Mahallemin İnsanları 2

NECATİ SARICA
Mahallemin İnsanları 2 |ÖYKÜ|
 
Kalbi küt küt atıyordu Kontes’in, son kovaladığı çöp toplayıcı aileye saldığı korkunun verdiği zafer duygusuyla. Yancısı ve yardakçısı olan Gece ile birlikte kazandıkları yeni zaferle çarşı korunmuştu. Çarşının kimi kedi köpek sevmeyen insanları ve en çok da yer altına inip çıkan mescit insanlarının kınayan bakışlarına aldırmadan.
 
Nihayet sakinleştiğinde Harun'un gözlerinin içinden gülümseyen bakışlarıyla onu izlediğini fark eder ve Harun'un “gebertirim seni, buraya gel, bak kime diyorum, gelsene buraya” söyleminden sıyrılıp gitmek için her bir karışını sahiplendiği parka doğru yol bulmaya çalışır. Harun'un çatallaşan sesiyle ister istemez gelir ve Harun'un ayaklarının dibine uzanıp barış yapmak için patisini uzattığında Harun'un “yok öyle, doğru yukarı, cezalısın” deyişiyle normal zamanlarda pek itibar etmediği köpeklerin Salaman baba dedikleri adama sığınır ve adama kendini sevdirir. Harun'dan yani kapatılmaktan kurtulmayı dener.
 
Kontes kız ya da Mafya her ne derseniz, isimleri gittikçe çoğalırken, Çin asıllı puk cinsi Puki isimli ev köpeğine hiç yüz vermiyor, Puki’nin çarşıya gelişiyle sahibinin yanında olmasına aldırmadan sert bir yüz ifadesiyle dişlerini göstererek hırlayıp Puki’ye haddini bildirdikten sonra uygun bulduğu bir yere uzanıp sineklerle uğraşmaya başlıyor. Puki’nin ve komünist Arif'i sahiplenen Badem’in Salaman Baba’sı hala adını kediciye mi köpekçiye mi çıkarsın karar veremiyor. Çirkin ve sevimli oburluğuyla kendini herkese sevdirmeyi başaran Puki bir yaşına erişmiş, yetişkin sayılabilir. Puki’nin komünist Arif'i sahiplenen Badem’le yıldızları barışık değil. Badem Salaman Baba’nın rantını Puki’yle paylaşmak istemiyor. Puki dişi köpek Gece’nin kendinden altı yedi kat iri oluşuna aldırmadan bir türlü dindiremediği köpekçe oynaşma isteğiyle Gece’yi çileden çıkarıyor. Puki için fark etmiyor, taştan yumuşak her şeyi yemeye talip ve kim olursa olsun tüm dişiler Puki’nin ilgi alanında.
 
Meşhur parkın ortasında süs havuzu ki ilk yapıldığında fıskiyeli ve ışıklı etrafında banklar, parkın bir ucu TK-1 çarşısı öbür ucunda TK-2 çarşısı, her iki çarşının da ikinci katlarında büro tipi dükkânlar. Puki’nin dedesi Fuat Bey "bu Puki 9. kattan Gece’nin adını duyunca camlara koşuyor, bu aşka bir hal çaresi bulmalıyız” diyor. Adıyla şanıyla talip olalım, benden bir bilezik diyorum. Puki’nin dedesi Fuat Bey durumu Harun'la konuşmuş, Harun pek oralı değil, "o iş öyle kolay değil, kız babalığı zor".
 
Harun, eskiden kahveciymiş, sıkılmış ve çarşının üst katından küçük bir dükkân kiralamış, televizyonu, makam masası, koltuğu, gerisi kedi köpek kullanımında, 4 kedi 2 köpek gecelerini geçiriyor burada kavgasız dövüşsüz. Yuvalar, mamalar, su ve yemek kapları. Harun gelene kadar birileri her kimse kapıyı açar, Harun gidene kadar kapısı hep açık, hayvanlar istedikleri gibi girer çıkarlar. Harun'un gözdesi Kız isimli kedi, boğazında kırmızı süslü bir kurdela ve nazar boncuğu, oldukça kendini beğenmiş afili kedi günlük temizliğinden, taranmasından hiç vazgeçmez. Kimselere pas vermez hiç bir gel sesine aldırmadan canı sıkılınca duvara çıkar saatlerce çarşıyı seyreder. Pisipisi denilecek kedilerden değil yani, kahvenin kapısından bir süre bakınır davetlere aldırmadan pencerenin önüne kurulur okey şakırtıları arasından yeni manzarasına dalar gider. Zaman zaman dükkânın içinde canı sıkılınca Kontes’i huzursuz etmek için gider onun minderine kurulur ve Kontes’in tepkilerini inceler. Kontes’in canını yeterince sıktıktan sonra yuvasına çekilir uyuklar mı düşünür mü bilmem.
 
Kimine göre şizofren, kimine göre Salaman Baba, “bu kediler, köpekler de olmasaydı zaman nasıl geçerdi akıllısı delisi belirsiz bu park kenarı kafelerde”. Her gün kendi kendine sorardı “biz kimiz buralarda, belirsiz bu yerlerde” diline tekerleme olmuş akıllısı delisi belirsiz, Kadrolu delilere bir diyeceğim yok kendine kadro bulamamış olanlarla ise anlaşmak oldukça zor çünkü belirsiz kadrolar bir türlü söze gelmiyor.
 
Burada herkes filozof, ekonomist ve hayat yorgunu halinde hayattan emekli olmayı bekliyor sanki kimse büyümemiş en yaşlısı bile ergenlik çırpınışları içinde.
 
Harun, Fuat Bey ve Çağrı arasında başlayan konuşmanın konusu Çağrı’nın yeni alacağı otomobilin motorunun kime gösterileceği… Harun telefondan akıl alarak “bu arabayı alak yani” diye Çağrı yı teskin etmeye çalışıyor. Tüm masa, motor uzmanı oldu birden bire. Çağrı bunaldı çıkış arıyor; Çağrı alınacak kredi konusunda “bu bankacılar ıvırzıvırlar ne diyor” diye girizgâh yapıp alınacak kredinin taksitlerini babasına yıkmanın yolunu yapmaya çalışıyor. Harun motorcuyu kastederek “sen kafadan gidersin, orada hatırım sayılır, yeğeniyim de yeter, sonra da hep oraya gidersin” der.
 
Ve konu kapanmalıdır artık. Çağrı’nın babası hayırlısıyla şu araba alınsa da mevzuyu kapatsaydık diye düşünürken hiç kimselere duyuramadığı acılarına içinden inlemeye koyulur. Bir anlık zaman zarfında “Tanrı Ağladığında” isimli yazdığı şiirin dizeleri akıp giderken, “üşüyen bir köpeğin gönlüne sığabilseydim belki de daha kolay olurdu şu acılara katlanmak” der kendi kendine ve oturduğu iskemleden düşmeden kalkabilmek için yardım ister mahallenin hakiki Hakan abisinden.
 
“Ah dedi o eski günler, ellerini aşağıya indirdi ancak yumruklarını bile sıkmaktan aciz idi, dişlerini sıkıp içinden koca bir feryat kopardı. İnsanın ayaklarını yere basabilmesi bile ne kadar büyük bir nimetmiş. İnsanın yürürken otururken yatarken dona kalması ne kadar büyük bir çileymiş çekilmez olmuş yolculuğu.”
 
“Yol metaforu diyorum” akademili Muammer’e, “derinlemesine konuya girmektir önemli olan o zaman yollar da derinleşir,  yolu bulabilmek kazı gerektirir. Bir meselenin derinliğine indikçe daha çok şeyi ortaya çıkarırız. Bu da bize daha fazlasını görme yani daha fazlasını anlama imkânı verir.”
 
Mesela Harun’a selam verip tanışmak için sabah yürüyüşlerinde köpeğini severek ve konuşarak acıları mı dindirmeye uğraşırken bile tam üç sene bekledim kim bu adam. Sağdan soldan duyduklarım beni hiç bağlamadan izledim izledim, tartışmadan, takmadan anlamak için. Tanımlama ve anlama, anlama ve tanımlama süreçleri sanki bir inşa faaliyeti gibiydi. Sonunda “bu adamdan dost olur ve bu adama dost olunur” dediğimde tam üç yıl geçmişti. “Bir çentik bir çentik üstüne” dediğim sonrası iyilik güzellik üzerine derinleşen konuşmalar.
 
Akademili Muammer’i kahvehane insanı taklidi yaparken konuşturmak oldukça zor… Tükrükçü Salih’in kahvesi, 5. Durak, Çalıkuşu’nun karşısı… Ankara’da meyhane deyince Çalıkuşu ve sarmaşık gelir akla. Yıl bin dokuz yüz yetmiş beş, Üniversite ikinci sınıf, yirmi yaşında, baba celep, anne evde oturur. Ben çaya bakıyorum adam Atatürk bulvarında mefruşatçı, masada toz bulsun “gel lan, git lan”. Kumar oynuyorlar, masa yanık masası, yevmiye yirmi lira, garsonların elinde bir de kalem olur. Kâğıdın ve kalemin vicdanı yoktur burada.
 
Kâğıt, şeker kutusundan yırtılmış, kalem kulakta, günah yazarsın. Hasan çay içmiş midir? Ya içmiştir ya içmemiştir ne önemi var, bir cızgı atarsın içilmiş işte. Kim içtiyse içti bana ne. Kıl adam, Salih dedi:
-Gel buraya, bu ne diyor, ben hayatımda çay içmem.
-Abi kâğıt yalan mı söylüyor…
-Lan Akademili bu adam hayatında çay içmez akrebi cebinden beynine işlemiş. Akşama kadar oturur içerse bir kahve içer o da az şekerli.
 
Başçavuş gelirdi maaşı aldığı gün. Yine düştü diyorum, kıdemiyle kademesiyle, karısı baskın yapmadan oynayabildiği kadar oynar ütüldüğü yanına kâr, karısı kahve baskınında kalan parayı aldığı gibi gider.
 
Gırtlakçı Hasan kanserin mikrofonuyla konuşur, bir oyunda kaçsa kaç her yanığa girer, Yanında kurulu kâğıt joker çalar, kağıt dizer, tırnak atar, kapak yapar. Akademili Muammer gel lan git lan. Herif kâğıdı toplarken kuruyor altındaki adam kâğıdı kesti. Herif kâğıda takla attırdı eskisine getirdi. Bana kare rua elden, adamda kare dam olabilir, ben elden pas. Üçüncü şahıs oyunu açtı dördüncü görmedi. Kâğıdı kuran üç pot, benden üçe beş katladım, üçüncü kişi görmedi. Rest geldi rölanstayım, bu eli versem de gam yemem akşam evde hanım aç karnımı doyurur nasıl olsa. Sermaye cepte. Görmezsem kaç ömür kendime gelemem. Düşünürsek adam renkli kâğıt kurdu, bende renklinin en büyüğü kendimce adam kız kurdu ama ya mıcır floş çıkarırsa. Lan bununla da kazanamazsam kâğıt yırtılır… Paramız biraz varsa papazın karası, turasan, vermut galonla, sabaha kadar düzenin sohbeti.
 
Düşünmekten o kadar çok üşürdük ki darbede içeri alınana kadar bu üşüme hiç geçmedi. Sonra Mamak zindanında düşünmekten vazgeçtiğimi hatırlıyorum bir sürü kötü hatıra on iki yaşımda baba evinden dayımın oğlu Fahri’nin yanında başladı Ankara. Fahri, Yenidoğan’da ikinci merdivenlerde oturur tek göz oda tek pencere, tek yorganda on bir çocuk.  Yorgan, kim çekerse onun üstünde kalır. Dayım gelir, dışarı ayaklar, kontrol temizliğinde ayağını yıkamayanlar hortumla… Korkulur ve falakadan ayaklar hiçbir şey hissetmez.
 
Yılların yılları kovalaması sonunda Dostoyevski’nin evinin önündeyiz şarabımız Gürcü, Beyaz Geceler’den bir güne gelişimiz kast ile Raskolnikof kalmış aklımızda.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir