İSMAİL OKUTAN
Bayır Aşağı |ÖYKÜ|
Kararıp siyahlaşan bulutların yükünü yeryüzüne göndermeye hazırlanıyordu gökyüzü. Günü bunaltan bulutlar iyice hareketlenmişlerdi. Sonra aniden bastıran yağmur okulun bahçesini suyla doldurdu. Her tarafı sel almıştı. Sınıfın açık penceresinden buram buram toprak kokusu giriyordu içeriye. Dersi biten Nadir Hoca evine gitmek üzere sınıfından çıkıp dış kapının önüne geldi. Sicim sicim yağan yağmurdan dışarı çıkıp yürümek, eve gitmek imkânsızdı. Verandada bir müddet durup kapının camına alnını dayadı, doluyla karışık olarak hiddet ve öfkeyle yağan yağmuru seyretti, alnı buz kesilmişti, geri çekilip saatine baktı, otobüs vakti yaklaşıyordu fakat şiddetli yağmur durmuyordu bir türlü.
Beklemekle olmayacaktı, kim bilir yağmur daha ne kadar ve ne zamana kadar yağacaktı? Kimse bilemezdi. Islanmayı göze alarak gitmeye karar verdi. Ceketinin yakasını kaldırdı, boynunu kapattı, avucunun içiyle başını kapatarak koştu. Tepeden tırnağa kadar ıslanmış olarak otobüs durağına vardı. Okulun kapısından durağa kadar olan iki yüz metrelik mesafeyi koşar adımlarla kat ederken “arabamı satmasaydım böyle olmazdı” dedi içinden. "İnşallah otobüs gelir de burada kalmam."
Başından aşağıya sızan yağmur, göğsüne iniyor oradan hızla ayaklarına doğru akıyordu. Bütün elbiseleri ıslanmıştı. Sertçe esen rüzgâr, kamçılarını ıslak bedeninde şaklatıp duruyordu. “Bu hayatta dar gelirlinin, fakirin yazgısı da buymuş demek ki,” diye düşünürken otobüsün geleceği yöne doğru baktı. Yağmur yüklü siyah bulutlar üstüne su boca edeceklermiş gibi hala çırpınıp duruyorlardı.
Çok geçmeden yağmur durdu, siyah bulutlar pamuktaştılar. Güneş yeryüzüne gülümseyerek baktı. Aniden değişen havayla birlikte yağmur sonrası her yer kıpırtısız ve serindi. Yaprak bile kımıldamıyordu sanki. Belki de hareket eden tek şey tek tük inen yağmur damlalarıydı. Yağmur, Temmuz sıcağında iyice bunaltıcı olan asfaltın kokusunu bitirmişti. Yağmurla birlikte asfalt yerine toprak kokusu doluyordu insanların genzine. Güneşin vurduğu küçük su birikintileri havada asılı duran serap gibi görünüyordu uzaktan. Geçen zaman, baharın çiçek kokulu dakikaları içinde yitip gidiyordu.
Çok değil daha altı ay önce okulun en lüks, en pahalı arabası onundu. Çocukça bakışla ister istemez bir havayla gelen, caka satar gibi görünen siyah araba bahçeye girdiğinde açgözlü ergen öğrenciler gıpta ile bakıp bir gün böyle bir arabaya sahip olmanın planlarını yapalardı hep. Onu sevip rol model aldıkları kadar okuyup onun gibi olmayı da çok istiyordu herkes. Nadir Hoca ise içlerinde besledikleri bu yedi renkli hayalleri, kalplerinden geçenleri anlamış gibi kötü model olmamak için özen gösterirdi söz ve davranışlarına.
Altı ay kadar önce otomobiliyle rahatça okula gidip gelirken son zamlardan sonra arabasının deposuna benzin koyamaz olmuştu. Ateş pahası olan hayat karşısında artık direnmekten vazgeçmişti. Sarsılan aile bütçesini dengelemek için önce dolmuşla gidip gelmeye başladı. Çok geçmeden pik yapan uçak gibi yükselmeye devam eden fiyatlar yaşamı kara sisler içinde bırakınca indirimli öğretmen kartı çıkarmak zorunda kaldı. Artık kendi arabasıyla değil belediye otobüsüyle okula gidip geliyordu. Bir gün kendisini rol model alan öğrencileriyle otobüste karşılaşacağını nerden bilebilirdi. Koltuğunun altında bir kitapla kapıdan içeri girdi, kartını basıp arka tarafa doğru yöneldi. Onun belediye otobüsüne bindiğini gören öğrenciler çok sevindiler. Yüzlerinde gülücükler açmıştı her kesin.
“Aaa öğretmenimiz de otobüse binmiş, ne güzel,” dedi içlerinden birisi ve ona doğru yürüdü.
Elindeki ders kitaplarını kavrayarak cama yaslandı, ağırlığını diğer ayağının üzerine yükleyerek sol ayağını dinlendirirken hafif bir mırıltıyla söylendi:
“Otomobilini ne yapmış ki, motoru da vardı hocamızın, niye binmemiş acaba,” dedi başka bir öğrenci mırıldanarak ve üzülerek?
Nadir Hoca, mahcup bir edayla onlara baktı: "Çocuklar nasılsınız, siz de mi bindiniz otobüse” dedi. “Karşılaşmak ne güzel, sürpriz yaptınız bana,”
Çocukların mırıldanarak kendi aralarında yaptıkları konuşmaları duymuştu, içi yaralanmıştı bu yüzden ama belli etmeden sabırla konuşmayı tercih etti. Bu sarı ve tatlı uğurcak çocuğun dilinden gelen kanatıcı ve acıtıcı iğne gibi batan kelimelerle buz gibi eriyordu kalbi. Sonra kafasındaki yorgunluk sislerini dağıtınca konuşmaya başladı.
“Ne yapalım yavrum, arabanın deposuna benzin alamıyorum artık, nedenini siz de biliyorsunuz, çocuklar, siz maaşı olan herkesi zengin mi sanıyorsunuz. İbret alınacak o kadar çok şey var ki bu hayatta. Anlayabilene ne mutlu. Elbette kimse istemez ama sonuç böyle oldu. Başka ne yapabiliriz ki, elimizden bir şey gelmiyor işte,” dedi.
“Şimdi toplu taşıma araçlarında gidip gelirken bu zamanımız boşa gitmesin diye bir taraftan kitap okuyorum bir taraftan da bol bol öykü yazıyorum, şiir yazıyorum, hikâye yazıyorum artık. Kendi arabamda pür dikkat kesilip kendimi gerip direksiyon sallayıp yorulmaktan daha iyidir böylesi. Okula gidip gelirken yolda hem okuyorum hem yazıyorum çocuklar. Bunun için bir kitap hazırlığım bile var. Bu akıllı telefon da ne çok işe yarıyormuş meğer. Kâğıda kaleme gerek kalmadan yazmak istediklerimi kolayca yazıyorum hemencecik. Teknolojinin nimetlerinden de faydalanıyorum böylece. Onu da şimdi anladım. Bundan daha iyisi can sağlığı çocuklar. Ne güzel değil mi?”
O an onun için her şey azap doluydu, çile vericiydi, çekilmez ve dayanılmazdı. Hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen tozpembe bir dünya çizip etrafında toplanan uğursuz havayı dağıtmayı başarmıştı.
“Peki, siz ne yapıyorsunuz çocuklar söyleyin bakalım, yolculuk esnasında gidip gelirken kitap okuyor musunuz, telefonla oyun mu oynuyorsunuz, yoksa etrafı mı seyrediyorsunuz?”
Çocuklar birbirlerinin gözüne baktılar. Sonra derin suskunluğa boğuldular. Nadir Hoca cevap bekleyerek gözlerine bakmaya devam etti. Çocuklar ne diyeceklerini bilemediler. Suskun ve mahcup bakışları her şeyi anlatılıyordu aslında.
Nadir Hoca bakışlarından, sessiz kalışlarından her şeyi anlamıştı hemen. Gözlerine bakmaya devam ederek konuştu. “Çok kitap okuyun ve çok yazı yazın çocuklar. Her gün kırk dakika gidip kırk dakika gelmek az bir zaman değil sizin için iki ders saati ediyor değil mi çocuklar? Bu zamanı çok iyi değerlendirin. Çok okuyup çok yazarsanız, bir gün gelir farkında olmadan bir de bakarsınız ki siz de yazar olmuşsunuz, şair olmuşsunuz.” dedi onlara sıcak ve yumuşak bir sesle.
Kurnaz ve pratik zekâsıyla bilinen, tüm öğretmenlerin tanıdığı Sarı Ali konuyu değiştirmekte uzmandı. “Hocam, arabanızı ne yaptınız, artık binmiyor musunuz, sizin motorunuz da vardı?”
Şimdi, annesinin adeta ütülediği o kıymetli zaman dilimleri gibi geçmiyordu bir türlü, geçmiyordu zaman. Yaşamadan geçmenin mümkün olmadığı zamanlara takılmıştı yine. Çaresizlik, içinde mekân tutmuştu ama bu çaresizlik zincirini kırmak oldukça haz vericiydi. Yüreğinin en kırılgan yerine değmişti öğrencilerinin o attığı kocaman laflar. Hayatta küskün değildi asla, hayata. İçine batıyordu şu dünyanın sorgusuz umursamaz tutumları sadece. Sert ve keskin bir itiraz vardı ki içinde, bulduğu bütün kelimelere sarılıyordu. Sonra…
Sonrası sorumsuzluk ve barbarlıktı. Gücüne gidiyordu çağdaşlık adı altında yapılan vahşet. Sorumsuzluklara, barbarlıklara boyun eğmeye asla niyeti yoktu bu yüzden. Mesleğini öyle seviyordu ki hiçbir güç ona engel olamazdı, hiçbir şey ona güç gelmiyordu. Hızla giden otobüs müydü, kendi bedeni miydi? Zihninde aldığı yolu birkaç dakika daha gittikten sonra soru soran çocuğa dönüp merhamet ve sevgiyle baktı.
“Ah çocuklar,” dedi Nadir Hoca. “Ah çocuklar, biliyorsunuz şu ekonomik krizden dolayı hayatın ne kadar pahalı olduğunu. Arabama benzin alamıyordum artık, kontağı kapattım. Bir motor aldım kendime. Sonra baktım mazot da çok pahalandı. Yokuş aşağı inerken, bayır aşağı giderken vitesi boşa alıp bisiklet gibi kullanmaya başlamıştım motoru,’” dedi gülerek. Çocuklar da gülüştüler bir anda.
“Sonra ne yaptım, biliyor musunuz çocuklar,” dedi. “O da olmayınca bisiklet aldım kendime ancak bisikletle uzak yerlere gitmek çok yorucu oluyordu. Okula veya çarşıya gitmek için otobüse biniyorum artık. Yakın yerlere gitmek için bisiklete binmeye devam edeceğim, işte böyle çocuklar. Siz de öykü olarak beni yazın, benim bu size garip ve anlamsız gelen hallerimi yazın isterseniz, arabası varken otobüse binen, motora ve en sonunda bisiklete kadar inen Nadir Öğretmeninizi yazın siz de çocuklar,” dedi.