SELAHATTİN YILDIZ
Akıl ve Tenakuz
Bunca yol yürümenin her dönemecinde, doğruyu buldum dedikten sonra başka bir doğrunun varlığına şahit oluyoruz. İnsan için bir doğruya ulaştım düşüncesine sahip olmak, gözlem ve öğrenmeyi bıraktığı anlamına gelir. Kütük büyüktür, sağlamdır ama cansızdır. Fidan ise zayıftır ama canlıdır.
Kendine göre doğrular ve eğriler kalıbı çıkarıp o doğru ve eğriye uymayan her şeyi ve herkesi yanlış görmek büyük bir yanılgıdır. Çoğu zaman bu yanılgıya düştüğümüz olmuştur. Ben de birçoğu gibi zaman zaman bu hataya düştüm ve düşmeye de devam ediyorum. Çünkü karşımıza çıkmamış problemler hakkında ahkam kesmek kolayken, o problemle karşılaştığımız anda kendimizin de bitap düştüğünü görüyoruz.
Bazen aklıma kızdığım zamanlar oluyor. Beni nasıl yanılttı diye. Çünkü her şeyi akılla çözmeye çalışıp ve ruhu devre dışı bıraktığımızda aklın oyununa geliyoruz. Düşünmek ve akletmek kitapta sürekli bir şekilde ısrarla tavsiye edilir. Aklın mihenginden geçmeyen hiçbir şey bizi işin gerçek hükmüne eriştirmiyor gibi gelir bize. Büyük dalgınlıklarımız oluyor ve biz o sırada aklın yardımı olsa bile işin künhüne varamıyoruz. Hakkında hüküm verilmemiş hiçbir konu için düşünce kapısını kapatmamak gerekir. Çünkü düşünen her bir insan mutlak doğruya ulaşmamın zorluğunu bilir. Çünkü mutlak doğru mutlak hakikatten gelir. İnsan mutlak hakikate ulaşamayacağına göre mutlak doğruya da ulaşamaz. Mutlak doğruya giden yolu takip etmek, bizi istikamet üzerinde tutacaktır.
Akıl yoluyla bulunan her çözüm başka bir aklın bulduğu çözümle ters düşebilir. İnsanı ve içindeki sırları çözmenin matematiksel bir formülü olmadığı için mutlak doğru fikrine sahip olmak sakıncalıdır. Sadece bunun böyle olduğuna inanıyorum denilebilir. Çünkü doğru olduğuna inandığın o konu başkasının aklına göre çürütülmüş bir tez olabilir. Eskiler “Allahualem” sözünü bir problemi çözerken ve sonuca varıp doğrusu budur dedikten sonra kullanırdı. Yani ben bu işin doğrusunun böyle olduğuna inanıyorum ama mutlak doğruyu Allah bilir demektir. Mutlak doğruyu bilen, bize yolu gösteriyor ama sonrasında bizi serbest ve özgür bırakıyor. Sonra da hiç düşünmez misiniz diye de bizi akletmeye yönlendiriyor. Yani bizden istenen aklı sürekli canlı tutup “ben buldum” “ben oldum” “bu işin mutlak doğrusu budur” yanılmasından bizi korumak içindir.
Kendimize ait doğru hüküm diye bildiklerimizin zamanla gerçek doğru olmadığını çok kez gördük. En azından kendini eleştiren insanlar görür diyelim. İnsanın içinde nefis denen bir şey var. İşte o, işine her gelene şeytanın ben dediği gibi ben dedirtiyor. İşte bu ben, insanın dünyaya sürgün edilişinin benidir. Sürgün olan insana yine de hak katından alemin en itibarlı varlığı makamı verilmiştir. İnsanoğlu indi dünyaya ve böylece başladı serüveni. İnsanoğlu çoğaldıkça çoğaldı. Aileler, kabileler, köyler, kentler ve ülkeler kurdular. Ben kavgası şeytanın insanı aldatmak istemesi arzusuyla yere indi. Benim ailem, benim kabilem, benim köyüm, benim ülkem diye her bir fert benlik kavgasında ilerledikçe ilerledi. Sonra ekonomik, askeri, psikolojik silahalar türetti ve gücünü gösterip hükmünü sürdü.
Şimdi hangi toplumun önderlerine sorsanız kendi medeniyetlerinin daha iyi ve faydalı olduğunu söyleyecektir. Her medeniyetten bir öncü alıp bir masaya oturtsak her birini ağzı açık dinleriz. Peki bu kadar doğrunun arasında dünyaya yayılmış organizeli bu kötülüğü kim yapıyor. Vitrine en güzel elbiseleri koyup arka kapıdan en işe yaramaz olanı dağıtıyorlar. Çünkü güzellikler sadece vitrine koyacak kadar var. Çünkü maksat dünyayı güzelleştirmek değil, kendi güzel yaşamlarının devamı için göz boyamak.
İnsanoğlu toplu kabul edilmiş yanlışların doğru diye bilindiği bir çağdan geçiyor. Yanlış olan şey sırf faydasına geliyor diye doğru kabul ediyor. Her faydalı şeyin doğru olmadığını göremiyor. Çünkü faydalı olduğuna inandığı şeyin bile insana bir faydasının olmadığını göremiyor. Körlük öyle bir hastalık haline geliyor ki, salgın halinde toplumları çürütüyor. Körlük demişken, José Saramago’nun “Körlük” bitabının okunmasını tavsiye ederim.
Doğrusu budur dediğimiz çok şeyin hakikatte yanlış olduğu farketmek ve özünü kaybetmeden bir insan olarak yaşamak her geçen gün zorlaşıyor. Bu nedenle önümüze konan hangi doğru olursa olsun ona bir şerh koymak gerekir. Yoksa bizim adımıza doğruları bulduğuna inandığımız insanların yanılgılarıyla bir ömrü heba edebiliriz.