FİLİZ SOYDAŞ
Gurbetten Mektup Var |ÖYKÜ|
Fidan, yirmi iki yaşında uzun, zayıf, narin ve naif bir kızcağız. Anne ve babasını on yaşında kaybedince abisi ile yengesi üzerine titrer oldu. Kendi çocukları olmayan bu çiftin, o gün bu gündür kendi çocukları gibi oldu Fidan.
Duygusal açıdan olduğu gibi fiziksel bakımdan da öyle narin bir yapıya sahipti ki bahçede çamaşır astığı günlerin birinde rüzgâr esse, Fidan’ı alıp götüreceğini sanmak mümkündü. Öyle çok hassastı ki kimsenin kalbini kırmadığı için kendi kalbi incindiği zaman, derin derin iç çekip uzaklara dalardı.
Bundan iki yıl önce gönlünde bir sevda ateşi yanmaya başladı. Sevdiği ile tek iletişimi arada birbirlerine yazdıkları mektuplardı. Fidan bahçede bir iş yaparken, Mehmet onu uzaktan izler ve mektubunu vermek için bahçenin girişine gelmesini işaret ederdi. Kalbi yerinden fırlayacak gibi hızla atan Fidan, bahçenin girişine gider kendi yazdığı mektubu Mehmet’e verirken, onun yazdığı mektubu alıp heyecandan yanakları al al olmuş halde eve koşardı. Son yazdığı mektupta Mehmet şehre gidip bir süre çalışacağını ve biriktirdiği para ile Allah’ın izni ile yuva kuracaklarını söylemişti. “Fidan’ım, benim narin, nazlı, iyi yürekli sevdiğim. Senin gibi bende de ne ana var ne baba. Ben seninle mutlu bir yuva kurmak istiyorum sevdiğim. Amma ve lâkin bunun için şehre gidip bir müddet çalışmaya niyet ettim gül yüzlüm. Benim amcaoğlu iş buldu bana.”
Mektubu gözyaşları ile okuyan Fidan, hemen o gün ona yazdığı mektupta yalvardı yakardı gitmesin diye ama o kararını vermişti. Nitekim gitti Mehmet, kaderlerinde yazılı olan ayrılıktan habersiz.
Mehmet gideli altı ay olmuştu. Bir ay öncesine kadar Fidan’ı habersiz bırakmadı, devamlı mektup yazdı. Mektupları aynı köyde yaşayan akrabasına gönderiyor, o da sağolsun o dakika koşup Fidan’a veriyordu. Ancak son bir aydır haber alamayan Fidan kara kara düşünmeye başladı.
Nihayet yeni bir mektup geldi. Fidan, elleri titreyerek okuduğu mektubu katlayıp cebine koydu. Ellerini yüzüne kapatıp dakikalarca ağladı bahçede. Sonra olan oldu…
Yüksek ateşi sebebiyle gözlerini açıp yataktan kalkamayalı üçüncü gündü. O kara haberi alır almaz ani bir şekilde ateşi yükseldi. Yüksek ateş ve baş dönmesi sonucu baygınlık geçirince zar zor yatağa taşıyıp yatırdılar. Kasabadan çağrılan doktor, bazı ilaçlar yazdı. Zavallı Fidan. O haber sonucu bu hummaya yakalanması, onu yatağa düşürürken, yaşlı abi ve yengesini kahretti. Üç gün boyunca başından ayrılmadılar. Daha fazla dayanamayıp üçüncü günün sonunda uykuya yenik düştü ikisi de.
Sabah saat altıydı. Ter içinde uyandı Fidan. Üç gün boyunca sanki yatakta yatmıyormuş da sırtında çok ağır bir yük taşımış gibi yorgundu. O sırada uyanıp mutfağa su içmeye giden yengesi kendi kendine, "rahatsızlanmadan birkaç saat önce gelen mektupta ne yazdığını keşke bilebilseydim. Ah benim güzel kızım. " deyip ağlamaya başladı. Abisi de uyanmış kara kara düşünüyordu yatağında. Neydi bu sakin, sessiz, kalbi iyiliklerle dolu kızcağızı hasta edip yataklara düşüren? Yengesi Fidan’ı mektup okurken görmesine rağmen kocasına bahsetmedi bundan. Belli ki bir sırrı vardı ve belki bunun gizli kalmasını isterdi Fidan. Kendine geldiği zaman önce kendisi konuşmaya karar verdi.
Yeni yeni boy veren bir fidan gibi kırılgan, narin, zayıf olan bedeni hangi haberle günlerdir böyle ateşler içinde yanıyordu, neredeydi mektup, Orada yazılı olan haberi neden onlarla paylaşmamıştı? Yengesinin kafasında bu sorular dönüp duruyordu.
Doğrulup yatağa oturdu. Abisi ile yengesi yanına geldi. Sanki hiç bilmediği bir evde, tanımadığı insanların arasında gözlerini açmış gibiydi. Etrafı süzdü. Sonra kendini yatağa bıraktı yeniden. Başını yana çevirip pencereden dışarı bakmaya başlayınca birkaç damla gözyaşı, yanağından yastığa süzüldü. Abisi ve yengesi endişe ile izliyordu onu.
Tekrar gözlerini yumup uykuya daldı. Aradan beş saat geçti. Gözlerini açtı. Uyandıktan sonra ilk birkaç dakika nefes alırken burnunun direği sızladı. Elleri ile yüzünü sıvazlayarak kendine gelmeye çalıştı. Derin derin aldığı nefesler sayesinde toparlanmaya başladı. Havanın çok sıcak olmasına karşın yine bir titreme nöbeti geçirdi. Neden hasta olduğunu, yatağa neden düştüğünü unutmuştu. Belleği yavaş yavaş yerine gelmeye başladı. Hafızası onu mektubu ilk okuduğu ana götürdü. Ve o satırlar gözünün önüne geldi. Hıçkırıklara karışan sözleri ile abisi ve yengesine bir şeyler anlatmaya çalıştı ama maalesef anlamadılar onu. Başını yastığa gömüp ağlamaya devam etti. Abisi gelip kucakladı anne ve babasının yadigârı olan biricik kardeşini. Yengesi de ağlıyordu onlarla beraber.
Yengesine dönüp, “mektup nerde?” diye sordu. Yengesi hıçkırıkları arasından bilmediğini söyledi. Sonra hatırladı cebinde olduğunu. Eline cebine atıp dokundu mektuba. Abisi ve yengesi kendisi dinlensin diye odadan çıkınca mektubu cebinden çıkarttı. Titreyen elleri ile açtı ve yeniden okumaya başladı.
Gurbetten Mektup Var
“Fidan’ım, sen içimi ısıtan bir güneşsin. Senin yokluğun, bir yanımı güneşe versem diğer yanımı üşüten zemheridir. Sen, kalbimin ve mantığımın bitmeyen savaşısın; kalbim kazansa mantığım, mantığım kazansa kalbim mağlup… Şimdi burada okuyacaklarını yüzüne karşı diyemezdim. Sen bir hazinesin sevdiğim ve ben bu hazineyi heder edemem, Allah'tan korkarım. Yakama bir dert yapıştı ve sana varacak yola aşılmaz bir engel koydu. Rahmetli babamda varmış bu illet. Bizi bırakıp gittikten sonra çok aradık onu. Kafamızda neler neler kurduk. Beş sene sonra ücra bir yerdeki akıl hastanesinde rastladık izine. Meğer o hastalık yüzünden çekip gitmiş. Bir iş için birkaç günlüğüne şehre gittiğinde hepimiz hafızasından silinmişiz aniden. Ne yaptığını bilmez halde bir süre dolanıp durmuş. Yıllarca silik bir hafıza ile oradan oraya savrulmuş. Yıllar sonra onu bulunca eve getirdik.
Ben o zaman on beş yaşındaydım. Aradan üç ay geçti rahmetli oldu. Ah Fidan’ım en çok korktuğum şey başıma geldi. Geçenlerde geçirdiğim buhran sebebiyle doktora gittim. O illet bende de varmış. Şu kalbim, gün gelip senin için atmayacaksa hemen şimdi dursun daha iyi. Aklımdan adın silinecekse şurada şimdi ölmeyi tercih ederim. Ama kader narin sevdiğim, kader bu elden ne gelir. Günlerdir hastanede yatıyorum. İşten çıkardılar beni. Benim ne olacağım belli değil ki sana ben şimdi ne diyeyim. Bu hasta adamın kalbi senin için atıyor, aklında bir tek sen varsın. Anamın yıllarca ne çektiğini çok iyi biliyorum ve aynı şeyleri senin de çekmene gönlüm razı olmaz. Bunun için çok düşündüm, sana kıyamadım ve diyorum ki yarın ne olacağı belli olmayan bu adamın yolunu bekleme. Sana bunları derken, canım bedenimden çekiliyormuşçasına gibi acı içinde kıvranıyorum. Allah'a emanet ol sevdiğim.”
Fidan, mektubu katlayıp cebine koydu. Pencereden dışarı bakmaya başladı. Güneş ışığının vurduğu solgun yüzünden damlalar peş peşe akıyordu.
Gurbetten Mektup Var