Gökyüzü Bulutlu Hava Pusluydu

İSMAİL OKUTAN
Gökyüzü Bulutlu Hava Pusluydu |ÖYKÜ|
 
Oturduğu yerde duramıyor, tedirgin bir şekilde ayaklarını hızla yere vuruyor, duvarda asılı duran saate bakıyordu. Ders zilinin çalmasına bir kaç dakika kalmış, öğretmen de artık tahtada ders anlatmayı bırakmıştı. Günün son dersiydi. Öğrenciler artık eve gitmek için çantalarını hazırlayıp sabırsızlıkla bekliyorlardı. Çok geçmeden ders zili çaldı. Sebebini bilemediği aceleci bir tavır ile çantasını sırtına takıp sınıftan çıktı. Bütün öğrenciler bir anda koridora doluştular. Uğultu ve gürültü ile dolan koridor genişlemekte, önünde uzayıp gitmekteydi. İçinden bir istek kendisini adeta koşmaya zorluyordu.
 
Arkasından, ‘‘Neden böyle acele ediyorsun, bizi bekle, beraber gidelim,’’ diye seslenen arkadaşlarını duymadı bile. Merdivenleri hızla inip okuldan dışarı çıktı. Okulun içinde bulunduğu ara sokaktan çıkıp ana caddeye ulaştı. Şimdi vızır vızır arabaların geçip gittiği kalabalık, geniş nehir gibi akıp giden bir cadde çıkmıştı önüne. Karşıya geçmek için yaya geçidine geldiğinde kırmızı ışıkların yandığını gördü. Durup bekledi. Gökyüzü bulutlu, hava pusluydu. Önünden arabalar süratle kelebekler gibi geçip gidiyorlardı. Dalgınlıkla ayağını yola atmıştı ki arabalar kornaya bastılar. Neden sonra korna sesleri ile irkilip kendine geldi. Geri dönüp kaldırımda beklemeye başladı. Sağ tarafına doğru baktığında, kaldırımda bir kaç askerin kümelendiğini gördü. İçine ürküntü veren bu askerler karşıya geçmek için mi bekliyorlardı? Yoksa gelen gideni kontrol etmek için devriye mi geziyorlardı, anlamaya, düşünmeye başladı? Bir taraftan da kendilerine mahkûm muamelesi yapan bu işgalci askerlere öfkeyle bakan bakışlarına engel olamadı.
 
Yüreğinden sıcak bir isyan duygusu çıkıyor, derisinin altından yayılıyor, tüm vücudunu kaplıyordu. Askerlerden biri, bir taraftan tedirgin tavırlarla etrafa bakıyor, gelen gidenleri şüphe ve korku ile gözden geçiriyor, bir taraftan da elindeki kahvesini içiyordu. Filistinli kız Danya okuldan eve dönerken bu gün yanından geçtiği bu asker içtiği kahveyle birlikte kendisine kanını içmek istercesine bir vampir gibi bakıyordu. Yüzüne doğru saldıran sert bakışları gördüğünde irkildi ama bu askerlerden asla korkmuyordu. Oysaki bu korkak asker 17 yaşındaki kızın bakışlarından deli gibi korkmuştu.
 
Kızın bakışlarından rahatsız olan asker hemen silahına davrandı. Danya bunu fark ettiğinde tedirgin oldu. Ne yapacağı konusunda kararsız kalmıştı. Başına gelecek şeyi tahmin ediyordu. Hızlı düşünüp hızlı karar vermek gerekiyordu. Onlarca yıldan beri yaşayarak öğrenmişti ki öldürmek için bahane arayan bu cani askerden artık kurtuluş yoktu. Durduğu yerde yumruklarını sıktı, kurşunlara hedef olmadan askerin üzerine atlamalıydı. Kafasında hızla düşünürken olduğu yerde hareketsiz kaldı.
 
Asker Danya’yı kurşun yağmuruna tuttu. Hiç bir zaman bu askerlerden korkmamıştı. Babası ona işgalci askerlere karşı cesur ve korkusuz olmayı öğretmişti. Hayatı boyunca şehadete ulaşmak en büyük arzusuydu. Fakat şahadetin nerede ve nasıl karşısına çıkacağını, nasıl kolları arasına alıp sevdiklerinin yanına götüreceğini bilmiyordu. İşte o anda kirletilmiş bu hain zamanın en masum ama en ateşli, en acı duyguları sardı bedenini. İşte şimdi su olmuş, cesurca şehadete yürümüştü. Danya’nın mübarek kanı etrafa saçıldı. Başına toplananların burnuna misk kokusu geliyordu. Kanlar içinde yatan bedeni cansız kalmış, elbiseleri kan kırmızısına boyanmış, gözlerine ise bin dört yüz yıl öncesinden süzülüp gelen bir şehadet ışığı dolmuştu. Kaldırım kana boyanmıştı. Ruhu bir kuş gibi uçup gök katına çıktı. 
 
Şehit Danya’nın şehadet resimleri her tarafa asılmıştı. Resimleri gören Raid in kalbi öfke ile doldu. Yumruklarını ve dişlerini sıktı. Çok üzülmüş ve bu olaydan çok etkilenmişti. Sanki kendi öz kardeşini kaybetmiş gibi üzüldü. Bir anda içine dolan yoğun hüzün, intikam duyguları ile yer değiştirmekteydi. Fotoğrafların asılı olduğu duvarın dibinde bir müddet oturdu. Derin düşüncelere dalarak, uzun uzun fotoğraflara baktı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor, hırs ve sinirden vücudu titriyordu. Artık haberi duyan herkes dışarı fırlıyor, protesto gösterilerine katılıyordu. Yanından slogan atarak geçen bir grubun bağırtıları ile sarsılıp kendine geldiğinde hızla ayağa kalktı. İçinden intikam yeminleri ederek Danya'nın vurulduğu yere doğru sert ve hızlı adımlarla yürüdü.
 
Danya’yı şehit eden askerler yine aynı yerde kaldırımda toplanmış bekliyorlardı. Raid onları buldu. Bıçağını gizleyerek yavaşça askerlerin yanına yaklaştı, sonra bağırarak bir anda saldırdı, askeri karnından bıçakladı,  yanında ki diğer askerler de Raid’i alnından vurup şehit ettiler. Raid’in alnından misk kokulu kanlar akmaya başladı. Raid’in yanına gelen doktorlar bu kokuya bir anlam veremediler. Oysaki gelen koku cennet kokularından bir kokuydu.
 
On binlerce kişi Raid’in cenaze törenine katılmıştı, Danya’nın babası da oradaydı. Hiç kimsenin ummadığı bir anda Şehit Raid’in babası ayağa kalktı. Şehit Danya’nın babasının yanına geldi.
 
‘‘Şehit kızın Danya’yı, şehit oğlum Raid’e istiyorum,’’ dedi.
 
Daha sözünü tamamlamamıştı ki Danya’nın babası da ayağa kalkarak Raid’in babasının yanına gitti, ona sarılarak hiç düşünmeden;
 
‘‘Şehit kızımı, şehit oğluna verdim. Hayırlı olsun. Düğünleri Cennette olsun,’’ dedi.
 
Şehitlerin haberini duyan on binlerce kişi cenaze töreni için koşup gelmişti buraya. Ancak bir düğün töreni ile karşı karşıya kalmışlardı. Dünyada hiç duyulmamış, görülmemiş bir düğün töreni yapılmış oldu oracıkta. Şehitlerin cenaze töreni düğün törenine dönüşmüştü. Yaşanan bu ani durum karşısında törene katılan herkes iliklerine kadar sevinmiş ve silkelenmişti.  
Şehitlerin ruhu herkesi içine düştüğü hüzün girdaplarından, karanlık dehlizlerinden, matem çukurlarından çekip aldı, şehadet ruhunu gönüllere taşıdı. Birbirlerine uzak ve hatta ölü olan bu iki genç sadece bedenlerini değil ruhlarını da şehadetle sonsuza taşırken vuslatın nasıl olacağını anlatıyorlardı mahşeri kalabalığa. Cenazeye katılanlar şehitlerin gerçekten diri olduklarına tanıklık ediyorlardı. Dünyada, belki de dünya tarihinde bir ilk olan düğünde evlenen iki genç, Filistin davasını kanlarıyla ruhlara ve duvarlara yazarken özgürlüğün sırrına, cennetin şifresine de ulaşmışlardı.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir