Meftune

FİLİZ-SOYDAŞ

FİLİZ SOYDAŞ
Meftune  |ÖYKÜ|
 
Okula başlayacağı sabah, uyandığında dağdan sis tamamen çekilmemişti bile. Annesi, mutfağa kahvaltı hazırlamaya giderken, onu giyinip tastamam hazırlanmış görünce, “ah benim güzel kızım, daha erken…” deyince, Meftune gülümseyip omuz silkmişti.
 
Tam kapıdan çıkacakken, unuttuğu bir şey aklına gelmiş ve sıçrayıp evin kapısından içeri atılmıştı. Odasına koşup, lavanta kokulu mendilini kaptığı gibi sevinç içinde hoplaya zıplaya okulun yoluna düşüşü nasıl da sevindirmişti annesini.
 
Meftune okula öyle hevesli gidiyordu ki okula başlayışının yedinci gününde karar vermişti, büyüyünce öğretmen olacaktı. “Öğrenci olup, bu sıralarda oturmak böylesine güzelken, öğretmen olmak kim bilir nasıl harika bir duygudur anne.” demişti bir akşam annesine. Çevirdiği mengireyi birden durduran annesini hayali bile mutlu etmişti. “Ne güzel olur Meftune'm. Benim akıllı kızım. Senden ne iyi bir öğretmen olur.”
 
Meftune'nin okula başlayışının üzerinden tam altı yıl geçti. Gecen zaman Meftune ve annesi için beraberinde acılar getirdi. Anne-kız birbirine dayanarak yaşayıp gidiyordu. Geçen altı yıl içinde üç öğretmen gelip gitmişti köylerine. O sıralarda yeni gelecek öğretmen haberi bekleniyordu. Bir gün muhtar beklenen haberi verdi. “Gözümüz aydın ahali; okulumuza yeni öğretmen atanmış bulunmakta.”
 
Aygül, babasının vefatı üzerinden henüz iki ay bile geçmeden miras için tartışan üç abi ve ablasına çok kırgındı. Acısı öyle taze, öyle can yakıcıydı ki… Bir süre ailesinden uzaklaşarak, onların bu çıkarcı kavgalarına tepki vermek istiyordu. Bunun için de tayin istedi. Yola düşerken sadece annesinden ve babasının kabrinden ayrı kalacağı için üzülmüş, gözyaşlarını sadece anne ve yokluğuna alışamadığı babası için akıtmıştı.
 
Çekilen bir sıkıntı, güzel bir kapının paslı anahtarı olabiliyor bazen. Aygül'ün kardeşlerine kırılıp tayinini istemesi de Meftune için eşiğinden girince mutlu olacağı o kapının anahtarı olacaktı. Bazı hüzünler kardeştir; mesken edindikleri yüreklerin yollarını bir yerlerde kesiştirir. Belli ki Meftune ve Aygül’ün hüznü de kardeşti.
 
Aygül, Ankara’ya dört saat mesafede olan bu köye gelebilmek için, tam üç vasıta kullanmıştı. Geldiği ilk gün köyün ardındaki dağa şöyle bir bakmış, bakır, kahve ve soluk yeşil rengine bürünmüş ağaçlara ve çalılara hayran kalmıştı. Arabadan yere ilk adımını attığında, kurumaya yüz tutmuş yapraklardan gelen sesle birlikte gözleri yerde gezinmeye başladı. Bu köy sakin ve huzurlu bir yerdi besbelli. İleriye doğru adım atıp atmama konusunda bir an tereddüt yaşadı. Yerde, bir yaprak kümesinin rüzgarın etkisiyle bir süre peş peşe daireler çizip havalanışını izledi. “Doğru bir karar mı verdim acaba?” diye sordu kendine. Derin bir nefes alıp ileriye doğru adım attı.
 
Usul usul köyün içine doğru yürürken yoluna on üç yaşlarında,  kâküllü, tahmin ettiği yaşa göre biraz kısa ve zayıfça bir kız çocuğu çıktı. Kız hem onu tepeden tırnağa süzüyor hem de garipsenecek bir şekilde kazağının kenarını işaret parmağına doladıkça doluyordu.
 
“Adın nedir senin?” diye sordu Aygül.
 
Kız kaşlarını kaldırıp, dudağını hafifçe titreterek gülümsedi.
 
Kıza doğru bir kaç adım atarken, “benim adım Aygül…” demesiyle kızın arkasını dönüp ondan uzaklaşmak için koşması bir oldu.
 
Kız, biraz ileride bekleyen bir kadının arkasına sığındı. İşaret parmağına hırkasını dolamaya ve gülümsemeye devam ediyordu.
 
Aygül, kadına doğru yürüdü. Kadının meraklı bakışlarına son vermek için hemen konuşmaya başladı. “Ben Aygül… Öğretmenim… Bu köye tayinim çıktı.”
 
Kadın, “Hoş geldiniz… İnşallah yolculuğunuz iyi geçmiştir. Ben sizi muhtara götüreyim.” dedi.
 
Hem yürüyor hem de sohbet ediyorlardı.
 
Aygül'ün, Meftune'ye şefkatle gülümsediğini görünce tanıtmak istedi.
 
“Kızım Meftune… Okula ancak iki ay gidebildi. Bir gün okul dönüşü babası köy meydanında onun gözü önünde ölünce, yavrum aklını yitirdi.” diye anlattı kısaca.
 
“Babası kaza mı geçirdi?”
 
“Yok, kaza değil, bir kavgayı ayırmak isterken vuruldu.” dedi bir çırpıda; bu konu üzerinde fazla durmak istemediği belliydi. “Muhtara gidelim önce, oradan da bize gider yemek yeriz Öğretmen Hanım.” Aygül de bu ölüm olayının üzerinde durmadı. Kadıncağızın yüzündeki kederi dağıtmak niyetiyle, “teşekkür ederim. Ne iyi olur. Acıkmıştım ben de…” dedi.
   
“Bu arada isminiz ne acaba?”
 
 “Zehra…”
 
Sırtında çitle ot taşıyan bir kaç kadının, çayırda top oynayan çocukların ve köy meydanındaki adamların meraklı bakışları Aygül'ün dikkatinden kaçmadı.
 
“Köyünüz sakin ve güzel bir yer.” deyince, “Öyledir…” dedi kadın, “buralara yabancılar pek gelmez; arada şehirde yaşayan yakınlarımızla ahbapları geliyor. Onlar gelmeden de günler önce haberleri hızla yayılıyor köye.” Aygül kadını pür dikkat dinlediğini ve anladığını belirtmek için başını hafifçe sallayıp gülümsedi.
 
Kırk haneli bu köyde bahçesinde dört elma, iki dut ve bir ceviz ağacının olduğu tek katlı bir köy okulu vardı. Günler geçtikçe Aygül köye daha da alışıyor ve seviyordu. Köydekiler de onu öyle sevmişlerdi ki ufak bir bahçe yeri ayarlamışlar hatta bu bahçeyi ekerken ona yardım da etmişlerdi.
 
Aygül, ufacık bahçesine fasulye, domates, marul, ve salatalık ekmişti. Okul dışında uğraştığı bu meşgalesi onu çok mutlu ediyordu. İlk mahsulden annesine gönderdiğinde, annesinin sevincini tahayyül edip nasıl da mutlu olmuştu.
 
Toplam on sekiz öğrencisi vardı; hepsini çok seviyordu, ama Meftune'ye karşı özel bir imtina gösteriyordu; öğrencisi olmamasına rağmen… Meftune ancak iki ay gidebildiği okulu ve kısacık öğrencilik hayatını unutamamış olacak ki bazen okulun penceresinden sınıfı izlerdi. Arada onu da sınıfa çağırıyordu Aygül, ama bazen sevinçten bir an da çığlık atıyor diğer çocukların dikkatini dağıtıyordu. Aygül bu duruma bir çözüm bulmaya niyetlendi; Meftune'yi mutlu etmek istiyordu, ama öğrencilerini de düşünmesi gerektiğinin farkındaydı.
 
Aklına gelen fikri Meftune'nin annesi ile paylaşmak için bir gün okul çıkışı Meftune'nin annesinin yanına gitti.
 
Aygül, bazı günler, ders saatinden sonra gönüllü olacak çocuklardan oluşturacağı sınıfta Meftune'yi mutlu etmek istediğini anlatınca Meftune'nin annesi çok duygulandı. “Allah senden razı olsun Öğretmen Hanım.” dedi.
Minnetini süslenmiş cümlelerle anlatamasa da gözlerinden belli oluyordu; gözyaşları ile ıslanan bakışları duygularını bir ayna gibi aksettiriyordu. Artık Meftune'sinin, pencereden sınıfı izlemek için cama yasladığı ufacık burnu kızarmayacaktı. Onun o güzel burnunun bu yüzden yassılacağından endişe duymayacaktı annesi. En önemlisi de Meftune’si mutlu olacaktı, hem de çok…
 
Aradan iki yıl geçmiş, okuldaki çocukların mezuniyet zamanı gelip çatmıştı. Gençlerin çoğu büyük şehre ya da ilçeye göçmüş, köyde kalan okul çağı çocuklarının sayısı da yedi olduğundan okulun kapanmasına karar verilmişti. Köydeki yedi çocuk, taşımalı eğitim kapsamında ilçedeki okula gideceklerdi.
 
Bazı vedalar yüreğe bir çıra yakıp bırakır giderken. Hem de ağuludur; canı daha da sızlatır. İki yıl önce biraz heyecan, biraz endişe biraz da korku ile geldiği bu köyden şimdi gözyaşları ile ayrılıyor ve gözyaşları ile uğurlanıyordu Aygül. Herkesle vedalaştı, ama Meftune'yi göremedi. “Bizim Meftune nerede?” diye sordu. Çocuklardan biri, annesinin Meftuneyi aramaya gittiğini söyledi. Aygül, okula doğru hızla yürümeye başladı;  Meftune'nin olabileceğini düşündüğü tek yerdi orası. Biraz yaklaşınca yanılmadığını anladı; Meftune ufacık burnunu cama dayayıp sınıfı izliyordu. Annesi de onu ikna etmeye çalışıyordu. Meftune, hırkasını işaret parmağına doluyordu yine. Aygül yanlarına gidip, Meftune'ye sarıldı. “Sana söz veriyorum okulsuz kalmayacaksın.” dedi. Meftune onun bu sözüne itimat edercesine gülümsedi. İşaret parmağını hırkasından kurtarıp kollarını Aygül'ün boynuna sevgiyle doladı.
 
Köy meydanına döndüklerinde köydekilerin iyiden iyiye Meftune için telaşlandıklarını gördüler. Meftune'yi gören ferahlıyordu; o onların Meftune'siydi. Hatta kendi aralarında konuşurken genelde, “bizim Meftune” diye hitap ederlerdi. Aygül de “bizim Meftune” der olmuştu.
 
Ailesi, Aygül'ün dönüşüne çok sevinmişti. Daha eve gitmeden babasının kabrini ziyarete gidip, onunla hasret gideren Aygül, kardeşlerinde kavuşma sevincinin yanında mahcubiyette görmüştü. Döndükten sonra işlerine ve yakınlarına hayli vakit ayıran Aygül için zaman hızla ilerledi. Aradan bir buçuk yıl geçti. Bir gün çalıştığı okulun bahçesinde gezinirken gözü okulun penceresine takıldı. Düşünceleri bir şeyi anımsaması gerektiğini anlatmak istercesine derinlere doğru yol almıştı. Az sonra “eyvah!” diye haykırdı. “Bizim Meftune! Ona söz vermiştim. Onu okulsuz bırakmayacaktım.”
 
Eve gider gitmez yemek bile yemeden muhtara mektup yazmaya koyuldu; Meftune'yi sordu ona.
 
Muhtardan beklediği cevap on gün sonra geldi. “Öğretmen Hanım Kızım, bizler iyiyiz çok şükür, sen nasılsın? Mektubun beni pek çok mutlu etti. Bizleri unutmaman beni de köydekileri de çok sevindirdi. Bana Meftune'yi sormuşsun; üç ay evvel Meftune annesiyle beraber Ankara'ya yerleşti. Zehra Bacı’da bir rahatsızlık peyda oldu; kalbinde araz varmış Aygül kızım. Meftune'nin dayısı alıp götürdü onları. Gidecekleri gün Meftune’yi okulun penceresinden zor ayırdı annesi. Sen de Ankara'dasın; adresini yazayım da senden ricam bir ilgileniver. Sen, bizim Meftune'yi çok severdin zaten. Ailene selam ederim hanım kızım. Sağlıcakla kal…” Aygül mektubun sonunda yazan adrese uzun uzun baktı. Mektubu katlayarak ayağa kalktı. “Yarın hemen gitmeliyim Meftune'ye.” dedi. “Ama gitmeden önce, yarın sabah erkenden onun eğitim görebileceği bir okul araştırmalıyım. Meftune okula gitmeli.”
 
Aygül’ün yüreğinde özlem, huzur ve sevinç duyguları harmanlanınca içi içine sağmaz oldu. Meftune ile karşılaşacağı anın hayalini kurarken yüzünde bir tebessüm belirdi.
 
Ertesi sabah güneş ufukta görünmeye başlarken uyanmıştı Aygül. Tıpkı Meftune'nin okula başladığı günkü heyecanına benzer bir heyecan vardı. Evden çıkmadan önce birkaç öğretmen arkadaşıyla telefon görüşmesi yapıp, Meftune'nin eğitim görebileceği bazı okullarla ilgili bilgi aldı. Görüşmeler biraz uzayınca geç kaldığı hissine kapıldı, hâlbuki saati kararlaştırılmış bir randevu yoktu ortada, ama o biran önce Meftune'ye gitmek istiyordu. Evden tam çıkacakken adresin yazılı olduğu mektubu unuttuğunu hatırlayıp hızla odasına koştu; Meftune'nin okulun ilk günü lavantalı mendilini unuttuğunu hatırlayıp süratle odasına koştuğu gibi…
 
Mektupta yazılı olan adresi buldu. Burası gecekondulardan oluşan bir mahalleydi. Yirmi ikinci numarayı bulmuştu nihayet. Evin bahçesindeki bir ağacın dibinde tek başına öylece ayakta duruyordu Meftune. Pembe gonca desenli basma eteği ve yeşil hırkası vardı üzerinde. Bir elinde oyuncak bir bebek vardı diğer elinin işaret parmağına hırkasının kenarını doluyordu. Onda ilk defa oyuncak bebek görüyordu; zaten oynamıyordu bebekle öylece tutuyordu. Belli ki biri onu sevindirmek için tutuşturmuştu eline.
 
“Meftune!” diye seslendi bahçe kapısından bakarak. Meftune şaşkın bakışlarla bebeği elinden bırakıp, parmağını ağzına götürdü. Evin kapısı açıldı ve dışarı Meftune'nin annesi Zehra ile beraber yaşlıca bir kadın ve adam çıktı. “Galiba Meftune'nin dayısı ve yengesi.” diye geçirdi içinden Aygül.
 
Aygül'ü eve davet ettiler. Bu daveti memnuniyetle kabul edince hep beraber eve girdiler.
 
Aradan geçen üç yıl içinde Meftune'de ki olumlu gelişim Aygül'ü çok mutlu etti. Konuşmaya başlaması, işaret parmağına kıyafetini dolamayı bırakması çok güzel gelişmelerdi. Bir yıl önce Meftune'nin annesinin kalp rahatsızlığından hayatını kaybetmesi sonucu Aygül, Meftune'yi yanına almıştı. Zehra Hanım vefat etmeden hemen önce Meftune'yi yanına alıp, ona gözü gibi bakacağına dair yemin etmesi, kadıncağızın gözlerini bir nebze olsun huzurla kapanmasına vesile olmuştu.
 
Meftune ile Aygül arasında öyle güçlü bir bağ oluşmuştu ki anne-evlat gibi birbirlerine bağlanmışlardı.
 
Aygül okuldan eve gelir gelmez Meftune'nin çok sevdiği havuçlu kurabiyeyi yaptı. Saatine baktı geliş saatini on dakik geçiyordu. Telaşlandı. Pencere kenarında beklemeye başladı. Servis şoförünü arayıp ulaşamayınca akla karayı seçmiş, bir an da zihnini olumsuz düşünceler istila etmişti. On beş dakikalık gecikmeden sonra servis evin önünde belirince, Aygül hemen kapıya doğru koştu. Servis şoförünü paylama niyetiyle dışarı attı kendini. Yolda denk geldikleri bir kaza sebebiyle geç kaldıklarını, şoförün telefonunu da düşürmesi sonucu arızalandığını öğrenince biraz yatıştı.
 
Meftune, havuçlu kurabiyelerini yerken Aygül de Meftune'nin kendisi için yaptığı resme bakıyordu. “Bugün okulda neler yaptığını anlatmak ister misin bir tanem?” diye sordu. Meftune tane tane ve yavaşça anlatmaya başladı. Okulda günü yine çok güzel geçmişti.
 
 
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir