Muhabbete Gel

AYŞE ŞENER
Muhabbete Gel
 
Her defasında ilk kez konuşuluyormuşçasına zevk ve heyecanla konuşulan kaç konu vardır? Saymadık. Fakat aşk ve muhabbetin, sevginin sadece konuşulurken bile hepimize nasıl bir haz verdiği malum.
 
Bir kalbin sağlığını kaybetmesi neden bu kadar sevindirir ki insanları. Ölecekmiş gibi, duracakmış gibi çarpması. Yaşam ağacını dar edip, en uç dalından kendini aşağı sallandırması.
 
Tövbeler olsun!
 
Eskilere dair bu mevzuda ilk söylenecek şey; aşk yerine muhabbet denmenin tercih edildiğidir. Yani muhabbet denildiğinde kast edilen şey aşk imiş. Durumu hafifletmek ve ortalığı yatıştırmak için mevzuyu dikenli sarmaşıktan kurtarma operasyonu gibi…
 
Şimdilerde ru be ru gerçekleştirilen iletişim seçeneklerinden sevdiklerimizle karşılıklı, derinden konuşabilme anlamına sığışmaya çalışan bu kelime, eskide kalmış bu kullanımında; aşkın pratiğini açık eden ve daha soyut bir üst gerçekliğe karşı insanın yapabileceği kadarını ifade eden bir jest gibi duruyor. Bir gün göçecek de olsa bir kuşa konum göstermeye benziyor.
 
Çok şey değişti. Kelimeler anlamını sözlüklerden değil, yaşamdan alır ya, bu da öyle oldu. Aşk kelimesi önce hemen her varlığa karşı duyulabilecek coşkunluk, katlanmış sevgi hali olarak algılanıyorken, sonraları sadece kadın erkek arasındaki bağ-ım-lılığa, hatta neredeyse salt tensel hazza ve tutkuya indirgendiği için, şimdi bu muhabbet kelimesi bu çağa iyi gelecek, bizi de bu mahkûmiyetten kurtaracaktır.
 
Günümüzde muhabbet kelimesinden anlaşılan ilk yaygın anlam; karşılıklı oturabilecek kadar birbirini sevenler arasında gittikçe kafadar olmaya varan ve herkesin kendisi olarak konuşabildiği bir haldir. Öyle ki kimse kendinden olmaz. Dostundan da olmaz. Kelimede bu iki anlamın belini doğrultma var. Herkes aynı zamanda hem seven, hem sevilen olduğunda yaşanabilir bir hal bu. Yaşanırken yakından baktığımızda; birbirini anlayabiliyor olmanın sevinci var ilkin, muhabbette. Anlaşabiliyor olmanın sağladığı zeminde yükselen bir ahenk var. Tarafların memnuniyeti ile sürdürülen, gelenekleşen bir zihinsel alışveriş. Yalnızca gönül hukuku ile hükmedilen bu özerk sevgi halinde derinlikli görüşebilme gittikçe kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde keskinleşir ve yapılmadığında kesilen cezalar bile hoşa gitmeye, aranmaya başlar. Ki ilk ceza hasret çekmektir. Boşluktur. Düşmedir. Çoğunlukla onda bıraktığı kendini arama halidir. Adeta kendinden bıkma ile kendini özleme arasındaki anlık gelgitler silsilesidir.
 
Görmenin en uç noktasıdır muhabbet. Dostunu her haliyle görürsün. Hatta kaşını, gözünü unutur varsa ruhunun tentesini, bakış açısını işlersin içine.
 
Sadece zaman geçirmeden ibaret olmayan, herkesin birbirinin eksiğini gediğini kapatıp birbirini artırdığı bir şey… Yalnızlığın bir kez daha çekip gitmesi, bir kez daha çoğalıyor olmak sevinci var.
 
Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kîl ü kâl imiş ancak…
 
Demiş Fuzuli. Hemen her duyguyu, düşünce derinliğinden gelen bir dalga ile coşkulu yaşayanlar kil ü kâlsiz aşka bakıyorlar muhakkak. Aşk da onlara bakıyor gözü gibi… Fakat bu anlamda aşkı yaşayan ne az. Bilinmezliğin perdesi iyi ki onları örtüyor ve yozlaşmaktan koruyor.
 
Biz iyisi mi aşkı, eskiler gibi muhabbet olarak ifade edelim.  Fuzuli’nin izniyle âlemde muhabbet var diyelim, aşk yerine.  Aslında âlem de bunu söyler durur.  Kadın erkek arasındaki aşkın ömre nazaran süresine bakıldığında bir günde, pardon, üç günde bir an gibi olduğu malum. Öyle ya insan her an o coşkunlukta, o râkımda yaşayamaz. (Mı? Yaşasın n’olur! Yaşamalı!) Ovadan daima dağa, göğe bakar. Bir kere o tırmanışın ve rakımın çilesini çekmemişse hemen her gün aklı o yüceye tırmanmakta kalır. Fakat bir kere çilesine sokulduğunda, taşa değdiğinde gönlü, mübareğin başı eğilir. Eskisi kadar hasretle bakmaz aşk dağına. Kafdağı denilenin bu boyutta çıkılamayan bir dağ olduğunu bir aşkın sahiline tepe taklak atıldığında anlar. İmkânsızlık hakikaten vardır, imkânlar dünyasında… Aşkın hakikisi için bu kıyıdan öte kıyıya geçmek lazımdır. Ölmek lazımdır.
 
Aşktan sonra hala hayatta kalanın gönlü ise biraz akıllanır.
Düzlüğe inmek ve belki güç topladığında yeniden çıkmak ister. O kadar.
 
İnsan çok ova, çok tepedir tamam. Fakat biraz dağdır. 
 
Muhabbette ise sevgiaşırı bir gidişat var. Kalbin yerinde duramaması gibi bir şey.  Tefriti hoşlanma olan sevginin, ifrat halidir muhabbet.
 
Sevgi, kalbin alaka duyması. Hoşlanmak ilk alaka, ilk kıpırtı ve yönelişler. Muhabbet ise daimi, kalıcı, düzenli alaka…
 
Bütün bunlar yaratılışın kaynağı. Muhabbet sebebiyle var edilmiş olmak düşünüldüğünde apayrı bir sevinç. Allah’ın insana, insanın insana olan muhabbet halkasında sevgi çemberine alınmış insan. O çemberi çeviriyor. Kalbi muhabbetle yürüyor. Yoksa duruyor.
 
…….
 
Muhabbet hakkında eskilerden gelen şu cümleler de var:
Ab-ı hayat onun çeşmesidir. Gönül bu çeşmeyi içine alırsa ölümsüzleşir.
Hakkın rahmet kapısından gelen bir müjdedir.
Cennet anahtarıdır. Huzurun ve dinginliğin…
Cennetin kokusudur.
Cevherdir.
Deryadır.
Güldür.
İlahi tecellilerle donanmadır.
İhlastır.
Kadeh: manevi hal, cezbe, ruhsal zevk, şevk ve vecddir.
Kitap/kütüphane cümle varlıklar, cümle yaratıkların toplandığı mekân ise muhabbet sonsuz kütüphanedir.
Melektir.
Kudret meyvesidir.
Miraç/iki kaş/yay arası yakınlıktır.
Şeriat Hakk’ın gönderdiği emirler, muhabbet ise şeriatın özüdür.
Sağlam iptir.
Sidre: Ulaşılası en uzak nokta/Allah a en yakın durak/sonsuzluktur.
Muhabbet sidredir.
Ateştir.
Bağ bahçedir. Neşeli ruhani âlemdir. Gönül merkezli bağdır.
Bülbüldür.
Ders/Mushaf/Defterdir.
Devlettir.
Güneştir.
Misktir.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir