Bülbül Güle Konmuyor Artık

FİLİZ SOYDAŞ
Bülbül Güle Konmuyor Artık
 
Zannedersem yaşlı dünyamızın sevgi ve vefadan yana en yoksul devrine denk geldik. Mekanikleşmenin, umursamazlığın, sevgisizliğin zirvesi olan bu dönem, aynı zamanda aşkın, sevdanın anlamını değiştiren hatta sahteleştiren biz zaman oldu.
 
Sadakati, vefayı ayağına koca bir kaya bağlayıp denize itti insan denen umursamaz canlı. Şimdilerde bunların yerini rahata düşkünlük, kafayı ve kalbi gerçek aşkın zahmeti ile meşgul etmemek aldı. Cinsiyet ayrımı yapmıyorum hem erkek hem de kadın kendini yormamayı tercih ediyor. Eskilerde ve şairlerin kaleminde kaldı aşk. Tabii bir de romanlarda…
 
Neden mi böyle oldu? Çünkü insan tembelleşti. Çünkü insanın kalbini bencillik bürüdü. Çünkü insan tek bir kişiye bağlanmanın gereksiz ve eğlencesiz olduğu düşüncesine kapıldı. Çünkü insan nerden duyduysa, “bir çiçekle yaz mı geçer?” diye bir söz duydu ve maalesef buna kandı.
 
Beni üzen şey aşktan gelecek kahrın da baş üstüne yeri var deyip türküye dönüşecek, şiire dönüşecek insanların tükenmeye yüz tutması. Hâlbuki ki aşk sebebiyle gözden akan yaşlar dünyayı temizliyordu. Şimdi meydan dünyanın çirkin yüzüne kaldı.
 
Türkülere de yazık olacak, aşk gibi onlarda unutulacak diye korkuyorum. Sevenin sevdiğine yaktığı türküler, dilden dile dolaşır dinleyeni alır götürürdü tertemiz diyarlara. Yerine göre yol gösterirdi sevda namına. Şimdi anlamsız sözleri melodi ile süsleyip sunuyorlar, nasılsa içinde duygu aranmayacak, sadece birtakım dans figürleri için elleri kolları harekete geçiriyor mu ona bakılacak.
 
Peki, neden insan kalbi sevdanın peşine düşüp yorulmaya üşeniyor? Neden sahte bir eğlenceyi aşkın temel şartı sadakate tercih ediyor? Neden birini sevip bağlanmaktan bu kadar korkuyor? Günümüz insanının rahata düşkünlüğü, tek bir kişiye bağlılıktan kaçınılan özgürlük merakı ve belki de aşk demek cefa demek deyip acıdan yana yaşanılan korkudur sebep, havai yaşamlara…
 
Sevda, cefayı da getirebilir beraberinde dedik ya bu konuda çile çekmekten kaçan insan sevdanın getireceği huzuru, mutluluğu da itiyor elinin tersi ile.
 
Ele ele tutuşup uzun yıllar devirerek kutlanan kırkıncı, ellinci evlilik yıldönümlerini bir masal dinler gibi dinleyip hayretler içerisinde kalacağımız günleri de görecek gibiyiz. “Daha neler! Var mıymış öyle uzun birliktelikler?” deyip şaşıp kalacağımız günleri…
 
Üzülmemek elde değil, çünkü yüreğin asıl ihtiyacı aşk ve vefa iken ne yazık ki insan hercai duygularla hırpalar durur zavallı kalbini.
 
Günümüzde ne mecnunlar sevdalı ne leylalar vefalı. Ne bülbül de var sadakat ne de güller büyülüyor. İnsan kalbi, giderek paslanmaya terk ediyor, güven denen kiliti. Ve olan aşka oluyor; romanlara, şiirlere, türkülere ilham olan aşka… Hâlbuki onun ne suçu var ki? Kabahat sadakati, sabrı, cesareti kalbinden atan insandaydı.
 
Bir sevdi mi çıkar gözetmeksizin ömürlük seven ve sevdasında vefalı olanlara saygı ile…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir