Bilişten Kaçış

SELAHATTİN YILDIZ
Bilişten Kaçış
 
İnsan nereden gelip nereye gittiğini bilir. Gideceği yeri bildiği için bunu kabullenmek istemez. Çünkü seçtiği hayatın onu nereye götüreceğini kestirir. Bu nedenle de bilerek kaçmayı seçer. Bu bir nevi kendini aldatıştır.
 
Yalnız kaldığımızda kendimize sorular sorarız. Sormuyorsak kesilmiş bir ağaçtan bir farkımız olmaz. Bizden iyi bir masa, iyi bir sandalye yapılabilir ama asla meyve veren bir ağaç olma özelliği taşımayız. İnsanın meyvesi düşüncenin derinlerinden çıkarıp hayatına tatbik ettiği erdemidir. Tıpkı ağacın kökünden alıp gövdesine ulaştırdığı öz gibi. Yoksa insan olmamızın ne gibi bir özelliği olabilirdi. Albert Einstein bir yerden geçerken eğlenen insanları görür ve der ki, bunların yaşaması için beyne gerek yok, bir omurgaya sahip olmaları yeterliydi demiştir. Düşündürücü ve derin bir iğneleme.
 
Sözün başında dedik ya insan nereden gelip nereye gittiğini bilir diye. Kişiyi rahatsız eden geldiği yerin ondan ne istediğini bildiği halde gideceği yerin kişide endişe uyandırmasıdır. Bu nedenle birçok insan iç dünyasında kaçışlar yaşar. Birçok felsefeci bu kaçış planını belirli metotlar üzerine oturtur. Sanki bilinmezlik içinde kalıyormuş düşüncesiyle birçok soru sorar. Nerden gelip nereye gideceğimiz belli. O'ndan geldik yine O'na gideceğiz. Bizi rahatsız eden şey O'nun işaret ettiği yaşam tarzı nefsimize hoş gelmediği için dünyaya dalışımız. Daldığımız dünya bizi nefsimizin esiri yapar. Dünyanın bir eğlence yeri olduğuna inandırır. Bir daha mı geleceğiz dünyaya diyerek kendimizi aldatmaya çalışırız. Aslında önemli bir algılayıştır bir daha mı geleceğiz dünyaya anlayışı. Zaten gerçek şu ki bir daha gelmeyeceğimiz için ve aynı hataları yapma imkânı olmayacağı için bu söz önemlidir. Şayet kişi bu sözü söylerken biraz düşünse bir daha gelemeyeceği dünyadan bir daha çıkamayacağı yere gittiğini anlar. Bu bakış kişiye farkında olmayı kazandırması gerekirken boş vermişliği tetikliyor. Oysa olması gereken ikinci devresi olmayacak bu hayattın rövanşsız sahasını iyi değerlendirmektir. Kelimelerin üzerinden yüzeysel geçtiğimiz için meselenin künhüne vakıf olmakta zorlanıyoruz.
 
Bilinmezlik diye bir şey yok. Bilmediğimiz şeyler vardır. Bildirilmemiş olan şeyler vardır. Felsefe bilmediğini araştırır ulaşabildiğine anlam verir. Ancak birçok felsefeci bilmediği şeyleri bilinmezlik kara deliğinde eritip yok etmek ister. Gücü yetmediği takati kesildiği yerde kolaycılığa kaçar ve bilinmezlik kurtarıcı olarak imdadına yetişir. Oysa felsefe düşünmeden geri duramaz. Aklının yetmediğini ruhuyla kavramaya çalışmadığı için bilinmezlik sarmalı içinde kıvranıp durur. Sen bilmiyorsun diye sen görmüyorsun diye hakikat ortadan kalkmaz. Felsefecilerin geneli ruhla ilgilenmez. Yaşamı için aldığı nefesi görmediği halde onun önemini bilir. Ancak o görmüyor diye bilmiyor diye ruhaniyeti yok sayıyor. Ruhani olarak yükseliş yerine uzaya füze fırlatarak kendini tatmin eder. Oysa füzelerin ruhu yok. Aslolan insanın yükselişidir.
 
Kişiyi hakikatten kaçıran şey nefsani yaşadığı hayatın ona ölümden sonra ceza ödülü sunmasıdır. Kimi inkâr ederek bu gerçekten kaçmak ister, kimi görmezden gelerek. Sorun nereden gelip nereye gittiğini bilmemek değil, nereye gideceğini bildiği için onu kabullenmek istememesidir. Çünkü nefis insanı hep hoşuna giden şeylere meylettirir. İnsan bir anlamda da meylin yolcusudur. Meylettiği yol kişinin nereye gideceğini de belirler.
 
İnsanlar hayata beyaz başlar, gri devam eder ve çoğu siyah bitirir. Beyaz başlayıp beyaz devam etmek çok azına nasip olur. Gri ile beyaz arasında kalmak da bir maharettir. Kolay olanı gri ile siyah arasında yaşamaktır. Ancak kolay olanı seçmek bir nevi sonundaki afeti seçmektir.
 
Nereden gelip nereye gideceğini bilenler geldiği yerin sesine kulak verir. Hayatını ona göre nizam eder. Nereden gelip nereye gideceğini bildiği halde yaşantısına göre gideceği yeri kestiren kişi kabullenmekte zorluk çeker. Yine aynı biliş içinde olup meyli sadece dünya olanlar inkârı seçer. İnsanın en büyük kaçışı bildiği şeyden kaçmasıdır. Ancak bu biliş aklın ve gözün gördüğü değil ruhun ve hislerin bilişidir.
 
Hoşlanmak ve sevmek ikisi de insani özelliklerdendir. Hoşlanmak zevki tetikler sevmek ise aşkı.
 
Nereden gelip nereye gittiğimizi biliyoruz. Sorun şu ki, insan bunu kabullenmek istemiyor. Çünkü insan hoşlanarak hazzın peşinde koşmak ister. Sevmekse bedel ister. Sevmek talip olmaktır. Neye talip olmak. Aşka talip olmak. Yanmaya talip olmak. Yananların yanmayacağı yere talip olmak. Güzel görünen dünyayı elinin tersiyle itmek. Kolay değil tabi ki.
 
İyi olan birçok insan tanıdım. Fakat iyi insanların da büyük hatalar yaptığını gördüm. Saf haliyle iyiliğin ve iyi kalpli olmanın yeterli olmadığını da gördüm. Çünkü insan iyi olmasına ve kalbinin temiz olduğuna güvenerek de hataya düşebiliyor. Önemli olan iyilik mayasını ölçülü kullanmaktır.
 
İyi insan olmak iyi kalpli olmak sanılıyor ki kişinin sonunu kurtarmak için yeterli. Allah seni iyi ve güzel kalpli yarattığı için sen öylesin. Bil ki seni sen yaratmadın. Mühim olan o mayayı alıp gönle çalmaktır. O mayayı gönlüne çalmayan geçici olana taliptir. Çalan ise varacağı yerden endişe etmez. Bilir ki geldiği yer ona yolda işaretler gösterir. O işaretleri takip etmek insanı gideceği yerden emin olmasa bile hep bir ümit içinde tutar.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir