Mahallemin İnsanları 1

NECATİ SARICA
Mahallemin İnsanları 1 |ÖYKÜ|
 
Şiir bu olsa gerek; radyodan istekler gibi beklediğimiz bir sesin hiç gelmediği. Otomobillerini iten insanlar topluluğuna nazire olsun diye parkın içinden geçiyorum. Mahalleye geldiğimde boyumcaydı ağaçlar dallarına kıyamadığım. Sonrasında, çocuklar, ağaçlar, park kocamanlığına büyüyüvermiş 20 senesine. Bir zamanlar banklarda kitap okuyanlar vardı, Şimdilerde sağdan soldan gelen cigara uğultusunu hissediyorum. Mesela sözün israfındaki haramlığın bizi götürdüğü yere gelmişim de sayıklamalar gibi konuşuyorum, herkes konuşuyor burada, dinleyenin olmadığı…
 
Köpeğinin ismini Badem koyan adamın, gözlerinden esinlendiği…  Zincir yok fakat yine de bağlıyız, tam olarak ne olduğunu dile getiremediğimiz şeylere. Hız sanatında ölümden kolyeler dizerken kimileri, gar patlamasının Badem’le ilintisi ne. Adamın ölümle yaşam arasında gidip geldiği, Badem eve girse ölecekti ve yaşıyorum işte dedi adam. Adam dediysem iyiye benziyor, köpeği var otomobili yok ederken. Bir kumar tutkunluğunda…
 
Harun’un otomobili var, bir oğlu var, çok köpeği, çok kedisi var. Uzadıkça sakalları sanki ermiş. Müptezeller var kediye, köpeğe tekme atan, tasmasız insan, süprüntüleri kenarda köşede de birikiyor.
 
Sıtkı Caney, Simba’yı mı gezdiriyor, Simba Sıtkı Caney’i mi gezdiriyor. Sıtkı Caney’in evine her gün melekler giriyor.
 
Komünist Arif kendini Badem’in sahibi sanıyor. Safça bir düşünce Arif’inki. Badem, Arif’i gezdiriyor.
 
Eczacı İbrahim’in, kedisi Parol ağrılarıma iyi geliyor. Parol, sanki bir kaplan edasıyla selam alıp selam veriyor.
 
Harun bütün kedilere, köpeklere kız adını vermek istiyor, niye derseniz, çünkü kızı yok. Köpeğin biri kız, kedinin biri kız, biri de Zeliş adını almış dünyasında. Son bulunan köpeğin hastalığında benimle karşılaşma şansı. Adı olmuş do re mi fa sol la si do, Kafe Do’da oturuyoruz.
 
Kafe Do’da oturuyoruz, gelip gidenler oluyor. Yakup’un her şeyi bilmesiyle Orhan’ın metalci bir yerleri süpürmesi hiç bitmiyor.
 
Badem, veterinerin olduğu sokağa ayak diriyor. Böyleyiz işte, kediler köpekler var, biraz az insan, gelip gidenlerle vakit geçip gidiyor öylesine.
 
Şarkı: “nayi no çatma kaşlarını', berberim hapiste çok üzgünüm, meğerse sigarası yaldızlıymış, kar kuşları uçururmuş kafasının üstünde, benim tıraşım çok gelmiş ama yine de berberim gelene kadar beklemek istiyorum, saçlarım, sakallarım tehlikeye uzasa da.
 
Arkamda park dolusu çocuk sesleri, önümde bir eczane, yeni tabelasında kırmızı ışıklar var gündüz düşleri gibi; anne, bebek, ilaç, dermokozmetik, vitamin.
 
Yakup’un sigarası parmaklarında, Katar’a gidip dondurma satacak. Mescit var inildiği yerde, musluk ve kötü kokular.
 
Parol yine bana bakıyor gel desem, hemen gelecek, git dediğimde gittiği gibi, eczacının kedisi tabi, anlayışı kuvvetli. Köpeğin adına Harun kız diyor kimi kontes kimi mafya, ısırmıyor havlıyor. Kara köpeğin adını gece koyduk, yavruydu ve hastaydı. Geçmişten gelen bir ilkokul esintisinden başka neyi bilirdi ki, yaşadıkça öğrendiği kötülüğü gördükleriyle yeni bir hayatı içinde büyüten Harun’un sevgisiyle tutunduğu kimi zaman dalında bir kuş sesi, bir sürü oğullar ve kızlardan patilerle ellerine sığınan bir hayat dolusu.
 
Öfkesi haksızlığa eski bir zaman eşkıyası gibi sanki dağları gözlemiş. Her günün yenisinde… Hapis var geçmişinde. Firari gezdiği sokakların buz uğultusuyla üşüdüğü günlerin kedilerini, köpeklerini sevmiş. Mahkûmiyetin ve mahrumiyetin yüküyle derdine düşmüş ekmeğin bir oğlun geleceğinden korktuğuna ağlıyor. Ve insanlar. O kadar çok ve o kadar az ki. Hatır dedikleri kırıldıkça kırılıyor kalbinin cam odalarında. Hayat sürüklüyor bizi ve biz ayak izlerimize takılıyoruz. Teopolitik konuşuyoruz Harun’un kavramsız anlayışıyla. Gündüzü kedi köpek, akşamları demlenmeden eve gitmek yok.
 
Akademili Muammer, Kıvırcık Harun, Çayın Kuşu Ayhan, Çetoş Çetin dem tuttukları arkadaşlar. Zeliş masaya doğru yaklaştı, gel sesine kulak veriyor, küçük kız yavru kediyi sevmesine izin verdiği için teşekkür ediyor. Nasılsın dediğimde senaryolar farklı hayat aynı diyor insanlar için.
 
Geçmişe bir bakış; kız Ertuğrul, hafif Bülent, Rus kehribarlarını yakalattığından mustarip taşçı Cafer, taytıs İlhan, cigaranın dumanı, öksüz Ahmet, asker Mustafa…
 
14 yaşında düğmeli Baretta, 15 yaşında şubeden cezaevi. “İşkence o kadar farklı şey ki, 15 yaşında şubeye alınmışsın, insana tuhaf geliyor, şubenin o zamanki halini şimdi birine göstersek psikolojik destek alması gerekir. Ne anlatsam boş… Bir hikâye; bu yüzbaşı merak ediyor bakıyor ki askıda herkese hakaret ediyorum. Çıplağım, kendi kendime düşünüyorum, benim adım neydi?
 
İşkenceye gerek yok, seni o odaya alsınlar; tezgâhlar, düzenekler, kamyon lastikleri ameliyat masaları. Kediler var, bir tanesinin gözü kör. Bir tanesi en az 15 kilo, aynı çuvaldayız, kedinin kuyruğundan elektrik veriyorlar, kedi can havliyle tırmalıyor, lifler kopuyor tuvalette fermuarını açamayacak kadar. Kamyon lastiğinin içine oturturlar, lastiği iplerle yukarı çekerler, 10 dakika sonra silah olsa kafana sıkarsın. Ama yine de kedilere hiç kızmadım, sadece merhamet ettim onlara, kendi yerime onlara acıdım, işkencecilerim bana hiç acımasa da.”…
 
 

Bir yorum

  1. Yakup Yıldırım

    Yazar ın nostradamus dörtlükleri edasıyla mistik bir tat kattığı anlatımında yaşadığı dünyayı acıları kederleri ve onların içinde filizlenmiş ufak ufak tatlı mutluluk adaciklarini büyük bir farkındalık icinde betimlerken, aynı dunyanin kendi kisisel dunyasi icinde yasadiklarina bir nebze dahi olsun duyarlı ve farkinda olmamasına acı bir tebessüm le ince bir gönderme yaptığı enfes bir bir anlatım..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir