Tarçın Kokulu Mardin

SERAP GÜNER Tarçın Kokulu Mardin

SERAP GÜNER
Tarçın Kokulu Mardin
 
Oldukça soğuk, iliklerime işleyen zemheri, ayaz mı ayaz, omuzlarda bir tabut, gece zifiri karanlık, belli ki fukaraydı ölen, bir imam, beş altı da adam mezar yolunda. Hayal mi görüyorum diye gözlerimi kapadım, açtım, yok, doğruydu, bir cenaze geçiyordu. ‘Şafi mezhebinde bekletmezler cenazeyi, iyi değildir' diyordu ev sahibi. ‘Korkma kızım, korkma ölen bizden biri.’
 
Gece zemheri, cenaze, daha da üşüyorum. Nereden çıktı bu tabut, ölünecek gün de değildi, gömülecek gün de. Mardin’in tepesindeyiz, kar doludizgin savruluyor. Sabah ezanından biraz sonraydı açtım yine gözümü, düş müydü?
 
Korkuyla dalmışım yine uykuya. Sabah uyanınca anladım daha iyice. Nasıl da garip geliyor insana diğer gelenek ve adetler. Güneş her yanı aydınlattı, kristal parıltısı, kar daha da düşsel bir perde, örtü misali her yerde.
 
Zengin bir kahvaltı sonrası, botlarımızın üstüne çorap geçirdik, koyulduk yola, İnek çarşısına doğru yöneldik. Merdivenler kaygan, her yer buz. İnerken otantik giysiler, allı pullu yazmalar, çiçekli kadife elbiseler ve birden çok hoş bir baharat kokusu kapladı her yanı. Biraz ileride kahve kokusu bastırdı tüm kokuları. Arapça konuşan beyler, dükkânlara davet ederken Türkçe… Çok farklı bir şehir.
 
İnek çarşısına inene dek süren baharat ve kahve kokuları, gözleri iri ve sürmeli kızlar. Orada bebeklere doğunca sürme çekilirmiş. Kalıcı olsun diye günlerce. Kendinden sürmeli gözler. Zil siyah saçları otantik bir örtüyle örtmemiş de süslemişler sanki.
 
Çeşit çeşit kırma zeytinler, bakraçla yoğurt, kaymak, et bile var. Doğal her şey. Soğuktan yürümemiz gitgide zorlaşıyor, katırlar zor yürüyor, yavaş yavaş tıkır tıkır çıkıyorlar yokuşu. Mardin'in ara sokaklarından tırmanıyoruz yukarı, en derin sırları saklayan ara sokaklar ayrı bir kültür kokuyor.
 
Taş evler, hala eski geleneklere uygun damlar, akrepten koruyan maviye boyalı tahtlar damlarda, yaz karyolası, yıldızları izleyerek uyumalık, naylonlarla kapamışlar donmasın, yıpranmasın diye. Eski pastaneler, badem şekerleri envaı çeşit, kiliseler, müze, eski postane derken, midemiz zil çalıyor, enfes bir iftar sofrası tablo gibi, yok yok. Acelece bir çiğköfte yoğruluyor, tüm komşulara yollanıyor. Nasıl da cömert ve bereketliler, candan ve sanki yemek için yaşayan insanlar. Eski Mardin'i ev sahibinden dinliyoruz:
 
Eskiden cennetti Mardin’imiz, bolluk, huzur ve barış içinde yaşardık. Süryani komşularımız ramazanda bize yemekler yapıp getirirdi. Hristiyanlar dışarıda yemek yemez ve kokan yemekler yapmamaya özenirlerdi canımız çekmesin diye. Biz de paskalyada Mardin çöreği yapardık onlara. Şafi’si, Hristiyan’ı kardeşçe yaşardık hep. Gümüş işleyen zanaatkarlar genelde Süryani, terziler de öyle, okumuş Hristiyanlar memur, çiftçiler de şafiydi çoğunlukla.
 
Bir gün dahi kavga dövüş bilmez, her birimiz bir diğerinin ayıbını örterdik. Biz onların dilini, onlar da bizim dilimizi az da olsa bilirdik. Bebelerimizi beraber büyütürdük. Onların çoğu Avrupa görürdü, daha tecrübelilerdi, bize çok şey öğretirlerdi, yemek işinde de biz yetenekliydik, bilmediklerimizi birbirinizden öğrenirdik.
 
Artık az kişi kaldı şehirli, çoğu yazar, şair İstanbul’da. Köylerden geldiler genelde. Eski komşularımız hep göçtü. Bizde hırsızlık, arsızlık olmaz, kapılara kilit vurulmazdı. Kuyumcular isim, kimlik almadan altın bozmaz, kim fakir kim zengin anlaşılmaz, yardımlaşmayla herkes doyar ve giyinirdi. Avlular akşamüstü hep birlikte süpürülür, kuyudan sularla yıkanılır, kuyu başında ud çalınır, şarkılar, türküler söylenirdi, içli köfteler, çiğ köfteler, çörekler yenirdi. Çayımızın tadı hiçbir yerde yoktu. Yanık sesli kızlarımız şarkılar söyler, şenlenirdik. Bayramlarda herkese gidilirdi. Akşamlar ve bayramlar tarçın kokuluydu.
 
Şimdilerde unutuldu geleneklerin çoğu, biz burada üç beş komşu kaldık, herkes aşağı tarafa indi. Apartmanlar yapıldı, insanlar küs gibi. Üst üste oturuyorlar, tanımıyorlar birbirlerini, öylesi yakın, öylesi uzak. Suçlu gibi geçiyorlar birbirlerinin yanından, yukarı dahi bakmadan. Eskiden komşumuz Gabriyel vardı, onun amcası da Gabriyel’di, kilisede papazdı. Onlarla görüşürdük gece gündüz. Onlar da dua ederdi hasta bebelerimize, sevdiklerimize. En güzel giysileri Gabriyel dikerdi düğünlerimizde, dükkânında Avrupa mecmuaları vardı, hepimiz şık giyinirdik, azdı giysimiz ama temiz ve şık.
 
Açık hava sinemasına gider, kahkahalarla güler, eğlenirdik, kaygımız hastalık ve ölüm olurdu. Şimdi öyle kalabalığız ki açlık, sefalet, işsizlik diz boyu, her şey günden güne bozuldu, buralar sit alanı oldu, yakında biz de o soğuk apartmanlara, birbirimize yabancı olmaya gideceğiz. Birbirimize yabancılaşıp, öylece ölüp gömüleceğiz, bir gece belki de sabahki tabut gibi biz gideceğiz.
 
Tarçın Kokulu Mardin

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir