SELAHATTİN YILDIZ
Sezen Aksu "Doğrucu"
Öyle bir zamanda geldi ki "Paşa Gönül Şarkıları" hayatın bütün keyfi kaçmış herkes kaybettiği neyi varsa ararken ya da haberi yokken. "Doğrucu" şarkısıyla kelimelere dökülmesi zor olan duyguların bir gece avuntusunda kaybolmayacak kadar pastan gıcırdayan hallerine şöyle bir esip bize bir şeyleri hatırlattı. Şu bozuk çağın dişlilerine girip saçma sapan müzik algısına el atıp devre uygun modüler tarzıyla ve kendi imzasını atarak ben buradayım hala dedi adeta. İyi ki varsın Sezen Aksu. İyi ki bu ülkede doğmuşsun. Şarkıyı dinlemeyen varsa dinleyip gelsin. Sonra şöyle bir konuşuruz etraflıca.
Bu ülkenin suyunu içmenin hakkını vermek budur işte. Bütün manaların arka plana atıldığı ve özün gözden fersahlarca uzaklaştığı şu çağda "bize bir doğrucu lazım" dedi. Bu söz eminim bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın gömdüğü umudun içine bir serçe kuşu gibi fısıldadı. Hala umut var. Yeni doğan bir çocuk ve koruyucu meleği bir serçe…
Doğrucu, Ozan Bayraşa ve Sezen Aksu düetinin harmanından duygulara ve realiteye sufle veriyor. "Çaldım açan yok kapıları" sözüyle pamuk ipliğiyle bağlı ilişkilerin pandeminin tuz biberiyle içinde hiçbir sebzenin olmadığı tencerede kavruldu. Her birey kendi özelinde yalnızlaştı. Haklı olmak uğruna kaybedilen manaları es geçmişiz hep. Rüzgârda ayakta kalmak için istenilen bir omuz ver geçeyim beklentisinin yaşattığı hayal kırıklığı. "Çaldım açan yok kapıları" diyor ya şarkıda. Kimse yok mu? Yok. Çünkü çalınan her kapının sahibi gönlünü kapatmış. Aslında içerde bir yerlerde ama kapıya gelecek kadar takati kalmamış. İnsanlar içlerine hapsolmuş ve kurtarılmak için itfaiyenin gelmesi bekleniyor. Peki kim arayacak itfaiyeyi ve bu itfaiyeci kim ola ki?
Doğrucu. Bir doğrucu lazım diyor Sezen. İnsanların işine gelmese dahi doğruyu söyleyecek bir ses lazım. Durun burası çıkmaz sokak diyecek bir doğrucu. Manevi bir nefesle idraklerin ve manaların dumura uğradığı bu çağa hayat verecek bir ses. Samimi ilişkilerin yerle yeksan olduğu bu çağda maddenin esir aldığı hayatların mananın ikliminde eriyeceği bir mevsim yenilenmesi. Nev bahar mı? Ah keşke.
Ama en önemli sorun buna ihtiyaç olup olmadığına kişilerin ve toplumun ikna olmasıdır. Bir sese ihtiyaç duyan o sesi elbet bulacaktır. Çağın bir diğer hastalığı da insanların birçok eksikliğine rağmen tam olduğunu düşünmesi. Durum kritik. Doğrucunun da işi zor gibi görünüyor bu kertede. Doğru ve yanlışın birbirine karıştığı yerde doğrucu olmak da zor iş. Cahillerin içinde alim olmak gibi. Sezen'e göre bize hem ağlayıp hem oynamak düşüyor.
"Verdim elimi alamadım kolumu mevzu üstüme kaldı mı, kaldı" Sözleriyle başlıyor şarkıya Sezen. Ne kadar doğru bir tespit. Ve bu tespitinin bir şarkının başlangıcına konu olması. Bu devrin gençlerine bırakılan hangi değer varsa ayaklar altına paspas edilir hale geldi. Verilen el hak etmediği hayatı peşinen sunmaktı. Alınamayan kol ise daha fazlasını istemeleridir. Hatta buna kazanılmış hakları gibi cüret göstererek ebeveynleri zora sokmak. "Mevzu üstüme kaldı mı, kaldı" diyor ya sonrasında. Evet mevzu üzerimize kaldı ama çözecek takatimiz kalmadı. Çözümü bilmek her zaman işe yaramıyor. Çünkü bazen çözümün net görülmesi bile çözümsüzlüğün kendisi olabiliyor. Ne mi demek istiyorum. Demek istiyorum ki, çağın sorunlarını her birimiz pekâlâ biliyoruz. Bütün yanlışlar karşımızda ve bütün çözümlerde aklımızda. Ancak yine de çözmeye yeltenecek takatimiz yok. Mevzu üstümüze kaldı ve ağırlığı altında eziliyoruz. Maçı biz başlattık bitirmek elimizde değil. Bir hengamenin içinde koşturuyoruz. Sürekli kurallar değişiyor ve düdük başkasının elinde. Şimdilik maçı bitirmeye gönülleri yok. Çünkü toplumlar yorgun ve kaos minimalize olup dağılmış hücrelere.
Sezen Aksu yukarda benim anlattığımı mı anlattı yoksa ben kendimce bir yorum mu yapıyorum. Her şey mümkün. Müzik evrenseldir. Sözlerin de sihri vardır. Sanat öyle bir şeydir ki kısa bir sözle gelir ama içinde kitaplar dolusu soru işaretlerini tetikler. Şiir, müzik, resim ve birçok sanat dalıyla… Büyük sanatçı olmak böyle bir şey işte. Düşünce ufkuna göre sözün bir karşılığı oluyor. Bir TV programında Neşet Ertaş'a spiker uzunca soru soruyor Neşet baba kısa cevaplar veriyor hep. Sunucu neden kısa cevap verdiğini soruyor. Neşet baba kulağıma küpe olacak şu sözü söylüyor. 'Gızım ben az söylüyorum sen çok anla" diyor. Sanırım benim çıkarımım da öyle oldu. Sezen az söyledi ben çok anladım.
Aynı albümdeki "linç" adındaki şarkısıyla söyle bir serzenişle sesleniyor "‘Ne çocuklar gördüm, büyümediler hiç / Nefesleri çığlık, duyulmadılar hiç” diyerek Gazze'de yaşanan insanlık dramını kulağımız aracılığıyla gözümüze sokmadı mı, soktu. Görene. Köre ne?
Elbette Sezen bizleri seksenlerin o duygusal atmosferine sokmadı. Sokamazdı da. Çünkü ortam ona göre değil. Zamanın ruhu öyle şarkıları yazmaya uygun da değil. Siyaset, adalet, eşitlik daha birçok sorunların derinleştiği bu dönemde aşkların bu mecrada pek işi yok. Hele kapitalizmin ve hazır tüketimin yozlaştırdığı hayat tarzında "sen ağlama" demenin pek anlamı olmayacak. "Git" şarkısıyla gitme demenin derin duygu yükünü günümüz gönlüne nasıl izah edeceğiz. Sezen ne yapsın. Biz ne yapalım. Yaşadık geldi geçti bitti işte. Bize geriye şarkılarla hatırladığımız güzel anlar kaldı. Eh o da bir şeydir.