Son Vazife

FİLİZ SOYDAŞ
Son Vazife |ÖYKÜ|
 
Eski, ahşap evin ufak penceresine başını yasladı. Arkasında ötüp duran, rahmetlinin yadigârı bülbülün sesi ona ninni gibi geliyordu. Cenaze işleri için günlerdir koşturan ayaklarında, uykusuz kalan gözlerinde dayanacak gücün kalmadığı halinden belliydi. Başsağlığına gelenlerin hiçbirini tanımıyordu. Aslına bakılırsa burada ne işi olduğunu anlamıyordu bile. Kendisini terk edip giden bir kadına karşı yapılması gereken son vazife neden onun omuzlarına yüklenmişti ki?
 
Hâlbuki son görüşmelerinde kurduğu cümle ile sevdiği kadın, onu öldürmüştü de cenazesini oracıkta bırakıp gitmişti. Peki, neden o zaman “son vazife” diye bir şey yoktu. Neden ardında bıraktığı cesedin ulu orta, yapayalnız olmasını umursamadı?
 
Zaten Harun böyle merasimleri hiç sevmezdi. Kendine şaşıyordu. Anne ve babası vefat ettiğinde bile bir kenara çekilip yasını tutmuştu da cenaze işleri ile abileri ilgilenmişti.
 
İşin ilginç olan yanı sanki bu işleri çok iyi biliyormuş gibi ustaca yapmasıydı. Cenazenin defni, Kur’an okuyacak hocalar, eve gelenlere ikram edilecek şeyler, bunları profesyonelce yönetti.
 
Başını, pencere pervazına yaslamış halde epey bir süre uyudu. Arkasında öten kuşun sesi ile uyanıp gözlerini ovuşturdu. Dışarıya baktı. Pencerenin yanından uzayıp giden kiraz ağacının çiçekleri rüzgârla birlikte dökülüyordu. Sanırsın ki dökülen, ağacın çiçekleri değil de pembe kar yağıyor gibiydi
 
Biraz olsun dinlenebilmişti neyse ki. Pervaza yaslandığı için tutulan boynunu ovuşturdu. Sonra bir fikir geldi aklına. Onunla görüştüğü zamanlarda kısa kısa notlar yazıp saklardı. Belki Nergis de onu bırakıp gidişi ile ilgili ipuçları bırakmış olabilirdi evde bir yerlere.
 
Sevgili okur sende bilirsin ki “belki bir sebebi vardır.” cümlesi umudun bel kemiğidir. Gidiyorsa belki bir sebebi vardır, gelmiyorsa belki bir sebebi vardır, aramadıysa belki bir sebebi vardır diye devam edebilir bu umut silsilesi. Harun da onu bırakıp giden sevdiğinin arkasından, bir süre sonra böyle telkinler vermeye başladı kendisine.
 
Harun, Nergis’in yatak odasına yöneldi. Titreyen elleri kapının kolunu tuttu. Yüzüne yerleşen acı ifadeye gözünden akan birkaç damla yaş eşlik etti. Kapıyı açıp itti. İçerisi daha bir kaç gün önce sevdiği kadının varlığı ile nasıl da hayat doluydu kim bilir. Şimdi ise eşyaların üzerinde güneş ışınlarının parlattığı toz zerrecikleri uçuşuyordu.
 
İlk önce yatağın yanındaki sehpanın üzerinde duran kitap dikkatini çekti. Bu, Harun’un ona hediye ettiği kitaptı. Acaba Nergis’e vermeden önce ona sürpriz yapmak için yazıp sakladığı notlar duruyor muydu içinde?
 
Evet, notlar yerinde duruyordu. Peki, bu ne anlama geliyordu. Nergis onları gözü gibi mi saklamıştı yoksa görmemiş miydi bile?
 
Sonra pencereye yakın konmuş komodine yöneldi. İlk çekmeceyi açtığında bir yığın kâğıtla karşılaştı. Kâğıtların hepsini alıp yatağın üzerine oturdu. Bunlar, hastane ile ilgili birtakım evraklardı. Aralarında da Nergis’in el yazması notlar vardı.
 
Harun öncelikle eline aldığı notlardan birini açtı. Yer yer gözyaşı damlaları iz yapmıştı; yazarken ağladığı belliydi. Notta şunlar yazıyordu. “Bugünkü seansta kendimi tutamayıp ağladım. Doktor sakinleşmem için bir bardak su verdi. Harun’u çok seviyorum. Ölene kadar onunla bir arada olmak istiyorum ama ya o beni bırakıp giderse, tıpkı annem gibi… Allah’ım bana yardım et ona olan sevgim nispetinde korkum da var, ya Harun beni bırakırsa.”
 
Harun, okudukları karşısında çok şaşkındı. Başka bir not aldı eline. “Korkum gittikçe artıyor. Bugün yine psikoloğa gittim. Bana bu korkunun yersiz olduğundan bahsetti. Beni yatıştırmaya çalıştı ama nedense bir türlü üstesinden gelemiyorum. Harun’u düşünürken annemin gittiği gün aklıma geliyor. Yapamıyorum. Bu şekilde yaşayamıyorum. Kalbim son zamanlarda sıkışmaya başladı. Bu sabah, kalbimin ağrısı sırtıma vurdu.” Harun irkildi. Gözünü nottan ayırıp yere sabitledi bakışlarını. “Demek ki kalbi bu ayrılığa dayanamadığı için kalp krizi geçirdi. Ah benim güzel Nergis’im. Seni bırakıp gitmeyi aklımın ucundan bile geçirmediğimi bilseydin keşke.” deyip hıçkırıklara boğuldu.
 
Bir başka not daha… “Kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Doktorum belki düşündüğüm gibi olmayacağını, belki de Harun ile ömrümün sonuna kadar hiç ayrılmayıp, çok mutlu yaşayacağımı söyledi. Hatta doktorum yaşamadan bilemeyeceğimi, bu şekilde devam edersen belki de bu korkunun hayatımı mahvedeceğini de ekledi. Ona hak verdim ama yine de bunun üstesinden gelemiyorum. En iyisi Harun beni bırakmadan çekip gitmek… Onun gidişini izlemek beni öldürür. Biliyorum annem gibi o da gidecek bir gün.”
 
Harun elindeki notlara bakakaldı. Daha önceden böyle bir ruhsal rahatsızdık duymuştu. Bazı insanlar, kaçıngan bağlanma stiline sahiptiler ve bu durumları onlara çok acı veriyordu. Hayatlarının bir döneminde kendilerine çok ihtiyaç duydukları ya da çok sevdikleri biri tarafından terkedilen bazı insanlarda meydana gelebiliyordu bu buhran.
 
Gözünden akan yaşlar havada uçuşan toz zerrelerinin arasından sıyrılıp yere düşüyordu. “Zavallı Nergis’im, kim bilir ne kadar çok acı çektin.” dedi elindeki notlara bakarak. Onları bırakıp hastane ile ilgili evraklara göz gezdirdi. Bunlar psikolog ile ilgili randevular ve psikoloğun yazdığı reçetelerdi. Doktorun bazı tavsiyelerini de not almıştı.
 
Epey bir süre hareketsizce kaldı olduğu yerde. Nergis ile ilgili anıları gözünün önünden gelip geçti. Bunlar öyle değerli anlardı ki, ölene dek yüreğinde taptaze duracağı ve hatırladığında onu mutlu edeceği muhakkaktı.
 
İçeride avazı çıktığı kadar öten kuşun sesi ile kendine geldi. Kalkıp yanına gitti. Yarın giderken onu da yanına alacaktı. Nede olsa sevdiğinin yadigârıydı ve onun son anına tanıklık etmişti.
 
Ertesi gün sabah erkenden yola çıkacağı için uyumaya karar verdi. Bunu ne kadar başaracaktı bilmiyordu ama uyusa iyi olacaktı.
 
Sabaha karşı ancak uykuya dalabildiğinden çok zor uyandı. Ufak valizi ile kafesi eline alıp eski evin kapısını çekip çıktı.
 
Kabristanın kapısına gelince sanki bir el yüreğini kavramış var gücüyle sıkıyordu. Ağzını açıp nefes almak için zorladı kendisini. Buraya gelmek hoşuna gitmiyordu ama Nergis’e veda etmeden gidemezdi.
 
Mezarın başına çöktü. Kafesinde bir o yana bir bu yana koşup, çıldırmışçasına çırpınıp öten kuşa aldırış etmedi; belli ki Nergis’in orada cansız bir halde yattığını hissediyordu o zavallı da.
 
Harun, ellerini soğuk toprakta gezdirmeye başladı. “Sana kırgın değilim Nergis’im. Seni ölene dek seveceğimden de eminim. Eğer yaşasaydın ölürdüm de asla bırakamazdım seni. Sensiz bir dünyada yaşamanın zorluğuna da nasıl dayanırım bilmiyorum. Seni sık sık ziyarete geleceğim, seni asla bırakmayacağım.”
 
Ayağa kalktı. Kafesi ve valizi aldı. Kabristandan çıkıp arabasına doğru yürürken, kuş kafesinde çırpınarak dönüp durmaya devam ediyordu.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir