Selahattin Yıldız’a Mektuplar 2

NECATİ SARICA
Selahattin Yıldız’a Mektuplar 2
 
Sevgili dost, sana bu mektubu tam da burası gurbettir dediğim yerden, vahşi olup da kafeste tutulanlar için bir dua gibi yazıyorum. Sayrılıklarım ve ben… Tehcir ve yalnızlıklar iklimine serdiğim kendi külümden yatağımda iliklerime kadar işleyen acı ve isyanla, hu sesi ve bir akıl parçası bile olmadan yanımda, esiri olduğum kurgunun muğlaklıkları arasında kendimi arıyorum. Konuşamadığım sözlerimi saklarken eksik bir koynumda. Karanlığın dişlediği kılıçlarla aşkın ve yalnızlığın kâğıt parçalarına şiirler yazarken sanki aklım kefene sarılmış son çivileri çakılıyor gibi tabutumun.
 
Bak dostum her yere temel atılmaz, taş taşınmazmış. Anası babası gurbet olanın sılada bir evi olmazmış. İşte bu yüzdendi benim hayatsızlığım. İşte bu yüzdendir insan manzaralarım kırılana kadar kaçarcasına koştuğum, sigaradan çektiğim ateşli bir duman gibi, kaderim ciğerlerimde inlerken kemiklerimi kazıyan bir hastalığa yaslanmış acılar dolusu gülümsüyorum. Uçarken vurulmuş kuşlar doldurmuş sanki koynumu, ben kendi içimde sanki eriyip biterken. İçim dışım kan sızlıyor dostum. Yaşamak için bir mecal iklim yok. Muammanın moderniyle daniskasını yaşadığımız şu hayatın bir mezellet levhasından aşırılıklarıyla taşan, kimilerinin zimmetine geçirdiği aşırı doz yaşamaktan, bir bıkkınlık tünelinde ışıkların bire yakınamadığı, yol nereden geçer sorusuna kötümser bir bakışımızla akıp gidiyor işte hayat.
 
Kötüler ve kötülükten bahşediyorsun mektubunda, kötülük; yani hisleri olan canlılara acı verme, insanlığın en uzun süreli ve en ciddi sorunlarından biridir. Bir insan teki olarak hepimiz dolaylı yada doğrudan bu sorunla yüzleşmek zorundayız. Kötülüğün özü hissedebilen her varlığın acı verebilecek şekilde istismar edilmesidir. Sadece maruz kaldığımız şey değil bizzat kendimizin de yaptığı şeydir kötülük.
 
Hepimizin içinde bir yerlerde yanlış anlayışlarla gelişebilecek işkenceci, katil, tecavüzcü ve sadist kişiler üretebilecek duygular vardır. Ve en büyük tehlike kendi içimizdeki kötülüğü başkalarına yansıtma eğilimimizdir. Yaparız ve bunu nasıl yapmış olabilirim ki diye sorarız kendimize. Bazılarımız yaparız ve en ufak bir vicdan azabı duymayız yaptıklarımızdan, yaptığımız kötülüklerden memnunuzdur övünerek anlatacak kadar yaparız. Ancak yaptığımız şeyi kınarız vicdani bir azapla ve bir daha yapmamaya söz veririz. Kötülük gerçekte nedir? Eric Fromm’un insandaki yıkıcılığın kökenleri isimli eserinde belirttiği gibi kötülük; yaşamın kendisine karşı bir hale gelmesi ya da ölü, çürüyen, cansız ve sadece mekanik şeylere duyulan ilgidir kötülük. Kötülük bazen kasten habisleşir. Bazen de aklileştirmenin veya zayıflığın ürünüdür. Kötülük anlamsız nedensiz yıkımdır. Kötülük yıkar ancak inşa etmez. Söker ama tamir etmez. Keser ama bağlamaz. Her zaman her yerde yok etmeye hiçe döndürmeye ulaşır.
 
Sevgili dostum, insanlar başlarına gelen ve hoşlanmadıkları olayları sınıflandırma eğilimindedirler ve en basit haliyle bu sınıflandırma doğal afetler, ahlaki kötülük ve ilahi takdir biçiminde olmaktadır. Bu sınıflandırmada ahlaki kötülük insansın iradesinden kaynaklanmamaktadır. Yapılan iş yada eylemin sonuçlarını bilmek ve istemek gerekmektedir. Toplumsal açıdan baktığımızda modern ve post modern dönemleriyle batı insanlığa kendi ve diğerleri ayrımında bile şaşırmış bir şekilde insanlığa tarihin en büyük acılarını yaşatmıştır. Nasyonal sosyalizmi, faşizmi, marksizmi ve şimdilerde ikiyüzlü demokrasi ile sömürgecilik ve kölecilikle kimi zaman öteki saydığı toplumlara, kimi zaman da kendi içinde çok büyük acılara yol açmıştır. İslam etiğinden farklı olarak Yahudi ve Hristiyan etiği tanrıyı ve insanı doğadan kopardığı gibi şimdilerde ise modern materyalizmin tanrıyı dışlayıp insanı da tamamen yalnız bıraktığı tespiti doğudan değil batının içindeki onurlu insanlardan gelmektedir.
 
Batı Hristiyan ve Yahudi geleneği evrenin insanın kullanımına sunulduğunu beyan ederken bu durum İslam geleneğinde farklılık arz eder. Evren kullanıma sunulmamış esasen emanet edilmiştir. Bu kabul üzere kötülüğün önünü kesmek ve iyiliği üretmek için insana sorumluluk yüklemektedir. İslam geleneğine göre bu sorumluluk evrenimizdeki tüm canlı ve cansız olduğu düşünülen tüm oluş biçimlerine karşı olacaktır. Buradaki emanetlik özellikle insanın insana karşı emanetliği olacaktır.
 
Sevgili dostum “Bırak Beni Derviş” isimli şiirini yeniden okudum “içim derin bir kuyu derviş varsa başka acı haber et gelsin” diyorsun. Acıya talip oluyorsun ben ise “dervişin günlüğünden” isimli şiirimde çılgınlaşan benliğimden dem buluyorum dev dalgalarıyla mahpusluğunda zihnimin. Bir derviş çöle çekilince modern bir göze görülmeden, derviş tanrı ve şeytanıyla baş başadır olasılıklar boyunca. Derviş imgeler dünyasındadır artık ayartılmanın en büyükleri ile karşı karşıya karanlığın güçlerine karşı dikenler üstüne diz çökmüş dualar gibidir. Hiçliğin ve karanlığın sınırında gözleri sabahyıldızı gibi şeytanın içine fısıldamalarıyla karanlığa ve yıkıma doğru sürüklendikçe kendini bulan bir insandır artık derviş.
 
Kakafonik bir zihin bulantısı kötücül düşüncelerin büyük bir şamata boyunca boğuşup durdukları saldırılar hızlanmaktadır. Aklın zoru başladığında içimde kuşku bulutları, ret ve inkâr bulantıları, şeytan endişeli ve hırçın ve benim merhametimden korkmam, bir gözümde bir rüya, bir gözümde başka bir rüya gece önümde diz çöküvermiş, hırıltılı, tıslamalı ve hırlamalı görüntülerle içimde dışımda şeytani saldırılar. Ve şeytanın en büyük ayartması önümde diz çöküyor olmasıdır.
 
Sevgili dostum kötülük sorunu çerçevesinde sana teodiseden bahsetmek istiyorum. Tümüyle iyi ve kadiri mutlak bir tanrının varlığı ile kötülüğün varlığı karşısında ilahi uyumu ve bir şekilde Tanrı'yı savunma teodisedir. Tamamını kapsayan kavram teodisedir ve kötülük sorunu bir şekilde dini aşmaktadır. Ateist Camus veba isimli eserinde kötülük sorunuyla dini aşan bir şekilde yüzleşmektedir.
 
Tek tanrılı dinlerin tanrının insana ulaşma yollarını haklı gösterme çabaları da bir şekilde teodisedir. Teodisenin belirginleşmiş seçeneklerini sıraladığımızda; “tanrı ne tümüyle iyi ne de tümüyle gücü yetendir,” Tanrı tümüyle iyi fakat her şeye gücü yeten değildir. “Tanrı tümüyle gücü yeten ve tam olarak iyidir.” Son seçenek tek tanrılı üç dinin de kabul ettiği seçenektir.  Bu seçenekte tanrı tümüyle iyi ve her şeye gücü yetendir. Buradaki en güç seçenek son seçenektir. Tanrı'nın varlığı ile kötülüğün varlığı arasında ilahi bir uyum aranırken, gücü pahasına tanrının iyiliğini koruma ya da iyiliği pahasına gücünü koruma sonuçları ortaya çıkacaktır, bu durumda teodise daima tek tanrılı teorilerin en zor işi olacaktır.
 
Sevgili dostum sence tanrının özgürlük planı neydi insanlar için? teodise ve kötülük konusunda en güçlü itirazlar ateistlerden gelir. Istırabın derecesi ve miktarı neden bu kadar büyük ve doğal afetler nasıl özgür iradeden kaynaklanan günahların sonucu olabilir. Sorun sonuçta en özgür iradenin varlığı ya da yokluğu probleminin cevabına gelip dayanmaktadır. Eğer özgür irade varsa kötülüğün ve iyiliğin kaynağı açıklanabilir. Birden bire yeni bir sorun çıkar ortaya; kadiri mutlak ve iyi olduğu kabul edilen tanrı özgür irade sonucunda olsa bile neden masumların ıstırabına sebep olan kötülüğe izin vermektedir. Engel olması mümkünken neden engel olmamaktadır. En güvenli teolojik ifadeler bile bu sorulara tatmin edici cevaplar verememektedir. Kesin sonuca varılamazsa bile bazı yaklaşıklık arayışlarından şeytan olgusu devreye girer. Ve sorun derinleşir. Tanrı, özgür iradesi olan insan ve şeytan isimli üç varlığın bir arada varlıkları bir iç tutarlılığa sahip midir.
 
Şeytanın kötülük ilkesinin kişileştirilmiş haliyle tanrı ve insanla ilişkisi nedir. Şeytanın varlığı kutsal kitaplardaki anlatım temelinde kabul edilirse tanrının yarattığı varlıktır ve diğer meleklerden farklı olarak düşünme ve akletme yeteneği ile birlikte özgür iradeye sahiptir. Kutsal kitapta sembolik bir dille anlatılan karşılıklı konuşmada şeytan hiçbir şekilde inkârcı değildir ve bazı mutasavvıfların görüşüne göre en büyük muvahhittir. Tanrının ilk emri benden başkasına secde etmeyin emri iken ikinci emir ise Âdem’e secde etme emridir. Buradaki secde sembolik bir ifade ile sadece bir üstünlüğün kabulü ifadesidir. Şeytanın kabulü ise senden başkasına secde etmem, senin emrin bile olsa söylemidir.
 
Başka bir izah da ise şeytan kendi ontolojisini insanın ontolojisinden üstün görmenin kibrine kapılarak imanını parçalayarak kovulmuştur. Şeytan iddiasını sürdürmek ister ve şeytanın talebi tanrının izniyle şeytan ve insan baş başa bırakılır. Bir yanda tanrının emir ve öğütleri bir yanda şeytanın ayartma gücü ve insanın özgür iradesiyle tercihlere mecbur olması. Şeytan Tanrı'ya yanılgı atfederek insan üzerindeki bu iddiasının ispatı için bütün gücünü kullanacaktır. Ve insanın kadim macerası böylece başlayacaktır. Kadim ve aynı zamanda modern bu macera da ateistler inkar yöntemi ile kendilerini bu maceranın dışında tutmak isterken, deistler ise tanrı dışında bütün teklifleri geçersiz kabul edip başka bir biçimde kendilerini bu maceranın dışına atmak isterler. Şeytan ise sonuçta cezasını yaşayacağını bile bile özgür iradesiyle kendine yüklediği görevi sürdürmektedir. Tanrı kutsal kitapta sürekli bir oluş içinde olduğunu söylediğine göre evreni yaratıp bir kenardan izlemediğini bize ifade etmiştir.
 
İslam dininin tanrı ve şeytan kabulü eski ve yeni ahitteki tanrı şeytan ve insan kabulünden oldukça farklıdır. İslam inancına göre şeytan insan üzerinden Tanrı'ya karşı iddiasını ispat etmek istemektedir. Şeytan aslında iddiasını ispat ile insan üzerinden tanrıyla yenişmek istemektedir. Bu durum şeytanın kibrinin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Şeytan isyanının dışında yenebileceği bir tanrı düşüncesi ile mutlak inkârcı konumuna düşmektedir.
 
Hem şeytan hem de insan için din gününün yani öteki dünyanın varlığı ayrı bir vasat oluşturmaktadır. Hesap sorulacak ve sonuçta cennet ve cehennemin işlevi ortaya çıkacaktır. İslam geleneğinin açıklaması kısaca bu şekildedir. Benim yorumuma gelince iman çerçevesi içinde bazı sorular tanrıyla aramızdaki ontoloji farkı sebebiyle sorulamaz niteliğe sahiptir. Fakat insanın zihni her türlü soruyu üretmekten vazgeçmediğine göre insanın arayışı hep devam edecektir. Tanrının gerçek istek ve amacı hep sorulacaktır. Elçi gelmiş kitap indirilmiş. İnsanın sorusu ise tanrının yaratmaktaki amacı nedir olarak ortaya çıkmıştır. Bu soruya verilen tatmin edici bir cevap olmadığına göre insan var oluşundan – yok oluşundan (bedenin ölümlü ve ruhun ebediliği ayrımının kabulü çerçevesinde) amaç nedir.
 
Kötülük reddedilemez bir biçimde var. Ve biz birer insan teki olarak kendi hayatlarımızda az ya da çok kötülüğü deneyimlerken üzerimizdeki etkilerini ve sonuçlarını açıklamayan ve anlamaya çalışmaktan geri duramıyoruz. Kötülüğün doğasını anlamadan onu engellemek mümkün olabilir mi? Bu konuda İslam geleneğinde en açık ve içimizi titreten ifade "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" ifadesidir. Devamında insanlığın yükümlülüğü gücü ölçüsüne göre şekillendirilmiş ve gücünüz varsa ellerinizle yoksa dillerinizle o da yoksa kabullenmemek adına kalplerinizde buğz edin ifadesidir.  Evet haksızlık karşısında susarsak şeytanla eşdeğer olacağımız sadece dil farkıyla ayniyet taşıyacağımız bize ifade edilmiş oluyor.
 
Sevgili dostum yazmaya devam etmeyi gerçekten çok isterdim ancak hastalığım kalem tutmama ve yazı yazmama daha fazla izin vermiyor. İnşallah acılar azaldığında sana yazmaya devam edeceğim. Sağlıcakla kal.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir