Gün Ağıdı

ABDULKADİR BOSTAN
Gün Ağıdı
 
içimin boylu boyuncasında hükmen mağlup bir ayna
ya gözlerimi kapayacak, ya da aynayı kıracaktım
fakat ben hiç birini yapmadım, yapamadım
aynayı beyaza boyayıp üzerine de, ayağa kalkmış, dimdik bir adam çizmekle yetindim
-belki de hayatın anlamı buydu; yetinmek 
 
-ben hep; çocukluğuma gidesin, yüreğimden tutasın da, beni ben ile değişesin istedim…  
 
-ve gün başladı tırnaklarını yemeye 
deniz yine aynı, gök aynı kifayetsiz bir kuş kalbi
sesler, sesler bir sürü sessizlik ile seslendiler 
gümüş cilalı dişleri güneşe şavk durmuş
çok ağdalı bir ton ile
“ölüler” dediler “ölüler; yaşam tarafından yutulmuş bir acayiplik”
mezar taşları; toprağa asılmış taş biçimli çerçeve
çerçevede; dünyayı çiğnemiş ağzında eksik yaşam kırıntılarıyla insan 
bir turna sürüsüne bakıyor gibi gözleri, öyle uzun bir göç
sanki dünya sıfırmış gibi az elipsmiş de, değerinden bir nokta silinmiş..
ellerimi bağrımla
yüzümü kalbimle değişeyim istedim 
önce yağmura, sonra aynaya, hep sana koştum
namaza durdum, kollarımdan aşağıya süzülen çamur ağladı 
secde ağladı, gece boyu, yağmur ağladı 
çok uzun ağladı gül, kırmızıya sarılıp, sarılıp
hep eşyanın bir sesi olsun istedim, tanrısından af dilesin
arınmadan önce kirlilik oranım dedim, en az bir eşya kadar
ne bileyim belki bağışlanmak; bir utancın çıkış kapısıdır 
gözlerimi bir kör ile değişeyim dedim
dilimi bir lal ile
 
henüz ikindiye varmamıştı saçlarım, sana okşanmamıştı 
-ki, bir ben uyandı benden
uyanış seslendi, kalk diriliğine sahip çık
manaya ve orantıya, kendi döngüne saygı duy
öyle uzun bir kısalık ki ömür 
sanki bir zürafanın boynuna asılıydı boynum
hep kendimi kendim ile değişeyim istedim, göğsümü bir dağ ile
insanların içlerine rüzgar taşıyayım, tarla kuşu olayım
kanatlarımı omzuna yaslayıp, yaşlanayım 
hep kendime yakışayım istedim
-yakışmasa da dünyanın tüm kostümleri ruhuma…
 
hep bir zar atayım da sen gel istedim
şaşkın bir gülümseme yumdu gözlerini, sanki şeffaf bir külçe
sanki bir ses gizlemiş rüyasına, yorgun kirpik, çırpınan kanat
içi boş bir vaveyla, gezinip duruyor içimde, dişleri çok vahşi
anla diyorum anla artık
bütün yüzlerde seni gören bir sanat var gözlerimde
uçsuz bucaksız bir arzu 
simsiyah bir at, kapkara bir geceyi koşuyorken 
gezici bir ırmak olayım istedim, çöle karışayım
ellerim, ellerinin tazeliğini korusun istedim, hep korusun
dilimde bir başka coğrafya, anlaşılmaz bir lisan
gece; kime küs, ay donmuş, yıldızlar işgal altında
ödüm; korku ile burun buruna gelmiş, ha koptu ha kopacak
koş kalbim koş, içimizi kemiren bu yok olası alışkanlık 
-yetmezlik gürültüsü…
 
yüzümüz fesleğen tarlası
tarla kuşları büyük bir göçe son hazırlık içindeler
yasla kanatlarını omzuma, yaşlanalım
gülüşler de yaşlansın, fakat ölmesin
yeşersinler, çiçek açsınlar istedim hep kendi gamzelerinde
-bilirsin
çocuklar; ilk gülüşlerinden vurulur bizim coğrafyada
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir