıra varınca benim yüzbin elim, yüzbin ayağım olacak ve bedenim, ruhum. Bunlardan bir tanesi senin emanetlerini karşıya geçirecek ve onlar fark etmeden dönecek. Onu öpmeyi unutma, yani beni. 
 
Birdenbire ayaklarımdan dizlerime kadar küllerle çevrili bir sınıra geliyorum. Sınır değil sanki bir sanrı. “Soyut” diyorlar ve sonra geçiyorum… Geçiyorum ve ölüm kadar solgun ve bir dal kadar ince kızı öpüyorum dudaklarımdan.
 
Kız: Biraz önce söylediklerime bakıp beni yanlış anlamamanı istiyorum. Tek istediğim dudaklarımın tadını sana bırakmaktı. Kazak ve ses bahaneydi. Onları aldattım ve dudaklarına kanımın tadını üfledim. Artık hep sende ve seninleyim. Beni de ötelere ve ötelerin ötesine götüreceksin. Sonra bana bir anlık dön ve öpüşlerinin ıssızlığıyla beni öp.
 
Ben: Yürüyorum ve yürüdüklerim geliyor ardımdan. Yürüyorum ve yol geliyor ardımdan. Sadece yol var. Önü arkası olmayan sağı solu olmayan bir yol var. Başka bir şey yok, sadece yol. Ben var mıyım diye hazırlanırken birdenbire soyut olduğum geliyor aklıma. Evet… Sadece bir imgeyim; yol var, yürümek var, ben yürüyorum ve ben yokum aslında.
 
Dudaklarımdan Gelen Ses: Bu sınırı geçen hep yoktur ancak yürüdükleriyle var olur. Sana düşen yürümek ve gözlerini kapatıp açtığında geçmiş ve gelecek birbirine o kadar yaklaşır ki şaşırma hali yaşayabilirsin. Korkma kalem ve kâğıdı hatırla. Çok acı çekersin ancak o zaman yol sen olursun. Sen yol olursun. Yolda kalırsan korkma sadece sonsuz ve sınırsız acı var. Acıdan korkulmaz. Acı senin içindedir ve acılar yolun işaret taşlarıdır. Acı varsa kaybolmazsın. Acılar seni yolda tutar.
 
Gözlerimi kapatıyor ve açıyorum. Bakıyorum yoldayım ancak acı var.
 
Ben: Ama diyorum “ben soyutum, sadece yola sokulmuş bir imge nasıl acı çekebilirim ki?”
 
Yol dile geliyor ve…
Yol: Tamam acıyı sen değil bizzat canı yanan çekiyor, sen sadece imgesin ve imgeler acı çekmez. Ancak acı sana sirayet ediyor. Bu kadarına da katlanacaksın artık. Hep yolda olmanın ve yolda yol olmanın kuralı bu. Sen anlat, sadece konuş yeter acın hafifleyecek.
 
Ben: Çok küçüğüm ve kaçmak istiyorum. Kaçmak istiyorum evimizin bulunduğu sokaktan. Benden büyük çocuklar bir kedi yakaladı ve kedinin üstüne benzin döküyorlar. Bir kibrit çakması ateşiyle ateş büyüyor, kedi yana yana koşuyor ve bir süre sonra canlı canlı yanarak tükeniyor. Görünenler çok korkunç. Çocuklar çok korkunç gülüp eğleniyorlar ve suratlarından vahşetin gülme sesi sızıyor sokaklara. Ölmek istiyorum. Yok olmak. Yazıyorum sonra; “ölümün, sebepsiz ürpermelerin ve her şeyin daha da doğusunda”
“Kediler üstüne benzin döküp aydınlanan sokaklarda”
 
Yol: O çocuklar büyüyünce katil olacak. O sokak daha sonra ölüm sokakları diye anılacak. Bir çocuk büyüyecek ürpertisiyle hep ölümün peşinde koşacak ve o gün yaşadığı korkudan sonra çocuk korkusuz olacak ve hep sokakta hep sokakta…
O çocuk sokaklarda ürperecek ve serpilecek. Kim gördükleriyle yaşayabilir ki diye soracak ve hep sokak hep sokak…
Ve yüreğinde hep bir hıçkırık ağlayacak. Konuşacaklar, kıskanacaklar onu, hayatın dışına atmaya çalışacaklar. Deli, manyak, şizofren, dipsiz kuyu, hasta, hasta, hasta…
 
Ben: “Üst geçit Vakko ve vitrin olunca”
“Düşerim yükü ağır bir Yahudi’nin geçtiği yola
Ya bir de Yahudi körse, yol olur yüreğimde erirse”
 
Yol: İlk yol deneyimin… Her şey bu güne hazırlık için. Her şey buraya gelebilmen için. Senin deyişinle: paslı bir gecekondu avlusunda şizofren kuşları besleyerek büyüdün. Şizofren kuşların havada attıkları taklaları izledin dedenin kollarında. Deden kuşbazdı ve sen yere çakılan güvercinlerin kanlı, parçalanmış cesetlerini gördün. Deden sana taklacı güvercinleri anlattı. Bunlar sınırları zorlayanlardı. Daha… Daha… Bir daha… Biraz daha ve kimileri bu sınır aşımında son takladan sonra düştüler ve parçalanarak öldüler. İşte bu yüzden taklacı güvercinler şizofrendi. Sen de çok şey öğrendin o paslı gecekondu avlusunda.
 
Ben: Biraz büyümüşüm ve annem kaşlarımı kesiyor ve saçlarıma yağlar sürüyor, yüzümün aydınlığına. Çok üzülüyorum, sürekli ağlıyorum. Bana bakıp gülüyorlar. Elleriyle beni gösteriyorlar. Evden çıkmak istemiyorum. Sadece küçük bir çocuğum. Bana yapılanlar hep oyun havasında. Çok yalnızım. İnsanlar ve arkadaşlar içine düştüğüm durumu anlamıyorlar. Ah… Beni kimse anlamıyor.
 
Yol: Her şey bugün için. Eğer bunları yaşamasaydın kalabalığa karışır kalabalıklar içinde boğulurdun. İşte o zaman seçilemezdin ve benimle konuşamazdın. Acı çekmen, yalnız kalman, kalabalıklar içinde tek başına kalman, önceki yol deneyimlerin olmasaydı olmazdı her şey.
 
Ben: Sonra ben hıçkırıklı bir keman sesi oldum. Sonra asılıp öldüğüm oldu.
 
Yol: Evet sana olanlar oldu. Artık geri dönülmez hale gelmiştin.
 
Ben: Peki sen kimsin? Sen Tanrı mısın?
 
Yol: burada soru soramazsın ve cevaplardan bir Tanrı yaratamazsın. Burada sana sorarız gerektiğinde ve cevap sendedir.
 
Ben: Şimdi seni anlıyorum. Sen kimsin ki bu kadar rahat soru sorup benden doğru cevabı alacağından da emin olabiliyorsun?
 
Yol: Burada doğru ya da yanlış yoktur sadece cevap vardır. İşte o yüzden sen varsın sadece, cevap olarak sen varsın.
 
Ben: Bu durumda soru sensin cevap benim, yani Tanrı ben miyim bu yolda?
 
Yol: Soru sensin, cevap sensin, yol sensin, yolda olan sensin. Bak burası imgeler âlemi. Yani biraz paralel bir evren yani evren de sensin evrende olan da sensin. Burası kritik bir nokta yani sen tamamen sendesin. Geçmişten hatıra rengârenk kazaklar ve üşüyen horozların sesi.
 
Ben: Peki ya o kız? O kızın öpüşü?
 
Yol: O durum sadece o kızın varsayımı. Tekrar dönersen seni orada karşılayan o olacak. O zaman ona varırsın.
 
Ben: Anlamaya çalışıyorum. Şu anda ben bendeyim, benim dışımda hiçbir şey yok. Bir anlamda sonuna kadar ben bilgisiyle doluyum. Peki, geçmişi niye hatırlıyorum ve acı bana sirayet ediyor?
 
Yol: İkinci kere yaşıyorsun hayatını ve acılarını. Kendini temize çekiyorsun. Anlamadıklarını anlıyorsun, ağlamadıklarına ağlıyorsun. Sonra her şey bir tamam olunca, eksik gedik kalmayınca bu yoldan yani kendinde koşarcasına çıkacaksın ve başka bir hayatla karşılanacaksın. Edeple varabilirsen lütufla döneceksin. Her adımında bir adım geri yani biraz edep biraz lütuf. Bu sefer yol yok sadece kendi etrafında dönüp özünden, insanlık merkezinden kopmadan ince bir bağla bir kendine bir sınırlara koşacaksın. Karmaşık bir sistemler bütünü. Hesaba gelmez sayılarla sayılmaz olacaksın. Pervane gibi kendi etrafında döneceksin. Işık sensin pervane sen, dönen sensin döndükçe yanacak olan sensin. Yandıkça yanacak, yandıkça ölecek, öldükçe olacaksın. Esas olan kaosun merkezi ile bağını koparmayacaksın. Kaosun merkezi yaratılış âlemindeki barındırdığın nefestir. Nefesin etrafı kuşatılmıştır ve kuşatılmışlığın her yanında nefes barınır. Bu durumda sen senlikten çıkana kadar bu böyle kalacak ancak yine sen olarak kalacaksın.
 
Ben: Saçma
 
Yol: Hayır saçma değil, sadece aklın kenarında yani akıl dışı da değil. Anlamak yok sadece yaşamak var. Ben sana ne kadar anlatsam yetmez. Şimdi…
 
Ben: Bu konuşma bana yetmedi. Kelimeler yetmiyor, hem yetseler bile ben yetişemiyorum.
 
Yol: Gideceksin ve geleceksin kuş misali. Kendinden başlayıp kendinde bittiğini anlayacaksın. Anlayacaksın sınırlı olduğunu. Sonra sınırların sana yetmeyecek. O zaman yeni bir başlangıç ve yeni bir yol.
 
Ben: Kendimi hayali bir ıslığın peşinde karşısız bir yamaçta buluyorum. Geri dönüş yok ve bir adım atsam uçurum sonsuz ve sınırsız bir boşluk.
Korkuyorum
Işığında alıkoyan bulvarlardan
İntihar salgını dallarından
İmkânsızlığımdan!
İnsansızlığımdan!
Yalnızlığımdan korkuyorum
Korkuyorum
Ya rüyayı gerçek zannedersem
Önümdeki uçurumdan atlayıverirsem her şey bir rüya diye
Rüya içinde rüya görüyorsam
Hangisinden uyandığımı bilmeden yaşamaya devam edersem
Ölüm yaklaşır ve ben fark edemezsem
Ölümden önceki son günü diğer günlerden bir gün zannedersem
Ya rüya görürken ölür ve öldüğümü bilemezsem
Hatırlayamazsam öldüğümü
 
Alev Alatlı “Korkma” diye sesleniyor Kâbus’undan ve uyandırıyor beni kâbusumdan.
 
Ben: Ne mıh var ortada ne ülke.
Bana ne güllerden, leylaklardan. Kandan ve yaralardan… Hey duymuyor musun, kırılıyor tek yolcusu olduğum kervan
Aklım kenara çekilmiyor ve akılla gidemiyorum. Aklımı şizofren kuşlara ellerimle yediriyorum. Aklım gökyüzünde uçuşan kuşların kanadında çırpışıyor, aklım başımda.
Olmuyor… Olmuyor… Olmuyor…
 
Yol: Olur… Olur… Olur…
Belki… Belki de olmaz…
Esas olan yolda olmak, yolda kalmak, yolda yol olmak.
Gerisinde Mevla Kerim!
 
Ben: Alev Alatlı, İslami literatürle kuantum realitesini sınayan bir sosyalist o kadar! Ne diyebilirim ki.      
 
 
_______________________________
necatisarca@gmail.com
 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir