Türk Şiirinde Gelenek Konusu

AHMET URFALI Türk Şiirinde Gelenek Konusu

AHMET URFALI
Türk Şiirinde Gelenek Konusu
 
Kubbealtı Lugatı’nda gelenek: “Asırlar boyunca nesilden nesile geçerek gelen ve bir topluluğun fertleri arasında sağlam bir bağ, ortak bir ruh meydana getiren her türlü âdet, alışkanlık, davranış biçimi ve kültürel değerler, örf, an’ane” olarak açıklanmıştır. Bu açıklamaya göre geleneğin; tarihi, kültürel ve sosyolojik yönleri bulunmaktadır.
 
Bazı değerlendirmelerde geleneğin “eski”, bunun yerine konulan modernliğin ise “yeni” biçiminde izahları bulunmaktadır. Eski olan kötü, yeni olan ise iyi gibi bir anlayış, çok uç bir görüş olup mantıklı bir açıklaması da yoktur. Halbuki, geleneğin tarihi, kültürel ve sosyolojik bağlamı bu tür görüşlerin geçersizliğini ortaya koymaktadır. İnsanın içinde yaşadığı toplumun değerleri birden ortadan kalkmaz. Kültürel bir değer olan gelenek, birdenbire kesilmez, aksine değişerek gelişir.
 
Türk milleti, tarihi süreç içerisinde İslamlığı kabul edişiyle beraber kültürel bakımdan da değişiklikler yaşadı. Ancak önceki kültürü de yaşatmaya çalıştı. Arap ve Fars kültürlerinin tesiriyle 11. ve 19.yüzyıl arasında Divan Edebiyatı, duygu ve düşüncelerin ifade vasıtası olarak parlak bir dönem halinde varlığını sürdürdü.
 
17.yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti pek çok alanda güç kaybına uğramış, vaziyeti kurtarmak adına ıslahat ve inkılâp hareketleri başlatılmıştır. Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla Batı’nın teknik üstünlüğü kabul edilmiş, Türk devlet sisteminde köklü değişikler yapılmıştır. Bu durum edebiyata da yansımış, Batı dünyasındaki edebi türler konularıyla birlikte Türk edebiyatına girmeye başlamıştır.
 
Tanzimat dönemi Türk Edebiyatı, aynı zamanda değişim ve yenileşmenin de adı olmuştur. Bu dönem şair ve yazarlarının yüzleri ve gönülleri Batı’ya yönelik olarak; yenilikçi, ilerlemeci, ilim ve fen yanlısıdırlar. Devletin yeniden güçlenmesi, milletin refaha kavuşması için atılan bu adımlar, iyi niyet taşımaktaydı. Tanzimat aydınlarının genel özelliği, Fransız kültür ve edebiyatına olan hayranlıklarıdır. Hepsi Divan Edebiyatını çok iyi bilmekte, ancak nazım şekilleri aynı kalmakla beraber konular farklılaşma göstermektedir.
 
Şinasi’nin Mustafa Reşit Paşa’yı övmek amacıyla yazdığı şiir, dönemin anlayışını göstermek bakımından önemlidir:
“Ettin âzâd bizi olmuş iken zulme esîr
Cehlimiz sanki idi kendimize bir zincîr
Bir ıtıknâmedir insana senin kanunun
Bildirir haddini Sultan’a senin kanunun”
 
Tanzimat dönemi şair ve yazarların bir diğer özelliği ise hepsinin okumuş olmasıdır. Böylece medrese, tekke ve dergâhlardan yetişen ‘’kalem ehli’’nin karşısına yeni düşüncelere sahip yeni şair ve yazarlar çıkmıştır.
 
Namık Kemal, Divan şiirini şiddetli bir şekilde eleştirir: “Maden elli, deniz gönüllü, ayağını Zuhal’in tepesine basmış, hançerini Merih’in göğsüne saplamış kahramanlar; feleği tersine çevirmiş de kadeh diye önüne koymuş, cehennemi alevlendirmiş de yakı diye göğsüne yapıştırmış, bağırdıkça arşıâlâ sarsılır, ağladıkça dünya kan tufanlarına boğulur âşıklar; boyu serviden uzun, beli kıldan ince, ağzı zerreden ufak, kılıç kaşlı, kargı kirpikli, geyik gözlü yılan saçlı sevgililer…”
 
Namık Kemal, “Lisân-ı Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” adlı makalesinde Türkçe’nin kullanış durumunu eleştirir: “Edebiyatın millete ait olan hizmetinden o kadar mahrumuz ki Antik Yunanca gibi bütün ilim izleriyle güç bulmuş bir dili düzgün ve güzel söz söyleyerek Arap dilinin yaygın olduğu yerlerde mahvetmiş ve bize ait olan güzel Türkçemizi ise henüz temel okuma kitabı bile bulunmayan Arnavut dilini dahi unutturamayacak bir konuma getirmişiz.  Edebiyat ilişkisinin olmaması sebebiyle bir Buharalı, Türkçe söylediği hâlde buradaki Türkler içinde bir Fransız kadar dilinden anlayacak tanıdık bulamaz.”
 
Tanzimat dönemi, Türk Edebiyatı üzerindeki tesirini Servet-i Fünun, Fecr-i Ati, Milli Edebiyat, İkinci Yeni… akımlarında da hissettirmiştir. Nihayet her akımın geçmiş tecrübelerden yararlandığı gayet açıktır.
 
Türk Edebiyatında eski-yeni, geleneksel-modern tartışmaları günümüze kadar sürüp gelmektedir. Ancak, şair ve yazarların içinde yaşadıkları kültürel çevre ister istemez eserlerine yansıyacaktır. Geleneksel veya klasik edebiyat denilen yüzyılların birikimi, zenginliği şair ve yazarların önemli kaynakları arasında olmaya devam edecektir.
 
Sezai Karakoç’un dediği gibi; “Gelenek dünyası çok boyutlu ve cepheli bir dünya olarak şairin okuludur.”
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir