Güz Yakıştı Sarıya

SERAP GÜNER Güz Yakıştı Sarıya |ÖYKÜ| 

SERAP GÜNER
Güz Yakıştı Sarıya |ÖYKÜ| 
 
Bir banka oturdum ve öylece bakıyorum, saatler saatleri kovaladı, hiçbir şey yapmadım. Dala bir kuş kondu ve yapraktan bir su damlası düştü koluma irkildim, dalıp gitmişim. Hiçbir şey yapmazken bile ne çok şey yapmışım, düşünmüş, nefes almış, hissetmiş, irkilmişim.
 
Tren sesleri geliyor aşağıdan, 'binip gideyim’ diyorum, nereye götürürse, eylem bir sıkıntı, eylemsizlik ayrı bir sıkıntı, kendi kendimin hapsindeyim.
 
Kafamdan dizeler düşüyor yapraklara, oradan yerlere, toprağa, toparlayamıyor, tutamıyorum. Her şey bir bir akıyor toprağa, düşler, kafamı didikleyip duran dizeler.
 
Biraz yürüsem, kollarımı sarkıtsam iki yana, yürüsem sonsuza, yo yo bir hiçlik bir eylemsizlik sarmış bedenimi. Burada böylece kalabilirim. Paten kayan, bisiklet suren, eğlenen çocuklar cıvıl cıvıl geçiyor yanıbaşımdan, ivmelemiyor hızları ruhumu. Vız diye geçiyorlar yaşam gibi yanıbaşımdan. Saatler geçiyor, öylece bakakalmışım. Boş bomboş bakıyorum havaya, toprağa.
 
Bekliyorum, bir tılsım düşsün gökyüzünden tıpkı o koluma düşen damla misali, irkilip harekete geçeyim. Anılar gelip oturuyor yanıbaşıma, dün gibi her şey, birbirini kovalıyor, art arda diziliyorlar vagon gibi sıkış tepiş, bir banka sığamayız hepimiz. Dilimde eskimiş dualar, dilekler oturuyor zihnime. Bir bir uçup gidiyor hepsi de. Sarı yapraklar kanadım, her şey düşsel bir çizgide, zaman perde perde akıyor.
 
Bulutlar kararmış, yağmur çağırıyor gökyüzü. Ruhum gibi her yan, taşıyor doğa kendine, sıkışıyor göğsüme.
 
Ayaklarım beni nereye götürse giderdim evvelden, onlar da yorgundu, yıllarımı taşımaktan. Yıllar…  Ah duşundum de onlar da yaprak yaprak eriyip, toprağa karışmışlar, törensiz cenaze gibi gömülmüşler toprağa, üzerlerinde gereksiz otlar, yabani çiçekler, keşkelere karışmışlar, ölü her biri.
 
Gecikmiş güz, geç kalmış yaz, kaybolmuş kış, baharlar çook uzak. Kaybolmuş mevsimler gibi bakınıyorum. Çocuk sesleri de azaldı, tahta bir bank ne kadar anlar ki derdimden. Beni taşıdığı yeter eve gitme vaktidir
 
Ağır adımlarla ulaştım ıssız evime, duvarlardan hüzzam şarkılar savruluyor, pencerelerde yabancı bir akşam. Her odadan ayrı bir makam sürükleniyor zihnime.
 
Yağmur başladı, kopek havlamaları geliyor uzaktan, nasıl da hızlandı şakırtılar. Bir şeyler hatırlatır gibi patlıyor gökyüzü, sarsılıyor kent, ben sarsılıyorum. Camdan izliyorum damlaları, günler, aylar, yıllar bir şarkı gibi kayıp gidiyor, tutamıyorum. Bazen ağır ağır sızıyor damlalar, sonra hızla savruluyor, çarpıyor camlara bir tokat gibi, gökyüzü kızgın bir çocuk gibi ağlıyor, kimi zaman da ağır bir yaşlı gibi akıyor öylece. Mevsim mevsim anılar düşüyor gökyüzünden damlalarla, gri, kara, beyaz anılar, kara kış çağrısı arada, bazen zarifçe selamlıyor bizi sonbahar. Yatağımız soğuk, ayaklarımız ağır ve ruhumuz yine uykuda kıvrılmış bir koltukta.
 
Oturduğum bank da sırılsıklamdı sabah, şöyle bir siliverdim ve yine donuk gözlerle izledim sonbaharı. Sarı bir tekne hayal ettim önümde havuzlaşan sularda, bindim, yüzdüm gittim çocukluğuma, gençliğime, vefa geldi aklıma usulca, vefa yalnızca beslediğim kedilerde kaldı, kuşlar bile terketti buraları, bir de bu bank vefalıydı, her gün taşıyordu ağırlığımı.
 
Yapraklar uçuşuyor yüzüme, saçlarıma doluşuyor sarılar, rüzgâr okşuyor kulaklarımı, ıslık çalan sevgili gibi etrafımda. Hangi anıya el atsam uçup gidiyor ellerimden, omuzlarıma akşam düşmüş, sır gibi, konaklıyor bende yaz, kış, bahar, güz, kaç mevsim oturmalı bu banka ya da kaç güz ederim ben, zihnimden derince geçti mevsimler, yine evin yolu gözükmeli, bir ekmek, bir düş saklarım heybemde, adımlarım daha da ağırlaştı gün be gün, sarıya büründü her yan ve içimde sonbahar, hüseyni bir türkü gibi oturdu. Gökyüzü karalara büründü, mevsimler hızla kaçıştı, bana en yakışanı sarı bir sonbahardı.
 
Güz Yakıştı Sarıya

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir