Anadolu Türkçesi’nin Oluşumu

AHMET URFALI Anadolu Türkçesi’nin Oluşumu

AHMET URFALI
Anadolu Türkçesi’nin Oluşumu
 
Türk kültür havzası, çok geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bu coğrafya; Türkistan’dan Orta Avrupa’ya, Sibirya’dan Kuzey Afrika’ya kadar Türk kültür ve medeniyetinin etkisi altındadır. Türk kültür havzasının oluşum alanları ise Maveraünnehir, Horasan ve Anadolu’dur. Elbette bu üç ana havza dışında da Türk kültür ve medeniyetinin meydana gelmesinde tali derecede önemli merkezler bulunmaktadır. Ancak bu merkezler, kaynak olarak yukarıda belirttiğimiz üç alandan yararlanmışlardır.
 
Uluğ Türkistan’dan başlayan göçler; Kıpçak iline, Anadolu’ya ve Hint ülkesine doğru hareket etti. Askeri ve kültürel yönden üstünlüğe sahip olan Türk güçleri kısa sayılabilecek bir zaman içinde bu ülkelerde egemenlik kurdular. Çekirge ve karınca sürüleri hâlinde gelişen bu fetih hareketleri; Türk Cihan Hâkimiyeti, Nizam-ı Âlem gibi yüksek ülkülere dayanıyordu. Fethedilen ülkelerin halkları, huzur ve güvenlik içinde yaşamaya başladı. Hakan sarayları, şehzade muhitleri, medrese ortamları ilim ve edebiyatın gelişip büyüdüğü mekânlardı. Tıp, astronomi, matematik, felsefe konularında pek çok sayıda telif eser verildi. Farklı memleketlerden bu yerlere bilginler ve şairler akın akın gelmeye başladı.
 
Bu yazımızda, Türk kültür havzasının önemli merkezi Anadolu’da gelişen Türkçe ve bu kutlu dille verilen edebi metinler üzerinde duracağız.
İlahi teveccühün neticesi olarak yeni vatan yapılan Anadolu; Haçlı Seferleri, Moğol istilası ve Timur vakalarına rağmen ilim, kültür ve medeniyet olma özelliğini korumasını bilmiştir. İlim erbabı, şair ve bilginler yöneticiler tarafından takdir, iltifat ve teşvik gördüklerini duydukları cazibe merkezi Anadolu’ya yönelmişlerdir.
 
Anadolu’nun ilk Türk beylikleri Saltuklar, Mengüçler ve Danişmentler’in ardından Anadolu Selçukluları ve daha sonra Beylikler döneminde bu yeni vatan, adım adım, karış karış Türkleştirilmiştir. Oğuz boylarının Uluğ Türkistan’dan devraldıkları alplik ülküsü, fütuhat şuuru ve destan yaratma emanetleri Türk tarihinde ikinci kez Anadolu’da gerçekleştirilmiştir.
 
Battalnâme, Danişmentnâme ve Saltuknâme destanları fütuhat şuurunun birer belgesidir. Battalnâme; İstanbul çevresindeki Rumlarla, Türk-Bizans, İslâm-Hristiyan mücadelelerini, Danişmentnâme; Kuzeybatı Anadolu ve Trabzon bölgesindeki Rum, Gürcü ve Ermenilerle yapılan çatışmaları, Saltuknâme ise daha çok Rumeli’deki fütuhat hareketlerini konu edinir.
 
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Türkçe, Farsça, Rumca, Ermenice ve Süryanice konuşulan dillerdi. Farsça aynı zamanda devlet memurlarının çoğunluğunun ana dili olduğu için devlet yazışmalarında da kullanılan dildi. 13. yüzyıldan başlayarak bu dillerin halk ve devlet katında egemenlik kurma mücadelesi yaşanmıştır. Bilim dili Arapça, resmî dil Farsça ve halk dili Türkçe olarak devam etmiştir. Halkın çoğunluğunun Türk olmasından ötürü devlet adamları Türkçe yazan bilgin ve şairleri korumuşlardır. Türkçeyle dinî, ahlâkî özellikler taşıyan ve daha çok halka seslenen eserler yazılmıştır.
 
Âşık Paşa (1272-1333) Garibnâme adlı eserinde;
‘’Türk diline kimseler bakmaz idi,
Türklere her giz gönül akmaz idi.
Türk dahi bilmez idi bu dilleri,
İnce yolu, ol ulu menzilleri.
Bu Garibnâme eğer geldi dile
Kim bu dil ehli dahi mana bile
Yol içinde birbirini yermeye
Dile bakıp manayı hor görmeye
Ta ki mahrum kalmaya Türkler dahi
Türk dilinden anlayanlar ol Hakk’ı ‘’ diyerek Türkçe’nin önemini vurgulamıştır.
 
Karamanoğlu Mehmet Bey’in (1240-1277) “Şimden gerü dîvânda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır.”  Sözleriyle başlayan fermanı Türkçe’nin Anadolu’ya kök salmasında çok mühim bir olaydır.
 
Yunus Emre, Anadolu Türkçesi’nin kuruluşunda yolbaşçı bir şahsiyettir.
  Germiyanoğulları ve Osmanoğullarının saraylarındaki şair ve yazarların Türkçe eser yazmaları teşvik edilmiştir. Bu dönemde Arapça veya Farsça eserler Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Hoca Dehhanî, Şeyhî, Ahmedî, Şeyhoğlu Mustafa, Ahmet Paşa gibi şairler yetişmiştir.
Osmanlı Beyliğinin Türkçe’yi resmî belgelerinde kullanması da kayda değer bir aşamadır. Her kesimden insanın Türkçe konuşması ‘’diller savaşı’’nın galibi olarak Türkçe’nin benimsenmesine sebep olmuştur.
 
Böylece, 13.yüzyılda başlayan Türkçe mücadelesi 15.yüzyılda zaferle sonuçlanmıştır. Bugün yazı dili olarak da kullandığımız Türkçe’nin temelleri zor şartlar altında oluşturulmuştur.
 
Yazımızı Mehmet Kaplan’ın milletin teşekkülünde dilin önemini belirten şu sözlerle bitirmek yerinde olacaktır: ‘’ “Aynı dili konuşan insanlar “millet” denilen sosyal varlığın temelini teşkil ederler. Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir vasıta olduğu için, insan topluluklarını bir yığın veya kitle olmaktan kurtararak, aralarında “duygu ve düşünce birliği” olan bir cemiyet, yani millet haline getirir.” *
 
________________________________________
* Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1996.
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir