Keşke Beni Görebilselerdi

FİLİZ SOYDAŞ Keşke Beni Görebilselerdi |ÖYKÜ|

FİLİZ SOYDAŞ
Keşke Beni Görebilselerdi |ÖYKÜ|
 
Serap, elindeki boş, ip makarasına bakıyordu. Sonra diğer boş makarayı da öbür eline aldı. O sırada annesi kızına basit bir kurabiye tarifini anlatıyordu. “Bu tarif çok basil. Beraber yapalım da baban sevinsin.” Kızının kendisi ile alakadar olmamasına sinirlenip kızdı. “Neden ben konuşurken yüzüme bakmıyorsun!”
 
Serap, annesinin ne dediğine daha doğrusu neden dediğine anlam veremedi. Elindeki makaraları bırakıp, boyama kitabını aldı ve üzerindeki renkli desenlerde elini gezdirip gülümsedi. Sonra yanında biri varmış da onu dinliyormuş gibi, bir şeyler anlatmaya başladı. Aslında Serap, orda kimsenin görmediği birini görüyordu. Annesi son zamanlarda, kendisine tuhaf gelen bu davranışlarından dolayı ona karşı biraz agresifti. Serap’ın elinden kitabı hışımla çekip, “işin gücün bunlar! Kaç yaşına geldin bana bir yardımın yok!” dedi.
 
Serap’ın yüzündeki o masum gülümseme yerini hüzne bıraktı. Gözleri doldu. Annesinin arkasından bakıp, aynı cümleyi tekrar ederek boyama kitabını geri istedi. “Onu ver. Onu ver. Onu ver. Onu ver.”
 
Babası da oturduğu kanepeden seslendi. “On üç yaşına girdin. Annene biraz yardımcı ol. Hiç olmazsa kendi yükünü al ondan!”
 
“Kendi yükünü al. Kendi yükünü al. Kendi yükünü al.”
 
Serap, bu cümleyi defalarca tekrar ederken, bir yandan kalkıp, birbirinden çok alakasız, ufak tefek parçalardan oluşan oyuncak koleksiyonunu muntazam bir düzene sokmaya çalışıyordu. Bunlar ipi bitmiş az önceki iki makara, bozuk TV kumandası, tarak, mürekkebi bitmiş bir kalemdi.
 
O bunlarla uğraşırken, anne ve babası, onun bu durumuna anlam veremeyip, aynı anda, ya sabır, dediler.
 
Serap’ın bu hallerini, babası eşinin yetiştirme konusundaki zayıflığına, annesi ise iki erkek evlattan sonra olduğu için gösterdiği fazla müsamahaya bağlıyordu. Anne ve babasının ortak görüşte olduğu nokta ise bundan sonra Serap’a yol yordam öğretmek gerektiğiydi. Geçen hafta gittikleri akraba düğününden sonra Serap’a, kendilerince bir çeki düzen vermekte kararlıydılar. O düğünde annesi, kızını iki dirhem bir çekirdek giydirirken, kendi emsallerinin arasına karışıp, onlarla sohbet etmesini tembihlemişti. Düğünden eve dönene kadar Serap, annesinden azar işitti o gün. Neden o kızlar sohbet ederken, o ağzını açıp konuşmamış; oyun havası çalarken, onlar kalkıp oynadığı sırada o neden sandalyenin koluna yapışıp kalmış; elinden bırakmadığı tek kolu kırık oyuncak bebeğe, öbür çocuklar bakıp gülmüş; komşusu, bu kıza çok yüz veriyorsunuz, on üç yaşına geldi halen ufacık bir çocuk gibi, demiş. Annesinden azar işittiği süre boyunca yine annesine sığınıp onun koluna sarılıp yürüdü. Bazı zamanlarda olduğu gibi yol boyunca ayakları ara ara birbirine dolandığı için tökezledi. Eve dönünce, olanları duyan babası nasıl olduysa onu bu sefer azarlamadı. Eşine çıkıştı. “Bu kızı sen yetiştiremiyorsun, kabahat senin!”
 
Serap’ın, üniversite son sınıfa giden abisi, okul masrafları için tatillerde çalıştığından, ailesine hasret yaşıyordu. Kardeşinin durumu onun gözünden kaçmamış ve onun gidişatında bir aksilik olduğunu anlamış olsa da anne ve babası her seferinde sert bir dille, “kardeşin sadece içine kapanık, başka da bir sorunu yok!” diyerek konuyu kapatmıştı. Okul bittiği için bir süre ailesi ile hasret giderip öyle işe başlamaya karar verdi. Bu gelişinde Serap’ı kısa bir süre gözlemleyip durumun hiç iyiye gitmediğini anlayınca yeniden anne ve babası ile konuştu. Karşılık olarak yine ikisinden de azar işitti hem de bu sefer daha şiddetli bir şekilde…
 
O sabah yüksek ateşle uyanan Serap’ın gün boyu ateşi düşmeyince hastaneye götürmeye karar verdiler. Komşularından, arabası ile onları hastaneye götürmesini rica edip hemen yola koyuldular.
 
Hastanedeki muayene sırasında doktor, Serap’ın anne ve babasına, “kızınız otizmli olduğu için bünyesi çok hassas, ilaçları mutlaka tarif edeceğim şekilde muntazam kullanın,” dedi. Bunun üzerine, ikisi birden, “otizm ne ki nasıl bir hastalık?” diye sordu. Doktor durumu özlerken, araya girdiler. “Doktor bey bizim kızımız çok utangaç, o bahsettiğiniz hastalıktan bizim kızda yoktur.”
 
Doktor, bu konuda üzerlerine gitmedi fakat durumun, anne ve babanın bilinçsizliği sebebiyle gayet ciddi olduğunun farkındaydı. Bu sebeple, Serap’ı mutlaka tekrar görüp, ona bazı testler yapılarak özel bir eğitime alınması gerektiğini düşündü. “Bu ilaçlar ateşini düşürüp onu rahatlatır ama yan etkileri var, siz ilaçlar bitince mutlaka kontrole getirin,” demek zorunda kaldı. Onları daha doğrusu Serap’ı bu bahane ile mutlaka tekrar görmeliydi.
 
Serap’ın anne ve babası iyi insanlardı. Üç erkek çocuktan sonra, geçen on yılın ardından kız evlat sahibi olunca dünyalar onların olmuştu. Kızlarının geleceği için birbirinden güzel hayaller kurmuşlardı. Onlara göre kızlarının bu hali tüm hayallerini alt üst etmişti. Hâlbuki bir bilselerdi Serap, işlenip pırlantaya dönüşmeyi bekleyen bir elmastı, etrafındakilerin onu anlamayıp sıradan taş olarak gördüğü bir elmas…
 
İlaçları bitince doktorun dediği üzere kontrole gittiler. Doktor, Serap’ın iyiliği için ailesine detaylı açıklama yapmadan ilaçlarla ilgili olduğunu söylediği bazı testler yaptı. Onlar da çok irdelemeden kabul etti. Doktor, başka bir doktor arkadaşı ile birlikte bazı testler yapınca, Serap’ın otizimli olduğuna, resmi şekilde kanaat getirdi.
 
Konu komşuya göre ailesi şımarttığı için halen oyuncaklara düşkün; anne babasına göre içine kapanık, utangaç olan Serap, doktorun bugün koyduğu teşhise göre otizmliydi. Özel eğitimin ardından hayatını daha kolay sürdürebilirdi ancak ailesi buna olumlu bakacak gibi değildi.
 
Doktor, aileyle konuşurken Serap, elindeki tek kolu olmayan ufacık oyuncak bebeği sımsıkı tutuyordu. Babası, annesine gözü ile işaret edince, annesi elinden hızlıca alıp çantasına koydu. Serap, karşı koymadı ama sadece kendisinin duyacağı bir sesle peş peşe, "bebeğimi ver," demeye başladı. Birkaç seferden sonra sesini azar azar yükseltmeye başlayınca doktor duydu ve "bebeğini verin üzülmesin," dedi.
 
Doktor, “Serap evde en çok kiminle anlaşıyor?” diye sorup, onlar cevap vermeden ekledi. “Durun tahmin edeyim, gözlerinizin içine bakmaktan kaçınıyor değil mi?”
 
Annesinin gözleri doldu. Babası da duygulandı. Bazen annesine soruyorum, “bu kız neden yüzümüze bakmıyor, biz o kadar kötü bir anne baba mıyız?” diye. Annesi devam etti. “Ben hep istedim ki kardeşlerimin çocukları gibi olsun. Onlar gibi annesine ev işlerinde yardım etsin. Akşamları, babası işten eve dönünce onunla sohbet etsin. Komşular bana kızıyor, çok yüz veriyorsun bu kıza ondan böyle küçük çocuk gibi, diyorlar.” Sonra yanında oturan eşine baktı. “Babası da kızıyor, senin yüzünden böyle içine kapanık. Sen, bu kızı ev işlerine alıştırmayı beceremedin,” diye
 
Kadın ağlamaya başlayınca doktorun yüreği burkuldu. “Kızınızı ne kadar sevdiğinizi görüyorum ama inanın o da sizi seviyordur. Bakın öncelikle şunu kabul edip ondan sonra Serap’ı anlamaya çalışın. Bu çocuk otizmli. Otizmli olduğu için bu şekilde davranıyor. Otizmli olduğu için göz temasından kaçınıp, sizlere odaklanamıyor. Alacağı iyi bir eğitimle inanın hem o hem de siz çok mutlu olacaksınız. Onunla aranızda ne kadar duvar varsa yıkılacak ve böylelikle siz kızınıza, kızınız da size ulaşabilecek. Hiç değilse sizden sonraki yaşamı için özel eğitim almalı. Bahsettiğim eğitimi almazsa yaşamı ve dolayısıyla sizin yaşamınız gittikçe daha da zorlaşacak.”
 
Annesi, biran için doktora, hak verir bir bakış attı. O sırada aklından tüm çevresi geçti. Ne derlerdi, neler düşünürlerdi. Serap, dünyaya gelince nasıl hayaller kurmuşlardı şimdi bu durumu kabullenmek demek girişilecek zorlu bir mücadelenin daha başı demekti. “Hayır! Muhakkak bu doktor yanılıyor; evladımı benden iyi bilecek değil!” diye sinirlendi içinden.
 
Serap’ın abisi de oradaydı ve ağzını açıp bir şey diyemedi; babasından çekiniyordu. Sadece doktora hak verircesine başını gizli gizli onaylamak için birkaç sefer salladı.
 
Kısa süren bir sessizlikten sonra babası kafasında dönüp duran, çevre ne der düşüncesine yenildi ve sinirle ayağa kalktı. Serap’ın elinden tutup doktora döndü. “Kızım sadece içine kapanık, o da annesinin suçu!” deyip kapıya yöneldi. Annesi, kızının bu durumunu biran için kabullenmişti ama bu kısa sürdü. “Doktor Bey, kızımız iyi,” dedi ve çıktı. Abisi ise mahcup ve üzgündü; bir şey diyemedi.
 
Doktor, onlar odadan çıkınca ellerini yüzüne kapayıp hayal kurmaya başladı. Serap, alacağı özel ve etkili bir eğitimle nasıl bir insan olurdu onu düşündü. Kendisini ifade edebilecekti. Olası tehlikelere karşı durumun farkına varıp, kendisini koruyabilecekti. Anne ve babası öldükten sonra hayatını sürdürmek için daha güçlü olacaktı. Belki üniversite okuyup kariyer sahibi de olurdu. Bütün bunlara mani olan tek şey Serap’ın ailesiydi, “ailesi onun durumunu kabullenmeyip eğitimine engel olarak, onun ileriki yaşamında, karşısına çıkacak ne gibi zorluklara sebep olacaklardı keşke bilselerdi,” dedi, giderken kapattıkları kapıya doğru bakarak.
Keşke Beni Görebilselerdi Keşke Beni Görebilselerdi Keşke Beni Görebilselerdi Keşke Beni Görebilselerdi Keşke Beni Görebilselerdi

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir